Evren, Evrim ve İnsan / Bahar Öcal DÜZGÖREN


Başlarken…

Aydınlanma çağı, büyük umutların yeşerdiği bir çağdı. Bilim, insanoğlunda, kendi içindeki mikro kozmos ve kendi dışındaki makro kozmos ile arasında duran o karanlık bilgisizlik uçurumunu bir adımda aşıvereceği umudunu yeşertmişti. İlk bilimsel buluşlar, basit birkaç yasaya uyan basit evren modelleri geliştirilmesine olanak sağlamıştı. Evrende yalnızca düzen olduğunu ve bu düzenin belirlenebilir olduğunu düşünen deterministler, bu noktadan hareketle toplum mühendisliğine de girişmişler; yine basit birkaç kuraldan yola çıkarak o basit evrenlere uygun, basit ama ideal toplumlar da tasarlayıvermişlerdi.

Ama  insanoğlunun beyninde biriken birim bilgi miktarı arttıkça ve bu artış, bilimsel bilgide parçalanmaya ve yabancılaşmaya yolaçtıkça, yeşeren umutlar yavaşça soldular. Bilimsel bilginin birikme hızına yetişemeyen ve bu kadar çok bilgiyi yorumlamaktan ürken filozoflar yüzünden insanoğlu, yine dogmalara sığınır oldu. Ya da evrende düzenin değil, düzensizliğin egemen olduğunu savunan karamsarlar çoğaldı.

Halbuki, bir bütün olarak değerlendirildiğinde son birkaç yüzyılın bilgi birikimi, evrende hem düzensizliğin, hem de, bilim insanlarıyla filozofların başlangıçta zannettiği kadar basit ve deterministlerin zannettiği gibi bütünüyle hükmedilir olmasa da bir düzenin varolduğunu bir kere daha kanıtlıyor gibi… Ama bunu tartışabilmek için, önce, özet halinde bile olsa, bilimsel bilgi birikiminin bugün, evrene ve insana dair neler söylediğini bilmek gerekiyor. Bu dizi, günümüzde böyle bir özet bilgiye sıradan insanların bile ulaşabileceğini ve bilimin bugün geldiği noktanın Aydınlanma çağındakinden çok farklı olduğunu kanıtlamak amacıyla hazırlanmıştır.

Bahar Öcal Düzgören

SAYFA> | 1 | 2 | 3 | 4 | 5 |

1. Bölüm

Evren

  • Evren de tıpkı tek bir insan gibi: Doğmuş, büyüyor, ama yeterince güçlüyse, vaktinden önce bir kazaya kurban gitmezse, o da günü geldiğinde yaşlanacak ve ölecek!
  • Eğer evren, hiçliğin içindeki tek bir noktanın içine sığışmış olan muazzam enerji birikiminin patlamasıyla ortaya çıkmış ve 20 milyar dünya yılı kadar bir sürenin sonunda insana ulaşmış bir gerçeklikse, o taktirde hepimiz, o enerji birikiminin torunları olmalıyız!
  • Evrende yalnızca düzen yani kozmos yok, bir yanda da düzensizlik, yani kaos var!..

Hiç de zor değil!.. Bugünlerde yalnızca astrofizikçilerin, hem de ister istemez bir takım karmaşık formüller çerçevesinde sürdürdükleri tartışmanın özünü kavramak, aslında hiç de zor değil!.. Çünkü astrofizikçiler de bu dünyanın insanları… Ve onlar yalnızca, Antik Yunan’da, 2 bin 5 yüz yıl kadar önce doğa filozoflarının başlattığı işin; evrene ilişkin bilgileri insan aklıyla toplama ve yorumlama işinin izini sürmekteler. O günden bu güne kıdım kıdım toplanan bilgilerin ve yapılan yorumların ışığında, evrenin, hala tam da anlaşılamamış yapısına ilişkin gizleri çözmeye çalışmaktalar.

Astrofizikçiler, ya da en azından bir kısım astrofizikçiler şunu söylüyorlar:

20 milyar dünya yılı kadar önce, zamansız boşluğun, yani tek bir noktadan ibaret hiçliğin içinde büyük bir patlama olmuş. Bu patlama, bugün bütün evreni dolduran çok, ama insan aklının kavramakta zorlanacağı kadar çok miktarda enerjinin, tek bir noktadan, aşağıya yukarı eşit bir dağılımla çevreye doğru yayılmasına neden olmuş. Yani enerji, sanki bir kürenin merkezinden sınırlarına doğru dağılmaya başlamış. Ve patlamanın şiddetinden ötürü de muazzam bir hızla yol almaktaymış. Ama işte, enerjinin, ışık hızının karesiyle maddenin kütlesinin çarpımına eşit olması (E=mc2) gibi bir yasa var ya, besbelli ki bu yasayla saptanan ilişki çerçevesinde, tek noktadan çıkıp bütün evrene dağılan, daha doğrusu zaman ve mekan boyutlarıya evreni oluşturan bu enerji, zaman geçip de hızını kaybettikçe, yer yer maddeye dönüşmüş. Ve muhtemelen patlamanın dağılımı tam anlamıyla muntazam olmadığı için, enerjinin maddeye dönüşmesi rasgele bir takım noktalarda olmuş. Ve bu dönüşüm de öyle birdenbire ve aynı anda ve aynı biçimde gerçekleşmemiş.

