Evrim denince akla hep canlılarla ilgili olarak biyolojik evrim gelir. Ancak evrim evrenseldir. Dünyanın 4,5 milyar yıl öncesinden günümüze kadar geçen süre içinde devamlı değiştiği, yalnız canlıların değil kıtaların, okyanusların, atmosferin de değişime uğradığı bilinen bir gerçektir. Gezegende hiçbir şey oluştuğu gibi kalmamaktadır. Bu yazıda filmi geriye saracağız ve 4.5 milyar yıllık sürece kuşbakışı göz atacağız. Jeolojik evrim ile biyolojik evrim arasındaki ilişkiyi dönem dönem incelemeye çalışacağız.
Dünya, evrende yaşamın bulunduğu tek gezegen. Gezegenimizde göz kamaştırıcı bir biyolojik çeşitlilik, iklimler, okyanuslar, dağlar, ovalar ve ormanlar. Dünya ve evrenin sonsuzluğunda insan! Aklı ve merakı onu seçkin yapıyor. Bu özelliği yaşama başladığından beri, onu araştıran ve öğrenen canlı yapmış. Doğa olaylarından etkilenmiş, zaman zaman korkmuş, ürkmüş daha sonra merakını yenmek için onları araştırır olmuş, yaşadığı gezegeni tanımaya çalışmış.
Bu merakın tarihi çok eskidir. İnsanın erken dönemlerine kadar gider, ama genelde Klasik Yunan’a dayanır. Anaksimandros, Thales ve diğerleri, dünyanın nasıl bir şey olduğu konusunda uzun tartışmalarla bunu anlamaya çalışan doğacılardır. Burada göz ardı edilmemesi gereken önemli nokta, Dünya’nın sorgulanması, onun nasıl bir şey olduğu konusundaki söyleşiler ve bütün bunların Küçük Asya’nın (Anadolu) batısında Milet’te yapılmasıdır. Şöyle de diyebiliriz, burası doğa bilimlerinin ilk konuşulduğu yer, Milet ve bilimdeki bu önemli konumu hiçbir zaman unutulmamalı! Burada basit gözlemlere dayalı uzun tartışmalar yapıldı, doğa bilimlerinin temeli burada atıldı. Dünyaya ait birçok düşünce bu temelden filizlenerek yeşerdi.
Roma ve Ortaçağ bu düşüncelerin genelde sekteye uğradığı dönemler. Ancak, 17. yüzyıldan başlayarak yaygınlaşan, gezegeni tanımaya, anlamaya yönelik görüşler, Avrupa toplumlarında geniş bir meraklı kitlesinin oluşumuna neden olmuş, jeoloji, botanik ve zooloji gibi bilimlerin önemli disiplinleri kendilerine birçok taraftar bularak süratle gelişmiş. 18. ve 19. yüzyıllar doğa ile ilgili görüşlerin doruğa ulaştığı dönemler. Tartışmaların, eleştirilerin ışığında birçok prensip ve hipotez ortaya atılmış, kabul görmüş, icatlar beraberinde önemli keşifleri getirmiş.
18. yüzyılda Danimarkalı bilgin Nicholas Steno’nun (1638-1686) tabakaların horizontal (yatay) çökelme ve süperpozisyon (en altta bulunan tabaka zaman olarak diğerlerine göre en yaşlıdır), 18. yüzyılda James Hutton’un (1726-1797) güncelcilik (aktualizim), 18-19. yüzyılda Charles Lyell’in (1797-1875) üniformitarianizm (tekdüzecilik) prensipleri; 19. yüzyıl başında Cuvier’nin katastrofizim, 19. yüzyılda Darwin’in (1809-1882) evrim, Alfred Wegener’in (1880-1930) kıtaların kayması ve 20. yüzyılda bunun bir devamı olan levha tektoniği kuramları ve ilgili araştırmalar, görüşler, tartışmalar, Dünya gezegeni hakkında yanıt bekleyen birçok soruya açıklık getirmiş, insan da çıkan sonuçları kullanarak, doğal afetler (deprem, heyelan, tusunami vb), petrol oluşumu, doğalgaz, volkanlar, madenler, yaşamın kökeni, evrim gibi konulara, “neden, nasıl, niçin”lere yanıtlar vererek çözümler aramıştır.
Jeolojik evrimi kavramanın önemi
Evrim denince akla hep canlılarla ilgili olarak biyolojik evrim gelir. Ancak evrim evrenseldir ve tarihsel kuramdır. Dünyanın 4,5 milyar yıl öncesinden günümüze kadar geçen süre içinde devamlı değiştiği, yalnız canlıların değil kıtaların, okyanusların, atmosferin de değişime uğradığı bilinen bir gerçektir. Gezegende hiçbir şey oluştuğu gibi kalmamaktadır. Örneğin kayaları aşındıran akarsu aşınan malzemeyi ne yapar gibi basit bir soruya yanıt arayabiliriz. Koskocaman bir kaya aşınarak nasıl ve neye değişecektir? İnsan bu değişimi gözleyebilir mi? Bunun gibi sorular evrim düşüncesinin anlaşılmasına kolaylık sağlayacaktır.
Bu konuda zaman ölçekleri önem kazanır. İnsan, gündüz ile gece ya da mevsimlerin değişimini kabul edebilir. Neden kıtaların, okyanusların, canlıların değişimini algılayamaz ya da kabullenemez? Bunun nedeni çok basit. İnsan yalnızca yaşadığı zaman ölçeği içinde kalmaktadır. Belki tarihsel olarak biraz daha eskilere gidebilir, yazılı tarihi algılayabilir. Örneğin bir Osmanlı padişahının yaşamını, o dönemin kıyafetlerini, ya da savaşlarda kullanılan silahları, savaş araçlarını müzelerde görüp düşünebilir. O savaşların zaman ve mekânlarını hayal edebilir. Zaman aralığı genişlediğinde insan nasıl düşünebilecektir? Bunu yaparken nelere gereksinimi olacaktır? İnsan dinozorlar dönemini hayal edebilir mi? Bu dev sürüngenler nasıl bir yerde yaşadı? Havada uçup, denizde yüzdüler mi? Ne yediler, ne içtiler? Nasıl ürediler? Günümüzde yaşıyorlar mı? Bunun gibi birçok soruya nasıl cevap verebiliriz? Dünya yaşamından çekildikleri 65 milyon yıl öncesinden ortaya çıktıkları 240 milyon yıl öncesine kadar geçen “175 milyon yıllık yaşam” süresini nasıl düşüneceğiz? Bu zamanı nasıl hayal edebileceğiz? Bir gün önce ne yediğini bile hatırlayamayan insan, bu muazzam süreyi, geçen olayları, hayatı, kıtaların hareketini, iklimi, atmosferi, okyanusların değişimini nasıl düşünebilecek? Bana ne bunlardan diyebilirsiniz. Ancak, ilgili bilgi düzeyiniz geliştikçe bu size bazı özellikler de kazandıracaktır. Bir defa eleştirel aklın kökeni olan lateral düşünme (mukayeseli-karşılaştırmalı) yeteneğini elde edebilir, yaşamınızdaki düşünce perspektifini genişletebilirsiniz. Bu da yaşamın her alanında sizi başarılı yapacaktır.
Yerbilimindeki önemli prensipler
Dünya oluşumundan beri hep bugünkü gibi miydi? Kıtalar, okyanuslar, yaşam hep aynı mı kaldı? Kısaca dünya zaman içinde değişti mi? Bu sorulara yanıt arayan yerbilimlerindeki önemli prensiplere göz atalım.
Bunlardan ilki İskoçyalı James Hutton (1726-1797) tarafından ortaya atılan Güncelcilik (aktualizm) prensibidir. Kısaca “nesnelerin ve süreçlerin günümüzde bildiğimiz benzerlerine göre baştan kurulmalarıdır”. Örneğin, “günümüzde bir akarsu denize dökülürken oluşturduğu delta ve özellikleri milyonlarca yıl önce de mi aynı olmalıdır? Ancak, bu prensip görünüşte değişim fikrine, evrime aykırı gibi gözükmektedir.
Bir akarsu hep aynı deltayı mı oluşturmuştur? Ya da hep aynı vadi içinde mi akmıştır? Örneğin Kızılırmak’ın Karadeniz’de oluşturduğu delta hep aynı mıdır? Bu sorunun kesin yanıtı “Hayır”dır. Taşıdığı malzeme yağış rejimine bağlı olarak değişik yerlerde değişik şekillerde depolanmaktadır. Deltanın şekli zaman içinde birçok faktöre bağlı olarak değişebilmektedir.
Bu değişim ancak geçiş dönemleri ile açıklanabilir. Bizlerin fark edemediği bu geçiş şekillerini açıklayan prensip İskoç jeoloğu Sir Charles Lyell (1797-1875) tarafından açıklanmıştır. Lyell, yazdığı dört ciltlik Jeolojinin Prensipleri adlı eserinde yerbilimlerinin her konusuna bu prensibi uygulamıştır. Burada önemli bir konuyu belirtmeden geçemeyiz. Biyolojik evrim fikrinin sahibi Darwin’in, bu kavrayışa Lyell’in dört ciltlik eserinden esinlenerek ulaştığı gerçeği gözardı edilemez. Beagle ile yaptığı araştırma gezisinde okuduğu da bu eserdir. Darwin, Galapagos Adaları’na çıktığında kafasındaki düşünce Lyell’in tekdüzecilik prensibinin ana hatları, yani dereceli değişimdir, bunun canlılığa uygulanışıdır. Temel fikir Lyell’indir.
Gezegenimizin değişip değişmediğini anlayabilmemiz için bazı ölçütlerimiz olmalıdır.
Milyonlarca yıl öncesinin coğrafyası, yaşamı ve iklimi hakkında nasıl fikir yürütebileceğiz? Onları nasıl modelleyebileceğiz? Bunun için yerbilimlerinde önemli disiplinler bulunur. Örneğin, geçmiş yaşamı bilebilmemiz için paleontoloji (Fosil bilimi) gereklidir. Fosiller jeolojik zamanlarda yaşamış canlıların taşlaşmış kalıntılarıdır. Bu canlıların bazıları yok olmuş, bazıları da halen yaşamlarını sürdürmektedir. Bunlara bakarak hem canlıyı tanımlayabilir hem de yaşadığı ortamı düşünebiliriz. Fosiller kendilerinde o kadar çok bilgi depolamışlardır ki, bir paleontolog bu bilgileri değerlendirerek milyonlarca yıl öncesinin ikliminden tutun da, yaşamına, ortamlarına kadar birçok konuyu derinlemesine çözebilir. Fosiller çoğu kez bize zaman konusunda da önemli bilgiler verebilir. Örneğin çok kısa zaman aralığında yaşamış ve soyu tükenmiş canlılara ait fosiller bu işi son derece başarılı bir şekilde yapabilir.
Kıta hareketleri, dünyanın içi ile ilgili bilgileri bize, jeofizik, tektonik gibi disiplinler anlatır. Kıtalar hep günümüzdeki gibi midir? Tabii ki hayır. 4,5 milyar yıldır onlar hep hareket halindedir. Halen de hareket etmektedir. Depremler bunun en güzel kanıtıdır. Yerbilimleri o kadar geniş bir bilgi yelpazesidir ki, onun tek bir parçası gezegenimizin milyonlarca yıl geçmişi hakkında bize çok değerli bilgiler verebilir. Bu bilgi topluluğu insanlık için önemlidir. Örneğin, bir derenin akış yolu üzerine fabrika, ev yapılmaması, ya da deprem üreten fayların üzerine şehirler, sanayi tesisleri, önemli askeri yapıların inşa edilmemesi gibi hayati önemdeki konuların çözümüne ışık tutarlar.
DÜNYANIN İLK 4 MİLYAR YILI
İLK KITALAR VE İLKEL YAŞAM
“Küçük Asya (Anadolu) hep böyle miydi? Zonguldak kömürleri nasıl oluştu? Hindistan neredeydi? Başka okyanuslar var mıydı? Yaşam nasıl değişerek bugüne geldi? Memeli canlılar ilk kez ne zaman görüldü? Dev sürüngenlere ne oldu? İklimler değişti mi? Dinozorlar uçuyor mu?” gibi sorulara cevap vermek için insanın aklını zorlayan 4,5 milyar yılı baştan kuralım. Bunun için fosiller, kayalar ve prensiplerden yararlanacağız.
Avustralya’daki zirkon kristallerine göre en eski kaya 4,1 milyar yıl öncesine tarihlenmiştir. En yaşlı kaya 4,1 milyar yaşında olduğuna göre, bu zamanda gezegenin coğrafyası nasıldı? Okyanusların egemen olduğunu görüyoruz. Bunların üzerinde zaman zaman yeniden oluşan irili ufaklı ve volkandan oluşan kısa ömürlü birçok küçük kara parçası yüzmekteydi (Pasifik’teki volkanik adalar gibi). 3,5-3 milyar yıl önce bu ufak levhacıklar konveksiyon (magma içindeki ısı) akımlarının etkisiyle çarpışarak birbirlerine eklendi ve ilk kıtacıklar oluşmaya başladı (levha tektoniği kuramı). Yüksek enerji, meteor yağmuru, volkanik aktivite dönemin etkin koşullarıydı. Atmosferde oksijen hemen hemen yok gibiydi. Enerji dolu bu koşulların altında 3,8 milyar yıl önce okyanusların korunaklı yerlerinde hücreleri çekirdeksiz, genetik materyalin korunamadığı mavi yeşil alglerden ve bakterilerden (prokaryot hücreler) oluşan basit yaşam formları görüldü. Bunların çoğu siyanobakter adı verilen ilk fotosentez olayını gerçekleştirerek oksijen üreten, mercanlar gibi resif oluşturan, zamanın dominant canlıları mavi-yeşil alglerdi (Stramatolit-su yosunları). Günümüzde ise neredeyse yok olmaya yaklaşmış bu organizmaların fosillerine Avustralya’da ve K. Amerika’da sıkça rastlandı.
Kıtalar hareketleniyor
3,5-3 milyar yıl önce olasılıkla süperkıta Rodinia’dan önce ilk kara parçası “Ur”, Nena ve Atlantika kıtalarından oluştu. Nena ise Arktika, Baltika ve Antarktika kıtacıklarından meydana gelen en eski küçük süper kıtaydı.
2,5-1 milyar yıl arasında ilk kıtaların ilkel gelişimlerine bakalım. 1,8 milyar önce süper kıta Kolombiya’nın oluşumunu görüyoruz. Burada Nena’nın bütün parçaları bulunuyor. 1,5 milyar yıl önce ise, Kolombiya parçalanma süreci içindedir. 1,1 milyar önceye gelindiğinde, “Nena” bu sefer süper kıta Rodinia’nın bir parçasıdır ve olasılıkla her iki Amerika, Antarktika, Afrika, Avustralya, Hindistan, Baltika ve Güney Çin bu süper kıtanın parçaları olarak konumlanıyor. Bu dönemde K. Amerika kıtasının yoğun meteor yağmuru altında kaldığı meteor verileriyle biliniyor. Yaklaşık 750 milyon yıl öncesine gelindiğinde Rodinia bu sefer Protolaurasia ve Protogondvana denilen iki küçük süper kıtaya ayrılıyor. Nena’nın büyük bir kısmı Protolaurasia’dır. Doğu Antarktika ise Protogondvana olarak bilinir. Yaklaşık 600 milyon yıl önce ise tek bir süper kıta var: Pannotia. Fanerozoyik başladığında, diğer bir anlamla yaşam çeşitlendiğinde, Nena parçalanarak birçok kratona (eski kıta parçası) bölünecek, Sibirya ve Laurentia Arktika’dan ayrılacak ve Nena tükenecektir.
Konveksiyon akımları kıtaları devamlı hareketli tutmaktadır. Meydana gelen çarpışmalar ise dağları oluşturmaktadır. Kafa kafaya çarpışan iki otomobilin katlanarak yükselmesi gibi…
Bakteriler çeşitleniyor, omurgasızlar kapıda
Okyanusların korunaklı bölgelerinde prokaryotik yaşam devam ederken, hücre zarı ile genetik materyalin içinde korunduğu çekirdekli (nukleus) hücrelerden oluşan ökaryotik yaşam ilk adımlarını attı. Bundan sonra çok hücreliliğe doğru gelişim ve değişim hızlanacak, yaşam daha karmaşık bir hal alacaktı.