Bir kısım astrofizikçilerin söylediklerinden şu anlaşılıyor: Süreç devam ediyor. Evren hala genişliyor. Ama, bütün patlamalardan sonra olduğu gibi bu genişleme de günün birinde duracak. Enerji ile madde, günün birinde gidebildiği son noktalara kadar gidecek; o sanal kürenin, yani evrenin henüz bilinmeyen sınırlarına kadar ulaşacak. O andan sonra, ilkin belki bir kısa duraklama dönemi yaşanacak ama ardından, kesin olarak geri çekilme başlayacak. Bu yüzden de o ana kadar hep genişleyen evren, o andan sonra büzülmeye koyulacak. Ve büzülme muhtemelen, evreni dolduran bütün maddenin ve bütün enerjinin zamansız boşlukta, yani hiçlikte tek bir nokta içine tıkıştığı kritik ana kadar sürecek. Daha açık bir deyişle, Büyük Patlama’yla doğan evren, şimdi nasıl büyüyorsa, sonra da yaşlanacak ve Büyük Çatırtı’yla ölüp gidecek.

Bir kısım astrofizikçilerin söylediklerinden (mesela Stephen Hawking), şöyle bir sonuç da çıkartılabiliyor: Eğer bu varsayım doğruysa, o taktirde belki de bizim evrenimiz, bizim bildiğimizden farklı bir zamanda ve mekanda, bir anlamda, doğan, büyüyen, yaşlanacak ve ölecek olan, ama yaşarken kendi bünyesinde bir takım bebek evrenler geliştirmesi de olası olan bir gerçeklik… Yani bizim evrenimiz de tıpkı bize benziyor: Doğmuş, büyüyor; gün gelecek yaşlanmaya başlayacak ve sonunda ölecek. Doğmuş, büyüyor; ama belki bu sürece dayanacak ölçüde güçlü olmadığı için herhangi bir iç etkiyle ya da herhangi bir dış etkiyle vaktinden önce ölüp gidecek. Doğmuş, büyüyor; yeterince güçlüyse ve yeterince olgunlaşabilirse; yani vaktinden önce ölmez de yaşayabilirse, belki yeni bir evrene, hatta yeni yeni birçok evrene bir anlamda döl vermeyi de becerecek. Ama belki de beceremeyecek.

Ve astrofizikçiler, en azından bir kısım astrofizikçiler, hayretler içinde şunu da ima ya da itiraf ediyorlar: Biz insanoğulları, hemen bugün olmasa da yarın ya da öbürgün, evrenin uyduğu kuralların, yasaların tamamını sayıp dökecek ve daha önemlisi birbirleriyle ilişkilendirebilecek hale gelebiliriz. Ve Büyük Patlama’nın hemen sonrasından başlayarak evrenin geçmişini bütün ayrıntılarıyla belirleyebiliriz.  Kendisini oluşturan birimlerin değilse de evrenin bütünlüğünün geleceğine ilişkin olasılıkların tamamı hakkında da günün birinde, genel bir çerçeve içinde belki fikir edinebiliriz. Ama bu olasılıklardan hangisinin gerçekleşeceğini hiçbir zaman bilemeyeceğimiz gibi, Büyük Patlama anı ile öncesini ve Büyük Çatırtı anı ile sonrasını da kesin olarak hiçbir zaman bilemeyiz. Hiçbir zaman da bilemeyeceğiz.

İşte hepsi bu!.. Astrofizikçiler, bir takım formüllerden yararlanarak, söylediklerinin hiç değilse bir bölümünü kanıtlayabiliyor; ama bir bölümünü de, hiç değilse şimdilik, kanıtlayamıyorlar. Yine de uğraşıp duruyorlar. Bir takım kuramlar oluşturuyorlar. Sonra o kuramları adım adım geliştiriyorlar. Adım adım… Hep adım adım… Bilgi birikimi arttıkça kuramların bir kısmı çöküyor; ama bir kısmı da gelişmeyi sürdürüyor.