Bu ilkel biyolojik karmaşa içinde bakterilerin çeşitlenmeye başladığını görüyoruz. Fosil kayıtları bunu doğruluyor. Tuzsever (halofil), demirsever (ferrofil), yüksek sıcaklığa uyum sağlayabilen (termofil) bakteri tipleri okyanusların değişik ortamlarının önemli canlılarıdır. Son yıllardaki araştırmalar, Çin’de, Kanada’da, Avustralya’daki çökeller içinde 1 milyar yıl önceden kalma bakteri fosillerinin varlığını kanıtlıyor. Dünyanın uzun zamandır karanlık kalmış bu dönemi, elektron mikroskoplarının icadı ile aydınlığa kavuştu. Artık bu sayede yaşları milyarları bulan kayalar içindeki mikro yaşamı öğrenebiliyoruz.
Yaşamın bakteri düzeyinden omurgasız hayvanlar (invertebrat) düzeyine çeşitlenerek gelmesi, 1 milyar yıl öncesinden başlayarak yaklaşık 500 milyon yıl sürdü. Bu bir emekleme devresiydi. 540 milyon yıl önce ise, gelişim patlama noktasına geldiğinde yaşamın çeşitlenmesi ve evrimi önlenemez olmuştu.
Kıta hareketliliği yaşamı da çeşitlendiriyor
Bu dönemde gezegen, çoğu buzullarla kaplı kara parçalarının bir arada bulunduğu, etrafı Iapetus süper okyanusu ile çevrili süper kıta Pannotia, Sibirya ve Kuzey Çin kıtalarından oluşuyordu. Pannotia daha sonra Laurentia, Gondvana ve Baltika kıtalarına ayrılacaktı. Bir taraftan bu olaylar devam ederken, kıtanın büyük bir bölümü meteor yağmuruna tutuldu. Bu olaya ait kanıtlar Finlandiya, Kanada, Çin ve Avustralya’da bulunmuştur. Olasılıkla ilk büyük yok oluş Çin’e düşen meteor ile yaşandı. Acaba bu yok oluşta kimlerin soyu tükenecekti? Iapetus Okyanusu’nun kıyılara yakın sığ sularının çamurlu zeminlerinde 620- 543 milyon yılları arasında yaşayan Ediakarian hayvan topluluğu ortadan kalktı. Bunlar yumuşak vücutları ile düşmanlarına karşı korunaksız çok hücreli (metazoan) omurgasız canlılardı. Topluluk içinde Kurt (Annelida), Deniz analarına benzer formlar (Knidaria), süngerler (Porifera), eklembacaklılar (ilkel Arthropoda) grupları bulunuyordu. Fosillerine Güney Avustralya’da faunaya (hayvan toplulukları) isim veren Ediakarian tepelerindeki kumtaşları içinde rastlandı. Ayrıca, Rusya’da, Kanada’da, Çin’de ve Greenland’de Ediakarian topluluklarının fosilleri bulundu. Buradan şu önemli çıkarımı yapabiliriz. Günümüzde birbirinden binlerce kilometre uzakta olan bu kara parçaları 560 milyon yıl önce bir aradaydı.
Yaşanan bu büyük yok oluş sonrasında, ortama uyum sağlayabilen bir kaç grup evrimleşerek yaşamayı sürdürdü. Böylece 530 milyon yıl önce değişerek evrimleşen ve çeşitlenen bu geçiş faunası milyonlarca yıl sürecek yolculuğuna başladı.
Yaklaşık 4 milyar yıl okyanuslarda süregelen prokaryot ve ökaryot yaşam, son dönemde biraz daha elle tutulur gözle görülür duruma gelmişti. Geri kalan 540 milyon yılda ise, gezegen bu değişimi her yönüyle yaşayacaktı.
Şu gerçeği göz ardı etmemeliyiz: Levha hareketleri kuramının ortaya atılması, yalnız kıtaların hareketli oluşlarını anlamaya yetmedi, canlılığın çeşitlenmesi ve evriminde de bu hareketliliğin önemli rolü olduğunu vurguladı.
Bilim adamları 540 milyon yıldan günümüze kadarki süreyi Fanerozoyik olarak adlandırır. Bu süreç de Paleozoyik, Mesozoyik ve Kenozoyik ve sonrası Kuvaterner’e ayrılır. Zamanlar birbirlerinden genelde önemli yok oluşlarla sınırlanmış, bu sınırlar fosil kayıtları ve radyometrik yöntemlerle tarihlendirilmiştir.
Paleozoyik zırhlı balıklar, dev ormanlar ve yaşamın karaya çıkışı; Mesozoyik sürüngenler ve çiçekli bitkiler; Kenozoyik ise memeliler ile simgeleşti. Kenozoyik’in sonu olan Kuvaterner’e damgasını vuran da Homo türleri yani insan oldu.
Bu bölümde gezegenimiz coğrafyasının (kıtaları, okyanusları, dağları), ikliminin, yaşamının (bitki ve hayvanların) evrimini anlatacağız. Bunu yaparken de bazı önemli olayları ön plana çıkartacağız. Örneğin, karaköprülerinden, dağ oluşumlarından, okyanusların yok oluşlarından söz edeceğiz. Dinozorlara değineceğiz. Atların, insanın gelişimini inceleyeceğiz.
ÇARPIŞAN/AYRILAN KITALAR
VE YAŞAMIN PATLAMASI
540 milyon yıl öncesi, yaşam karaya çıkıyor
Güney yarımkürede Gondvana, K. Amerika, Sibirya ve Baltika kıtaları, Iapetus, ilkel Tetis ve Pantalassa Okyanusları kıtaları çevreledi, gezegeni şekillendirdi. Yaşamda ilk dikkati çeken ilkel kordalı hayvanların gelişimi oldu. Daha sonra bunlar, omurgalı (vertebrata) canlıların ilk büyük sınıfı çenesiz balıkların evrimine öncülük edecekti. Denizlerin sığlıklarında kabuklu omurgasız hayvanlarda çeşitlenmeler arttı. Ilık okyanus suları ve uygun ortamlar, bunların yayılımına olanak sağladı. Bu topluluk içinde ön planda, yürüme organları eklemli, vücutları üç loptan oluşmuş, bileşik gözlü Trilobitleri görüyoruz. Bunların yanı sıra birçok omurgasız hayvan örneğin mercan, iki kabuklu ve diğer gruplar, güney yarımküredeki kıta topluluklarının sığ sularında çeşitlenerek gelişti. Omurgasızlarda bu gelişme görülürken, diğer önemli bir gelişme de omurgalıların balık sınıfında oldu. Milyonlarca yıl süren bu değişim, zırhlı balıklar ve köpek balıklarının da içinde yer aldığı birçok balık grubunun oluşumunu sağladı.
Bu arada süper kıta Gondvana’da 440-290 milyon yılları arasında (Silur, Devon ve Karbonifer) uzun süreli buzullaşmalar başlayacak, kıta çarpışmaları birçok dağ oluşumunu tetikleyecek, Appalaşlar, Kaledonitler ve Ural dağları yükselecekti.
440-430 milyon yılları arasında karalarda ilk yaşam belirtileri ilkel bitkilerle başladı. Yapraksız, köksüz ve basit iletim borulu bu canlılar, denizlerde yaşayan su yosunlarının karalara sıçramasıyla, kıtalarda kendileri için uygun yaşam koşullarının bulunduğu yerlere yayıldı. 400-360 milyon yılları arasında (Devoniyen) bitkiler krallığının en ilkelleri çıplak bitkiler (Psilofita), karayosunları (Bryofita), atkuyrukları (Siphenofita) ve eğrelti otları (Piteridofita) gelişti. Bunların çoğu Karbonifer ve Permiyen dönemlerinin dev ormanlarını oluşturdu. Zonguldak’ın taş kömürleri Karbonifer dönemi bataklıklarında yaşayan bu dev ağaçların fosilleridir. Ormanların gelişimi böcek topluluklarının yayılımına öncülük etti. Kanat açıklıkları 1 metreye yaklaşan kızböcekleri (Odonoptera) bataklıklarda bitki toplukları arasında yaşadı.
Okyanuslarda balık evrimi gelişirken, karada bitki krallığı kuruluyor
Bu sırada ekvator enlemlerindeki okyanusların sığlıklarında resif oluşumları dikkati çekecek kadar arttı. Dünyanın birçok yerinde bu zamana ait fosil resifler içinde milyonlarca yıl öncesinin sığ denizlerinde yaşayan mercan kalıntıları bulunmaktadır. Örnek olarak Toroslar’daki resifleri söyleyebiliriz. Güney yarımkürede geniş buzullaşmaların olduğu dev kıta Gondvana egemenliğini sürdürmektedir. Bu sırada Iapetus Okyanusu kıta çarpışmaları nedeniyle kapanmış, ancak Pantalassa, Prototetis ve Paleotetis Okyanusları halen sürekliliklerini korumaktadır. Zırhlı balıklar (Plakodermi), Köpekbalıkları (Kondrihtiyes) ve karaya çıkışın öncülüğünü yapacak loblu ve saçak yüzgeçli balıklar (Ostehihtiyes) ile ahtopotların ataları Ortoseraslar bu denizlerin egemen yüzücüleridir.
500-360 milyon yılları arasında okyanuslarda dikkati çeken önemli olaylar dizisinin başında balık sınıfının büyük ölçüde evrimini tamamlamış olması gelir. Bu değişimin ve gelişimin sonrasında günümüze kadar yükselerek devam edecek kemikli balıkların çeşitlenmesini göreceğiz.
Bu arada bitkiler karaları işgal etmektedir. Bomboş alanlar onlar için bulunmaz fırsattı ve bunu değerlendirdiler.
360-290 milyon yıllarda dünya rutubetli ve yağışlı bir döneme girecektir. Dev ağaçlardan meydana gelen geniş ormanlar önemli alanları kaplamıştır. Bunların fosilleşmesi ileride kömür yataklarını oluşturacaktır. Bitkilerin karaları kaplamasından sonra artan bataklık ortamları, omurgalıların kıtalarda yayılmasına öncülük edecek ikiyaşamlı (amfibi) gelişimini süratlendirmiştir. Artık karaların işgali için koşullar uygundur. Karaya çıkış iki yaşamlılar ile sürüngenler arasındaki geçiş formlarıyla gerçekleşir. Sonrasında evrimleşen sürüngen sınıfı, Paleozoyik sonu ve tüm Mesozoyik süresince kara, deniz ve gökyüzüne egemen olacaktır.
Bitkiler krallığında ise önemli gelişmeler devam etmektedir. Kozalaklılar (Koniferofita) yani çiçeksiz bitkiler, karaları diğer ilkel bitki toplulukları ile paylaşma çabası içindedir. Buna uyumlu olarak da böcek toplulukları zenginleşecektir.
Karbonifer Dünyası’nda Güney yarıkürede birçok parçadan oluşan ana kıta Gondvana, süper kıta özelliğini korumaktadır. Kuzeydeki kıta topluluğu ile gerçekleşecek kıta çarpışmaları Appalaş, Hersiniyen ve Ural-Altay Dağlarının yükselimini devam ettirmektedir. Bu arada Gondvana’dan ayrılan Çin bloğu, Paleotetis ve Prototetis Okyanusu’nu birbirinden ayırmıştır.
Gondvana’da buzullaşmalar etkinliğini korumaktadır. Sürüngenler evrimlerinin ilk basamaklarını çıkmaktadır. Yaygın bataklık alanları, sucul ortamlardan karaya çıkarak gelişimlerine burada devam eden iki yaşamlılarla (amphibi) doludur. Bu dönemin erken zamanlarında, tek parça kafatası ve kompleks dişleriyle Ihtiyostega dikkati çeker. Denizlerde Kambriyen-Devoniyen’de evrimlerinin en üst noktasına çıkan Trilobitler artık yok olma sürecine girmiş, temsilcileri son derece azalmıştır. Yerin tarihinde en çok sözü edilen tek hücreli foraminiferler, çoğalmak ve kıta platformlarını işgal etmekle meşguldür. Fusulinidae, bu dönemde en iyi bilinen tek hücreli ailesidir.
Dönemin sonuna doğru, ortamlardaki doğal seçilimler ve coğrafik izolasyonlar (yalıtım) ile sürüngen ve memeli evriminde önemli karakterler belirginleşmeye başlar. İlk dikkati çeken karakterler, kafataslarında, omurga-kafatası bağlantılarında, yürüme organlarında ve dişlerde görülür. Sürüngen-memeli geçişlerinde diş farklılaşmalarının görülmesi memelilerin evrimi için önemli kanıtlardır. Bu farklılaşmalar Mesozoyik başlarında yaşayan geçiş formlarında daha da belirginleşecektir.
290-250 milyon yıllar arası, başka bir deyişle Permiyen 1. zamanın son dönemidir. Dünya önemli krizlerinden birini yaşayacaktır. Omurgasız canlılarda büyük yok oluşlar görülecektir.
Bu dönemde, karalarda sürüngen çeşitlenmeleri ve evrimi dikkati çekecek kadar fazladır. Kıtasal alanların genişlemesi bunu olanaklı kılmaktadır. Sürüngenlerden anapsid, örapsid, diapsid ve memelilere giden yolu döşeyen sinapsidler gelişim ve değişim süreci içindedir. Bundan sonra yeryüzü tümüyle sürüngenlerin egemenliği altına girecek, büyük bir çoğunluğu 185 milyon yıl egemenliğini sürdürecektir.
Bu önemli gelişmeler sırasında buzullaşmaların halen devam ettiği Gondvana, kuzeydeki Laurasia kıtası ile birleşerek süperkıta Pangea’yı oluşturmuş, Pantalassa ve Paleotetis Okyanusları bu kıtaları çevrelemiş, kıta çarpışmaları Kayalı dağları, Hersinyen ve Ural-Altay sistemlerini meydana getirmiştir.
250 milyon yıl önce K. Amerika, Güney Gondvana ve Sibirya’ya düşen dev meteorlar biyolojik krizlerin nedeni olarak bilinir. Ancak yok oluşlar yanlız bu olaya bağlı değildir. Değişimlerinin sonuna gelen canlılar birçok yok edici koşulun bir araya gelmesiyle yeryüzü yaşamından çekilmiş, ilkel tiplerden ayrılarak evrimleşen gruplar ise yaşamlarına devam etmiştir.
Sürüngenlerin önlenemez yükselişi
Dünya gezegeni 2. zamana hangi koşullar altında girecektir? Kriz sonrası, iklimde önemli değişiklikler söz konusudur. Dünyanın birçok yerinde kuraklık ve çöl iklimi egemendir. Yaşam oldukça zordur. Ancak durdurulamayan tek bir şey vardır: Sürüngenlerin denizlerde, havada ve karalarda engellenemeyen yükselişleri.
250-206 milyon yılları arasında 2. zaman Triyas’la başlar. Dinozorların ilk temsilcileri ve ilk memeli karakteri içeren sürüngenlerin ortaya çıkışları dünya yaşamı için bir dönüm noktasıdır. Sinapsidlerden evrimleşen köpek büyüklüğündeki sürüngen Sinognathus da, dişlerindeki farklılaşmalar, ağız çevresindeki kıl oluşumları ile memelilere ait ilk karakterlerdir.
Kara sürüngenleri (dinozor ve lepidozorlar), su sürüngenleri (öryapsidler) ve uçan sürüngenler (pterizorlar) gelişimlerinin ilk dönemlerini yaşamaktadır. Daha sonra, Mesozoyik süresince alabildiğine gelişerek tüm ortamları işgal edeceklerdir.