Ve bugün en gelişkin kuram diyor ki, hiçliğin içinde tek bir nokta varmış. O noktada büyük bir patlama olmuş ve aradan 20 milyar dünya yılı geçmiş.

Demek ki, 20 milyar dünya yılı önce hiçbir yerde hiçbir şey yokmuş… Sonra şeyler oluşmaya başlamış. İşte, güneş: Yaklaşık 5 milyar dünya yılı önce oluşmuş…  Dünya ise daha da genç; yaklaşık 4,5 milyar dünya yılı önce ortaya çıkmış… Ama bugün biz, yaklaşık 6 milyar insan, güneşin altında, dünyanın üstünde dikilmiş, o 20 milyar yıllık ortak geçmişimize bakıyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. O halde bizim en uzak atamız enerji olsa gerek!.. O halde biz hepimiz, hiçliğin içinde patlayarak zaman ve uzam boyutlarıyla birlikte evreni oluşturan o muazzam enerji birikiminin torunlarıyız. Ve birşey daha: Eğer hepimiz bir noktadan çıkıp bir kürenin sınırlarına doğru hızla yolalan enerjiden üremişsek, o halde evrende inanılmaz bir değişim yaşanıp duruyor demektir.

Elbette yaşanıyor. Yaşanan, Büyük Patlama’nın hemen ardından başlamış olan fizik bağlamında bir evrim, ardından kimya bağlamında bir evrim ve nihayet yeryüzünde de biyoloji bağlamında bir evrim…

Bunu söyleyebilmek için astrofizikçi olmaya gerek yok: Eğer Büyük Patlama’nın hemen ertesinde çok miktarda enerji ve belki atomaltı parçacıklar dışında hiçbir şey yok idiyse ve eğer bugün, mümkün olan her biçime bürünmüş ve mümkün olan her biçimde hareket eden birçok şey var ise, fizik bağlamında bir evrimin varlığı hakkında kuşkuya düşmek herhalde sözkonusu olamaz.

Ve yine, eğer başlangıçta elementler yok idiyse, hatta elementlerin içinde gelişeceği bir ortam bile yok idiyse, ama bugün belli sayıda element, bu elementlerin çeşitli biçimlerde biraraya gelmesinden türemiş farklı farklı, inorganik-organik, cansız-canlı birçok madde var ise, fiziksel evrimin bir noktasında niteliksel bir sıçramayla kimyasal evrim aşamasına geçilmiş olduğunu düşünmek de herhalde yanlış değildir.

Ve bir kez daha, eğer başlangıçta diğer şeylerle birlikte gezegenler de yok idiyse, ancak gezegenler ortaya çıktıktan sonradır ki, kimyasal evrimin bir noktasında niteliksel bir sıçramayla, hiç değilse bazı gezegenlerde, evreni dolduran trilyonlarca gezegenden hiç değilse birkaç yüz tanesinde biyolojik evrim aşamasına geçilmiş olduğunu, hatta bu gezegenlerden birbirine çok benzemesi olası olan birkaç tanesinde biyolojik evrimin benzer bir süreç izlemiş olabileceğini söylemek de herhalde mantıklı olur.

Anlaşıldığı kadarıyla, Büyük Patlama’nın şiddetiyle, enerjiyle birlikte, yine enerjiden üreyen ve maddenin en küçük birimleri olarak nitelendirilebilecek olan ve elektrondan da belki yirmibin kez, belki de daha küçük bir takım tanecikler, çok büyük, ışık hızı kadar ya da ışık hızı dolaylarında hızlarla patlama noktasından uzaklaşmaya başlıyorlar. Hız çok büyük, kütle ise çok küçük olduğu için bu yolculuk çok uzun sürüyor.

Bu sürecin bir yerlerinde, enerji yüklü artı madde ile yine enerji yüklü eksi madde arasındaki açıklanabilir etkileşimler sonucu, sözkonusu tanecikler şu ya da bu biçimde birleşerek, yavaş yavaş ve birbirinin ardısıra, elektronları ve protonları; elektronlar, ile protonlar birleşerek, sırasıyla, orbitinde tek bir elektron bulunan en yalınından, orbitinde yüz küsur elektron bulunan en karmaşığına kadar atomları ve dolayısıyla saf madde olarak kabul edilebilecek elementleri; atomlar birleşerek molekülleri ve dolayısıyla inorganik ya da organik, cansız ya da canlı her tür maddeyi oluşturuyorlar.