Dönemin sonlarına doğru, kara sürüngenlerinde büyük değişimler oluşmaya başlar. İskelet sistemlerindeki farklılaşmalar bu canlılarda iki önemli grubu birbirinden ayırır. Kuş kalçalı (ornitişia) ile kertenkele kalçalı (saurişia) dinozorlar karalara egemen olur. Döneminin çok daha sonlarına doğru saurişia, iki ayakları ile yürüyen bipedal etçil dinozorlar (terepod) ile dört ayaklarıyla yürüyen ve bitki ile beslenenleri (sauropod) oluşturacak, terepodlar kuşlara giden evrim yolunun öncüleri olarak yaşamın tarihinde yerlerini alacaktır.
Kertenkele kalçalılar bitkilerle beslenen cinsleri içerir. Grubun önemli bir kısmının vücutları zırha benzeyen deri plakalarla kaplıdır. Jura döneminde Stegozor, Kretase döneminde Ankilozorlar en çok bilinen cinslerdir.
Bu gelişmeler devam ederken bitkiler krallığında, iklimin sıcak olması ile birlikte sikadofita (palmiyeler) karalarda çeşitlenerek yayılır. Okyanusların derinliklerinde sephalopodayı (kafadanbacaklılar) önemli bir grup temsil eder. Bunlar derin Triyas denizlerine yaşayacak ve daha sonra da yok olacak seratitlerdir. Sefalopoda evriminde önemli yeri olan bu canlılar, yanlızca Devon döneminde yaşamış Ortoseratit denilen düz ve basit stur çizgili ve yok olmuş bir kafadan bacaklı grubun evrimleşerek gelişen temsilcileridir. Kabuk morfolojilerindeki özel süsler (seratit tip stur çizgili) ile tanınırlar. Bunlar bir sonraki dönem Jura ve Kretase’de çok daha farklı tiplere evrimleşerek Ammonit tip sefalapodları oluşturacak ve 65 milyon yıl önce sürüngenlerin önemli bir kısmı ile birlikte yok olacaktır.
Atlantik Okyanusu ortaya çıkıyor
Jura ve Kretase dev sürüngenlerin (dinozor) zamanı olarak bilinir. Dünyanın çeşitli yerlerindeki fosil kayıtları bu söylemi destekler. Zamanın sonlarına doğru önemli bir rakiple karşı karşıya kalacaklardır. Kıllı vücut örtüleri ve sütbezleri ile fare büyüklüğündeki ilk memeli temsilcileri, Triyas sonuna doğru dünya coğrafyasında görülmeye başlar. Süratli oluşları, her yere ulaşabilmeleri onları ağır cüsseli dinozorlara karşı önemli bir rakip yapacaktır. 2. zamanın sonlarında böcekçi tiplerin, keselilerin ve plensentalıların ortaya çıkışı bu mücadeleyi daha da artıracaktır.
Jura başlarında süper kıta Pangea parçalanma süreci içindedir. Pelotetis (eskitetis) Okyanus’u tükenmiş, Akdeniz’in atası Neotetis (yenitetis) Okyanusu batıda dev bir körfez şeklindedir. Kıtanın doğusunda, Pasifik Okyanusu halen etkinliğini sürdürmektedir. Dönemin ortalarına gelindiğinde (180-159 milyon yıl öncesi) Pangea’nın orta kesimi yavaş yavaş parçalanır ve Atlantik Okyanusu belirmeye başlar. Bu gelişme dönemin sonlarına kadar yavaş yavaş devam eder, Atlantik Okyanusu bugünkü şeklini kazanır.
Okyanus tabanından Himalayalar’ın tepesine
Burada yine yazının başına dönelim ve tekdüzecilik prensibini hatırlayalım. Dünya haritasına bakıp soralım: Atlantik Okyanusu milyonlarca yıl önce de hep böyle miydi? Atlantik’in oluşumu 159 milyon yıl önce başlar. Bugünkü şekline yaklaşması ise 33 milyon yıl öncedir. Çok doğaldır ki, bu muazzam süre içinde Atlantik birdenbire bugünkü şeklini kazanmadı. Gelişim halen devam etmektedir. Bilimsel veriler (levha tektoniği kuramı ve derin deniz araştırmaları) bu gelişime önemli kanıtlar sunar. Başka önemli bir kanıt kaynağı da fosil verileridir. Günümüzde birbirinden okyanuslarla ayrılmış kıtalardaki fosilli yerler, 250 milyon yıl önce bir aradaydı. Örneğin: Güney Afrika’nın batısında ve Güney Amerika’nın doğu kesimindeki Üst Permiyen yaşlı Mesozor isimli su sürüngenine ait fosil lokaliteleri, 250 milyon yıl önce bu iki kıtanın bir arada olduğunu bize söylemektedir. Bir diğer önemli örnek Glossopteris’dir (eğrelti otu). 300 milyon yıl önce tüm Gondvana kıtasını kaplayan bu bitkinin fosilleri günümüzde birbirinden ayrı kıtalarda/yerlerde (Antarktika, Avustralya, Afrika, Güney Amerika ve Hindistan) bulunmaktaydı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Gezegenimizde dağlar, nehirler, denizler, iklim ve yaşam devamlı değişim ve gelişim halindedir. Bu milyonlarca yıl süren bir evrimdir. Kayalar aşınıp çakıl, kum, kil olduğu gibi, kıtalar çarpıştığında okyanuslar da dağ olabilmektedir. 9 bin metre yüksekliğe yaklaşan Himalayalar’ın tepesindeki denizel fosiller bir zamanlar bu dağların okyanus tabanında olduğunu açıklamaz mı?
185 MİLYON YIL SÜREN
DİNOZORLAR VE DEV SÜRÜNGENLER ÇAĞI
Jura’nın başlarında (199 milyon yıl önce) dinozorlar karaları, su sürüngenleri okyanusları, uçanlar da gökyüzünü işgal etti. Kertenkele kalçalı terepod dinozorlar iki ayakları ile oldukça süratli koşan etçillerdi (Seratazorlar). Dönemin sonlarına doğru irileştiler ve boyutları büyüdü. Örneğin Allozorlar gibi. Ankizor, Diplodokus, Apatozor ve yine bu dönemin sonlarında Brakhiozorlar dört ayakları ile yürüyen Sauropod tiplerdi. Kuş kalçalı olanlarda da büyük gelişme bu dönemde görüldü. Bunlar hem iki ayakları ile hem de dört ayakları ile yürüyen dinozorlardı (Heterodontozor ve Dryozor gibi). Bu grup içinde dört ayakları ile yürüyen, vücutları zırh gibi deri plaklarla kaplı Stegozorlar dönemin sonlarında yaygınlaştı. Kıtalarda dinozorların egemenliği sürerken, okyanuslarda deniz sürüngenleri Plesiozor ve Teleozorlar yaşadı. Gökyüzünde ise Pterizorlar ve benzerleri egemenlik kurdu. 1,2 m kanat açıklığı ile Dimorfodon ve uzun kuyruğu ile Ramphorhiynkus uçan sürüngenlerdi. Bir sonraki dönemde (Kretase) ise bunlar kanat açıklıkları çok daha fazla olan cinslerle temsil edilecekti.
Dinozordan kuşa: Arkeopteriks
Yaşamın evriminde Jura dönemi önemli basamaklardan biridir. Bir taraftan kuşlar diğer taraftan memeliler bu basamakları süratle çıkacaktır. Kuşlar terepod dinozorlardan evrimleşen omurgalıların bir sınıfı olarak bilinir. Hem sürüngen hem de kuşlara ait özellikleri birlikte taşıyan Arkeopteriks, 19. yüzyılın ikinci yarısında keşfedilen önemli bir geçiş formudur. Küçük dinozor Komsognatus’dan (mükemmel çene) evrimleşen Arkeopteriks’e (Eskikanat) ait ilk fosil, 1855’de Güney Almanya’da Altmühl vadisi içindeki Üst Jura yaşlı (152-145 milyon yıl önce) litografya kireçtaşlarını işleten bir taşocağında bulundu. Banker ve amatör paleontolog Herman von Mayer kötü korunmuş bu fosil hakkında kesin bir bilgiye varamadı. Ancak 5 yıl sonra 1860’da Solnhofen’daki taş ocağında aynı tabaka içinde 60 mm uzunluğunda, 11 mm genişliğinde, tüy olduğu şüphe götürmeyen bir fosil bulununca Mayer bunun 3. zamanda yaşamış bir kuşa ait olduğunu zannetti ve lithografya (Kitap basımında kullanılan çok ince taneli bir çeşit kireçtaşı) kalkerleri içinde bulunması nedeniyle tür isminin lithogarphica olması gerektiğini belirtti.
Bu geçiş formu ile ilgili ilk bilimsel tanım, Archeopteryx macrura (uzun kuyruk) adıyla İngiliz anatom Richard Owen tarafından yapıldı ve bunun bir kuş fosili olduğu belirtildi. Bu fosil Londra örneği olarak da bilinir. Tanımdan 16 yıl sonra, ilk buluntu yerinden 15 km doğuda çok iyi korunmuş başka bir fosil daha bulundu. Kafatası ve dişleri çok daha belirgindi. Sonraki araştırmalarda, çok önce bulunan ve A. macrura olarak bilinen örnekle yeni bulunan fosillerin aynı olduğu ve hepsine birden A. lithographica adı verilmesinin zoolojik koda göre uygun olacağı belirtildi (Arkeopteriks’in bulunuş öyküsü için Şengör ve Sakınç, 1995 CBT no 456 ya bakınız).
Tüylü dinozorlar
Yapılan araştırmalar dinozorlar-kuşlar arasında tüylü geçiş formlarının da olması gerektiğini belirtiyordu. Hatta bu konuda temsili resimler dahi çizildi. 1990’lı yılların sonuna doğru bilim dünyası bu konudaki keşiflerin heyecanını yaşayacaktı. Çin’in kuzeydoğusunda Lioning eyaletinde bir çoban ilk tüylü dinozor fosilini lagün çökelleri içinde buldu. Kısa bir süre sonra bölgede yapılan yoğun araştırmalar birçok tüylü dinozor fosilinin daha varlığını ortaya çıkaracaktı. Çizim modelleri gerçek olmuştu.
Arkeopteriks yaşamda çok fazla kalamadı ve çok kısa bir zaman içinde yok oldu. Ancak kuşlara giden evrim yolunun öncüsü olmuştu.
Jura sonları ve Kretase’nin başları (145-124 milyon yıl önce) tüylü dinozorların zamanıdır. Günümüzde yapılan birçok araştırmada bilim adamları kuşların birer dinozor olduğu konusunda ve özellikle iskelet sistemleri hakkında güçlü veriler elde ettiler. Kanıtlar kuşların tüylü dinozorlar olduğu yönünde. 145-124 milyon yıl önce ya da Kretase erken döneminde tüylü dinozorlara ait birçok fosilin Çin’in Lioning eyaletinde son 10 yıl içinde bulunması, bu konuda devrim yapacak görüşlerin ortaya konulmasına neden oldu. Tüylü dinozor fosillerinin bulunuşu, kuşların “yaşayan dinozorlar” olduğu fikrini destekledi.
1996’da 1 m uzunluğunda vücudunun üçte ikisi kuyruk olan Komsognatus tipinde terepod ve vücudu ince saç şekilli flamentlerle kaplı Sinosauropteryx prima (Çin Kanatlısı) keşfedildi. Bundan bir sene sonra, bu sefer kuyruk ve ön kollarda ince tüy şeklinde flamentleri olan 70 cm uzunluğunda Protarchaepteryx robusta (ilk eski kanat) yine Lioning eyaletinde bulundu. Aşırı derecede uzun ayakları ve kısa ön kolları vardı. Ancak vücut morfolojisi uçmaya elverişli değildi. 1998’de bulunan Caudipteryx zoi (kuyruk kanatlı ya da tüylü) de, 90 cm uzunluğunda boyu ve uzun ayakları ile uçamayan bir türdü. Oviraptor grubundan evrimleşen bu türün adaşı Caudipteryx dongi ise vücudunda hem tüy hem de sürüngen tipi deri plakalar içermesi ile geçiş formları özelliklerini çok iyi barındırıyordu. Aynı yıl Moğolistan’da, Moğol dilinde kuş (shuvuu) anlamına gelen Shuvuuia deserti keşfedildi. Ancak bunun yaşı diğerlerine göre daha gençti. 1 m uzunluğundaki bu tür, kuş benzeri dinozorlar grubundan Alverezorlara aitti.
1999’da tüylü dinozor cenneti olan Lioning’de yine erken Kretase dönemine ait (127-121 milyon yıl önce) 2 m uzunluğunda ve Sinosauropteryx’de olduğu dibi vücudu ince tüylerle kaplı Beipiaosaurus inexpectus bulundu. Uzun boynu ve uzun pençeleri ile tüylü dinozorların şimdiye kadar bulunanlarının en irisiydi. Tüy flamentleri diğerlerine göre oldukça uzundu (yaklaşık 50-70 mm). Bunlar kuş tüyü gibi bir çukur içine yerleşmişti ve uç kısımlara doğru dallanmaları belirgindi.
Yine aynı yıl ve aynı lokalitede, 124 milyon yıl önceye tarihlenen Sinornithiosaurus millennii (Çin kuş sürüngeni) keşfedildi. Dromeozorlara ait olan bu tür, uzun kolları ile karakteristikti ve vücudu kuş tüyü gibi ince uzantılar ile kaplıydı. Köprücük kemiği ve lades kemiği kuşlarda olduğu gibiydi ve ataları Arkeopteriks’le aynıydı.
Son keşif 2003’te aynı bölgede yapıldı. Yeni bulunan tür 124 milyon yıl önce yaşayan Microraptor gui idi. Bu da Dromeozorlara aitti. Daha çok bunların kaybolan kolu Kriptovolanslara benziyordu. Tüyler önkol ve arka bacaklara yayılmış, hemen hemen kanatlı bir görünüm almıştı. Bu nedenle türe “dört kanatlı dinozor” demek daha doğru olacaktı. Tüylerin kaplı olduğu yerler ve özellikleri, bu türün uçtuğu konusunda şüphe götürmez veriler sundu.
Lioning’de çalışmalar halen devam ediyor. Yaşamın evriminde önemli keşifler her geçen gün artarak sürüyor. Daha önce yapılan çalışmalarda öncü arkeopteriks ile kuşlar arasında birçok geçiş türünün olasılığı temsili resimlerle açıklanmaya çalışılıyordu. Ama şimdi her şey bulunan fosillerle gerçek oldu.
Peki, tüylü dinozorlara ne oldu? Bunlar görülmeye başladıkları erken Kretase döneminden sonra kuşlar olarak yollarına devam ettiler. En önemlileri Hesperornis ve Ihtiyornis, Kretase okyanus ve denizlerinin kıyılarında yaşayan dalıcı su kuşlarıydı. Hesperornis K. Amerika’daki iç denizde yaşadı. Ammonit, mürekkepbalığı ve balıklarla beslendi. Güçlü çenesindeki bir sıra sivri küçük dişler dinozor karakterleri olarak korunuyordu. Ihtiyornis (balıkkuşu) de Hesperornis gibi balıklarla beslenen dalıcı bir kuştu. Onun da uzun çenesinde bir sıra sipsivri dişler vardı. Bu dalıcı kuşlar da diğerleri gibi bu dönemin sonunda yok oldu.
Jura okyanuslarında, Triyas sonrası yok olan kafadan bacaklı seratitlerin yerine, bu sefer kabuktaki sütur çizgilerinin çok daha karmaşık olduğu ammonitlerin geliştiklerini görüyoruz. Bunların da sonu aynen dinozorlar gibi olacak, Kretase sonunda onların da soyu tükenecekti.
Karada, denizde, havada: Dev sürüngenler
Pangea’nın parçalanması ve denizel alanların genişlemesi ile kıta platformlarında omurgasız hayvanların gelişimi arttı. Tropikal denizlerde mercan resifleri geniş coğrafyalara yayıldı. Bitkiler krallığında önemli gelişmeler oldu. Çiçekli bitkiler (angiospermea) gelişmeye başladı.
145 milyon yıl önce başlayan Kretase döneminin sonunda, yani 80 milyon yıl sonra, büyük yok oluşla birlikte Mesozoyik de sona erdi.