Böylelikle, önce daha ziyade hidrojenden oluşan bir takım gaz bulutları, sonra farklı farklı yıldızlar, ardından bu yıldızların çevresinde dönüp duran farklı farklı gezegenler ve son olarak da hiç değilse bazı gezegenlerin çevresinde dönüp duran farklı farklı uydular ve farklı farklı diğer birçok yapı; meteoritler/göktaşları, kuyruklu yıldızlar ve kuyruklarındaki meteorlar, astreoyitler ve platenoyitler/gezegensilerle birlikte güneş sistemlerini ve dolayısıyla nebulalar/bulutsular ile galaksileri/gökadaları ve diğerler bazı oluşumları yaratacak biçimde, ağır ağır ve birer ikişer ortaya çıkıyorlar. Evrende 20 milyar yıl boyunca oluşan bu trilyonlarca gezegenden ve aydan hiç değilse birinde, yani üstünde yaşadığımız Yerküre’de, evrimin, düşünme yeteneğine sahip insan türüne kadar ulaştığını, başka hiçkimse bilmese bile, en azından biz biliyoruz.

Bu arada, yine aynı süreçte, bir başka gelişme daha yaşanıyor: Evrende, bir yanda madde, derinlemesine ve düzenli bir biçimde; çoğu bilinen, bir kısmı da henüz bilinmeyen bazı yasalara uyarak değişime uğrar ve evrimleşirken; öte yanda aynı yasalar; ışık dahil çevresindeki herşeyi yutan ve asla sır vermeyen, irili ufaklı bir takım karadeliklerin de ortaya çıkmasına neden oluyorlar. O halde, bir yanda bir takım yasaların egemen olduğu gözle görülür bir düzen sözkonusuyken, diğer yanda ne olduğu kavranamayan, açıklanamayan bir düzensizlik, sanki evreni dengeliyor. Bir yanda kozmos varken, diğer yana kaos egemen oluyor. Daha doğrusu evrende kozmos ile kaos içiçe geçmiş bulunuyor. Evrim, evrende, düzen içinde düzensizliği de yaratıyor ve büyütüyor.

Kozmos ile Kaos

Aydınlanma Çağı’nı izleyen yıllarda bilimsel alanda çeşitli buluşlar birbiri ardınca sökün edince, genel olarak insanlar, evrenin basit bir düzeni olduğunu ve bu düzenin kısa sürede çözümlenebileceğini sanmışlar. Ama derilen bilgi, daha derilmesi gereken bilgi miktarının çok fazla olduğunu gösterdikçe, bir düzen varsa bile bunun pek de kolay anlaşılır bir düzen olamayacağı yavaş yavaş ortaya çıkmış. Aydınlanma Çağı’nın ürünü olan modernistler ki Kozmos adlı ünlü kitabın geçenlerde ölen yazarı, bilim adamı Carl Sagan da onlardan biri, yine de, evrende yalnızca düzenin egemen olduğunu düşünmeyi sürdürüyorlar. Buna karşılık postmodernistler de evrenin bütün bütüne düzensiz, kaoscul bir oluşum olduğuna inanıyorlar. Halbuki, kozmosun yanısıra kaos kavramının ve bu kavramı karşılayan sözcüklerin de türemiş olması bile, evrenin ne yalnız kozmosdan ne de yalnız kaostan ibaret bir bütünlük olduğunu gösteriyor. Dahası, kozmosun sırları adım adım çözülürken, evrenin iki kutuplu bir olasılıklar evreni olduğu da anlaşılıyor ve insanoğlu, karadelikler gibi sırrı asla çözülemeyecek olan kaoscul oluşumlarla da karşıkarşıya kalıveriyor. Üstelik evrim basitten karmaşığa doğru ilerlerken, düzen olasılıkları da birer birer tükeniyor; dolayısıyla günün birinde evren açısından tek seçeneğin düzensizlik olması kaçınılmaz hale geliyor. Bu, tıpkı bir kuleye tırmanmaya benzeyen bir durum: Kulenin merdivenlerini çıkıp bitirdiğinizde ki sonlu bir evrende bütün kule merdivenleri günün birinde bir zirve noktasına ulaşıyorlar, geriye yalnızca aşağıya inmek gibi bir seçenek kalıyor.

Stephen W. Hawking. Yürüyemiyor, yazamıyor, hatta konuşamıyor: Multipıl Skleroz hastalığından muzdarip… Ama aşık oluyor ve evrenin, özellikle de karadeliklerin sırlarını kavrayan beynini sonuna kadar zorluyor. Üstelik kavradıklarını herkese anlatmaya çalışıyor.

Albert Einstein. Yaşamı politikayla denklemler arasında bölünmüştü. Görecelilik kuramıyla zamanın mutlak bir değer olmadığını kanıtlamayı başardı ama insanları barışın savaştan daha iyi olduğuna ikna etmeyi başaramadı.

Devamı var