Kretase dönemi coğrafyası gezegeni nasıl etkilemişti? Atlantik Okyanusu’nun gelişimi devam etti. Gondvana’nın parçalanmasıyla birlikte Hint Okyanusu açıldı ve Hindistan plakası anakaradan ayrıldı.
Karada terepod dinozorlardan Utahraptor, Velosiraptor, Tiranazor gibi iki ayakları üzerinde yürüyen (bipedal) etçil (karnivor) cinsler egemen oldu. Dörtayakları ile yürüyen ve bitki ile beslenen (herbivor) tipler dev cüsseleri, uzun boyunları ile dikkati çekti. Brachiozor, Titanozor ve Saltozor en iyi bilinen cinslerdi.
Kuşkalçalı’da (ornithişia) büyük gelişmeler ve çeşitlenmeler görüldü. Zırhlı olanların en iyi bilineni Ankilozor, Stizozor ve Triceratops’lardı.
Dinozorlarda evrim sürerken, denizlerin sığlıklarından derinliklerine kadar geniş ortamlarda çeşitli türde sürüngenler yaşadı. Bunlar arasında en önemlisi 112 milyon yıl önce erken Kretase okyanuslarında yaşayan 12 m uzunluğunda dev deniz sürüngeni Kronozor’du. Çok iyi yüzücü olan türün son derece güçlü çenesi ve muzu andıran dişleri vardı. Besinleri, köpekbalıkları, diğer su sürüngenleri ve dev mürekkep balıklarıydı. Fosilleri Avustralya kıtasında bulundu.
Dönemin sonlarına doğru, okyanusların sığlıklarında yaşamını sürdüren diğer bir avcı, 10 m uzunluğunda Mosazor’du (Mosasaurus hofmanni ye ait detaylı bilgi için Barnet ve Tunoğlu 2002’ye bakınız). Bu su sürüngenine ait fosil kalıntılar Avrupa ve Amerika’da bulundu. Son yıllarda ise yeni bir buluntu yeri Türkiye’de (Kastamonu-Devrakani) saptandı. Dev sürüngenin yiyecekleri arasında yengeç, ammonit ve diğer su sürüngenleri bulunuyordu. 69-66 milyon yılları arasında yaşayan diğer bir su sürüngeni Elasmozor, Plesiozor ailesine ait bir cinsti. Yaklaşık 2,3 ton ağırlığındaki vücudu 14 metre uzunluğundaydı ve 8 metresi boyun kısmına aitti. Uzun boynu üzerindeki küçük kafası ve çenesindeki keskin dişleri ile bir yılan gibi son derece süratli hareket ederek avlarını yakalayan Elasmozor, geç Kretase’nin sığ denizlerinde yaşadı.
Çok sayıda türleri ile tam bir sürüngen çeşitliliği sunan Kretase dönemi gökyüzünde de, inanılmaz kanat açıklığı ve ürkütücü görünümleri ile birçok uçan sürüngene ev sahipliği yaptı.
Pterozorların (kanatlı sürüngen) en boyutlu olanları bu dönemde yaşadı. Bunların arasında 7 m kanat açıklığı, dişsiz, kuyruksuz, uzun gaga gibi baş uzantısı ve kemikten yapılmış uzun başlığı ile pterodonlar, gökyüzünün efendileriydiler. Ama bir tanesi vardı ki, 12 m kanat açıklığı ile Kretase göklerinin tek hâkimiydi: İhtişamlı Kutzelkoatlus.
Tabii bu zamanda sürüngenlerin diğer bir kolu Lepidozorlar (bunların içinde timsahlar da vardır), ayrıca ilkel sürüngen grubundan anapsidleri oluşturan kaplumbağalar, özellikle denizlerde ve nehirlerde yaşadılar. Bu iki grup dönemin sonundaki büyük yok oluştan etkilenmeden yollarına devam etti ve evrimleşerek günümüzde de yaşamlarını sürdürüyorlar.
Memelilerin ataları beliriyor
Omurgasız hayvanlarda çeşitlenme devam etti. Triyas sonunda yok olan seratit tip kafadanbacaklı (sephalopoda) grubun yerini Jura döneminde alan ammonitler, sürüngenler gibi sanki sonları gelmişçesine o kadar çok çeşitlenmişlerdi ki, tüm karalarda nasıl dinozorlar, denizlerde su sürüngenleri egemense, onlar da tüm okyanuslara egemen oldu.
Çiçekli bitkilerin çeşitlenmesi Mesozoyik sonlarına doğru gerçekleşti. Manolyalar (Magnolipsidler) ve zambaklar (Liliopsidler) ilk kez görüldü. Çamgillerden (Konifera) dev boylu Sequalar soğuk iklim bölgelerinde yayıldı. Çiçekli bitkilerin en önemli özelliği polenlerinin olmasıydı. Bunların dağılımı rüzgâr ve böceklerle oluyordu. Doğal olarak böcekler de çeşitlendi ve yayıldı.
Şimdi bazı önemli gelişmeleri hatırlamak için milyonlarca yıl geriye 2. zamanın başına dönelim. Manzaraya dikkatlice bakalım. Bataklıklarda amfibiler karaya yerleşmeye hazırlanmakta. Mesozoyik süresince ortam koşullarına bağlı olarak değişikliğe uğrayacak, ilk memeli karakterleri sürüngenler de görülmeye başlıyor. Kretase’nin başlarında ilk marsupial (keseliler) ile ilkel plesental memeliler fare ya da sincap büyüklüğünde. Bu zaman sonuna doğru karnivor (etçil) memelilerin ilk ataları Deltatherid’ler ortaya çıkmaya hazırlanıyor. Bunlar daha sonra 3. zamanın başında etçillerin gerçek atası olan Kriodontlara evrilecek, fakat yaşam süreleri çok kısa olacak. Bu zamanda evrimleşmeye başlayan memelilere ait diğer bir grup, toynaklıların ya da geviş getiren herbivor (otçul) memelilerin ataları ortaya çıkıyor. Bunlar Kondylatira ya da ungulatlar (toynaklılar). Yaşamda evrimin hiç de kolay olmadığı ortada. Tüm canlılar yaşayabilmek için yoğun bir çaba içinde. Bu, yaşamın bir gereği.
Şimdi yine Mesozoyik sonlarına gidelim ve okyanusları inceleyelim. Tekhücreliler ve omurgasızlar dikkati çekecek kadar gelişti. Kıta platformunun sığlıklarında yaşayan tekhücrelilerden foraminiferler çeşitlendi. Hem plankton (akıntılarla yol alan) olanlar hem de bentik (sabit) olanlar geniş okyanus coğrafyasına yayıldı. Büyük yok oluşa onlar da dayanamadı ve yaşamdan silindi. İki kabuklu (bivalvia) Hippuritler ekvator enlemlerinin sığ denizlerinde resifler oluşturdu. Bunlar da diğerleri gibi dönemin sonunda yok olacaktı.
65 milyon yıl önce: Büyük yok oluş
Son yıllardaki keşifler dünyanın birçok yerine irili ufaklı birçok meteorun düştüğünü saptadı. 1980’de bu konudaki önemli gelişmeler bilim dünyasını şaşırttı. Kaliforniya Üniversitesi’nden Luiz ve Walter Alverez 65 milyon yıl önce dünyaya bir kometin düştüğünü, çarpma sonucunda oluşan uzun süreli olumsuz koşulların (iklim değişikliği gibi) dünya üzerinde, özellikle K. Amerika kıtasında biyolojik kitlesel yok oluşların nedeni olduğu katastrofi görüşünü ortaya attı. Buna göre yaklaşık 170 km çapında dev bir komet Meksika Körfezi’nde Yukatan Yarımadası civarına düşmüştü. Komet yarımadaya 20-30o açı ile çarpmış, 100 km çapında bir krater açmıştı. Çarpma sonucunda, 1980’de püsküren St. Helen Yanardağı’nda ortaya çıkan enerjinin 6 milyon katı bir enerji ortaya çıkmıştı. Bu güç aynı zamanda 100 milyon ton TNT’ye de eşitti.
Araştırmalar bu çarpmanın izlerini saptadı. Dünyada son derece az bulunan İridium elementinin varlığı yeryüzünde birçok bölgede saptandı. Bu element yalnızca kometlerin bileşiminde bulunuyordu. Şiddetli çarpma kometin parçalanmasına ve toz bulutu haline gelmesine neden oldu. Toz bulutu uzun süre atmosferde asılı kaldı. Daha sonra iridiumca zengin tozlar o zamanın okyanuslarında çökeldi. Milyonlarca yıl sonra kıta hareketleri bunları su üstüne çıkarttı. Dağlardaki kayalar ve fosiller, 65 milyon yıl öncesinin olaylarını kaydeden bir teyp bandı gibi şimdi karşımızda duruyor. Doğa bilimciler her zaman olduğu gibi bantları çözmekle meşgul.
Dünya yüz binlerce yıl kendine gelemedi. Yaşamın çoğu yok oldu. 185 milyon yıl karalara, denizlere ve gökyüzüne hükmeden sürüngenler de artık yoktu. Ama timsahlar, kaplumbağalar, yılanlar ve kertenkeleler yeni yaşamlarına üçüncü zaman Kenozoyik’de de devam ettiler.
Peki, şimdi boşalan kıtalara ne olacaktı? Sürüngenlerin yerini kimler alacaktı? Aslında çoktan yola çıkmışlardı bile. Küçük oluşları onları bu karmaşadan kurtardı. Evet, omurgalı hayvanların dev sınıfı memelilerden söz ediyoruz. Dünya artık onlarındı. 65 milyon yıl süreyle. Bu sefer sıra onlarda; başka bir yok oluşa kadar.
65 MİLYON YIL ÖNCEDEN GÜNÜMÜZE
SIRA MEMELİLERDE
Memeliler, dev sürüngenler (dinozorlar) yok olduktan sonra boşlukları değerlendirdiler. Hızla evrimleşerek tüm kıtalara, okyanuslara ve gökyüzüne yayıldılar. Memeliler yaşam ortamlarına egemen olurken nasıl bir coğrafya ile karşılaştılar?
Kıtalar ayrılırken, karaköprüleri önem kazanıyor
Pangea’nın parçalanması devam ediyordu. Okyanus alanları gittikçe genişledi. Orta ve Güney Atlantik Okyanusu gelişimini sürdürürken, Kuzey Atlantik açılmaya başladı. Tetis ve Pasifik dünya okyanusu olma özelliğini koruyordu. K. Amerika’daki büyük iç deniz kurudu, Greenland bu kıtadan ayrıldı. Güney Yarımküre’de Gondvana’nın parçalanması devam etti. Hindistan plakası kuzeye doğru ilerlerken, Avustralya da Gondvana’dan ayrılacaktı. Kıtalar ve okyanuslarda bu değişiklikler olurken, ormanlar güney kıtalarında geniş alanlara yayıldı. K. Amerika ve Avrupa kıtaları ekvator alanlarında tropikal-yarı tropikal yağmur ormanları ile kaplandı. Daha kuzeye doğru soğuk bölgelerde çam ormanları dikkati çekecek kadar yayıldı.
Güney Amerika ile K. Amerika kıtaları, evrimleşmeye başlayan keseli hayvanlara, örneğin opossumlara (marsupial) kuzeye doğru geçiş yolu oluşturdu; bunlar süratle kuzeye doğru göç etti. Günümüzdeki fosil kalıntıları bu görüşü doğrulamaktadır.
Plesental memelilerin yayılımı ise kuzey kıtalarında kemiriciler (rodent) ve primatlar (maymunlar) ile gerçekleşti. Toynaklı memeliler (tapirler) ve etçiller (karnivora) kuzey kıtalarında, Avrasya’da süratle evrimleşirken, güney kıtalarında da keselilerin (marsupial) gelişimi devam ediyordu.
Güney Amerika’daki toynaklıların evrimi 100 milyon yıl öncesine gider. Kuzeyde ortaya çıkıp, bu zamanda güneye, karaköprüleri ile geçtiler. Fosil kalıntılarına göre plesental memelilerin bu kıtada da yayıldığı anlaşılmaktadır. Afrika kıtasında ise Afroteria olarak bilinen özel bir plesental grubu henüz gelişmeye başladı. Bunlar daha sonra filler, hyrakslar ve deniz memelilerinden denizineklerini oluşturacaktı. Laurasiateria karnivorlarının Afrika’ya geçişleri ise bu kıtanın kuzey kıtaları ile bir arada olduğu zamanlarda, yani Mesozoyik ortalarındadır.
Gökyüzünde pterenodon ya da pterodaktiller veya bunlardan daha büyük olan Kutzelkoatluslar artık yoktur. Hatta Hesperornis ile Ihtiyornis da yoktur. Onların yerini Sisoniformes (leylekler), Gaviiformes (dalgıç kuşları), Podisipediformes (batağanlar), Pelekaniformes (pelikanlar), Karadriiformes (yağmur kuşları) ve yanlızca 65-55 milyon yılları arasında K. Amerika’da yaşamış Diatrimiformesler aldı. En önemli cins Diatrima, uçma yeteneğini kaybetmiş iri bir kuştu. 2 m boyunda ve 100 kg ağırlığında vücudu ve güçlü çenesi ile pençelerini kullanarak küçük memeli ve etçil hayvanları avlayarak beslenirdi.
50 milyon yıl öncesinde, diğer deyişle Eosen’de (yeni canlılar dönemi), K. Amerika ile Asya arasında hayvanların yayılımına olanak sağlayan Bering karaköprüsünün meydana gelmesi önemli bir coğrafik olaydır. Deniz suyu seviyesinin düşmesiyle birlikte her iki kıta arasında kara bağlantısı oluşmuş, bunun sonucunda K. Amerika ve Asya’daki memeli hayvanlar Bering Karaköprüsü’nü kullanarak kıtalara yayılmıştır. Kenozoyik’i karaköprüleri zamanı diye düşünebiliriz.
Gezegenimiz bu dönemde günümüzdeki şekline yaklaşan bir coğrafya sunmaktadır. Tetis Okyanusu’nun etkinliği halen sürmektedir, Hindistan neredeyse Asya ile çarpışmak üzeredir. Dönemin sonlarına doğru çarpışma gerçekleşecek ve Himalaya Dağları oluşacaktır. Bu hareketler batıda da devam eder ve batıdan doğuya uzanan muazzam bir dağ silsilesi “Alp-Himalaya” oluşur. Bu arada Küçük Asya’nın (Anadolu) güneydoğu kesimleri ile Arabistan Yarımadası arasında ilk kıta-kıta çarpışmaları Afrika-Küçük Asya bağlantısını sağlayan karaköprüsünün meydana gelmesine öncülük edecektir.
Memelilerin evrimi dikkati çekmektedir. Bunların arasında öyle bir grup vardır ki, evrimleri, eksiksiz fosilleri ile 50 milyon yıldan günümüze kadar rahatça izlenebilmektedir: Atlar. Değişen ortam koşullarının yaşamlarına nasıl etki ettiğini, morfoloji ve fizyolojilerine nasıl yansıdığını fosillerindeki kanıtlarıyla göreceğiz.
Dünya yavaş yavaş karaköprüleri dönemine girmektedir. İzolasyonların ortadan kalkması göçleri sağlayacak, bu da çeşitlenmeleri artıracaktır. Yarı-tropikal ormanlar kutuplardan kutuplara uzanmaktadır. Kuzey enlemlerinde K. Amerika ve Avrasya yağmur ormanları ile kaplıdır. Hatta bu yoğunluk neredeyse kutup bölgesine kadar etkilidir. Güney enlemlerinde ise tropikal ormanlar G. Amerika, Afrika ve Avustralya kıtalarını kaplamıştır. Bu kadar geniş orman alanları memelilerin gelişimi için çok uygundur.
İlkel primatlar: İnsana gidecek yol
Memelilerin dağılımında tüm kıtalarda en ön sırada kemiricileri (rodent) görüyoruz. Ayrıca toynaklı ve keseli memelilerin de bu dağılımın içinde önemli bir konumda olduğu fosiller ile doğrulanıyor. Kuzey kıtalarında opossum benzeri tipler yaşamlarını sürdürüyor. Kemiricilerden sincap benzer…
Kaynak: Bilim ve Gelecek