Beynimiz neden büyüdü: Aslında yalnızca beynimiz değil son 3 milyon içinde bedenimiz de büyüdü. Peki, beden beyin oranı değişti mi? Yani beden büyümemiz ile beynimiz orantılı mı büyüdü. Hayır. Şuan beynimiz normal bir memeliden 6 kat daha büyük. Yani beynimize oranla bedenimiz de aynı biçimde büyüseydi biz şuan 300-400 kiloluk bir canlı olurduk. Peki, beynimiz neden büyüdü? Bunu konuşacağız.
İnsan beyni büyüdü mü?
Öteki canlılara göre beynimizin büyük olması ne anlama gelmektedir? Örneğin beyin indeksine yani bedene oranla beynin büyük olması durumuna göre bize en yakın canlı yunustur. Biz biliyoruz ki yunuslar da akıllı canlılardır. Ama bizim yunuslarla ortak bir geçmişimiz yakın dönemde yok. Suda yaşayan bir memeli ve karada yaşayan bir memeli beyin indeksi yönünden birbirine en yakın canlı; sorgulanması gereken bir durum.
Görselde gösterilen beyinden biri insan öteki ise yunusa ait
RİFT VADİSİ ve RİFT KAPANI
Bundan yaklaşık 7-10 milyon yıl önce Afrika’nın güney doğusunda bulunan Rift vadisi boydan boya (yaklaşık 6.000 km boyunca) çöküyor. Bu çökme Afrika’yı iki basamağa ayırıyor. İki basamak arası mesafe yani bu çökmeler yer yer 150 metreleri bulmaktadır. Oluşan göllerdeki derinlik ise 4.000 metreyi buluyor.
Rift vadisinden bir görünüm
İşte insan denen canlının serüveni de burada başlıyor. Çünkü vadi çökmeden önce yeşilliklerle, ormanlarla kaplı alanda yaşayan insanımsılar birden gittikçe kuraklaşan ve yeşil örtüsünü kaybedecek olan Rift vadisinde kala kalıyorlar. Oradan çıkma olasılıkları da pek yok. İşte insan beyni bu çukurda yaşam mücadelesi verirken çeşitli etmenlerin etkisiyle büyüyecektir. Peki nasıl?
Rift vadisi çöküntüsü
Evet bundan 7-10 milyon yıl önce Rift vadisi çöktü ve birçok hayvan o vadide tutsak kaldı. Şempanze ile olan ortak atamız 5-6 milyon yıl önce yaşadığına göre insan ve şempanze rift vadisinde birlikte tutsak kaldılar. Daha doğrusu ayrışma orada oldu. Rift vadisinde oluşan ve hala orada varlığını sürdüren göllerde ve yavaş yavaş kuraklığın başladığı ve azalan ormanlarda yaşam alanı bulmaya çalışan insansılar belki de şempanzelerle kıyasıya bir mücadeleye girdiler. Çünkü beslenme olanakları gittikçe azalıyordu. Bu konuya döneceğiz ama önce şu soruyu yanıtlayalım. Neden ilk insana benzeyen canlılar Rift vadisinde yaşamıştır ya da neden yalnızca Rift vadisi insanların çıkış yeri olarak gösterilmektedir? Bilindiği gibi bulunan fosiller zaman sıralamasına sokulduğunda Australopithecus ramidus’tan Homo erectus’a dek birçok insansı fosili bu vadide bulunmuştur. Hemen hemen bütün Australopithecus türlerinin fosilleri yalnızca bu vadide görülmüştür. Bu da demektir ki insanın kökeni bu vadide filizlenmiştir.
İnsan fosillerinin bulunduğu alanlar
Rift Vadisinde bulunan fosiller karbon 14 tarihlendirme yöntemi bu fosillerin hangi döneme ait olduğu tespit edilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca bu fosiller anatomik yapılarına bakılarak (örneğin dişler, kemik yapısı, vb.) fosillerin kaç yaşlarında öldüğünü bulmaya çalışırlar. Bu tarihlendirme ve fosillerin yapısal özellik ve bulunuş yerlerine göre bir sıralama yapılmaktadır. Bu sıralamaya göre Orrorin tugenensis, Ardipithecus ramidus, Australopithecus anamensis, Australopithecus afarensis, Australopithecus africanus, Homo habilis, Homo erectus ve Homo sapiens diye günümüze dek bu fosiller sıralanmıştır. Arada daha onlarca fosil bulunmaktadır. İşte bu fosillerin beyin hacimlerine baktığımızda aynı sıraya göre beyin hacimleri de artmaktadır. Ancak beyin hacimlerine oranla vücut büyüklükleri de artmıştır. Peki, öteki canlılara göre beyin hacminin bu denli büyümesinin nedeni ne olabilir?
İKİ AYAK ÜZERİNE KALKMA
Hominini ailesi hem beyin yapısı hem de beden olarak büyümüşlerdir. 7 milyon yıl içinde boy ortalama iki katına beyin hacmi ise 3-4 katına çıkmıştır. Boya oranla beyin hacmi orantılı büyümemiştir. Beyin boya oranla kat kat daha fazla artış göstermiştir. Rift vadisinde tutsak kalan insansılar burada değişmeye başlamıştır. En büyük değişim ise iki ayaküstüne kalkmamızdır. Peki, nasıl ve neden iki ayaküstüne kalktık. Bu konuda çok varsayım vardır. Örneğin avlanırken avı daha iyi görebilmek için veya dalda meyve toplaya toplaya biçiminde birçok varsayım vardır. Bir varsayım daha var. Sanırım bu en mantıklısı. Bu varsayımı ortaya atan Araştırmacı Oktay Kaynak’tır. Son olarak Haber Türk kanalına da mesajıyla katılan Oktay kaynak şöyle der: “Günümüzden 8-10 milyon yıl önce çöken doğu Afrika’daki Rift vadisinin belirli bir yerinde bir anlamda mahsur kalan, bir şekilde tuzağa düşen şempanzeyle ortak atamız olan primat yaşamını ve neslini sürdürebilmek için tatlı suda balık avlamak ve bu şekilde yaşamını ve türünü sürdürmek zorunda kalmıştır. Bu arada suda boğulmamak için kafasını su dışında tutmak zorunda kalmıştır ve dolayısıyla farkında olmadan ayağa kalkmıştır.” Peki iki ayak üzerine kalkmamızın beyinin büyümesiyle ne ilgisi olabilir?
Homo sapiens ve afarensis
İnsan beyni, iki ayak üzerimize kalktıktan sonra büyümeye başladı. İki ayak üzerine kalktığımız için doğaya başkaldırımız da başlamış oldu. Çünkü doğada yeryüzüne yatay olan canlıların tersine yeryüzüne dikey biçimde durun bir canlı doğmuş oldu. İki ayak üzerine kalkmamız kuşkusuz birden olmadı. 4 milyon yıllık bir süreçten söz edilebilir bunun için. Ama asıl önemlisi dikleşen vücudumuzun çoğu organımızın konumunu değiştirmesidir. Karnımız göbeğimize baskı yaparken iki ayak üzene kalktıktan sonra bu baskı pelvise (leğen kemiğine) baskı yapmak zorunda kalmıştır. Kalp, akciğerler, beyin hepsi bu değişime karşı konumlarını değiştirmişlerdir. Ama asıl konumunu değiştiren anne karnındaki bebek olmuştur. Anne karnındaki bebek tüm canlılarda yere paralel dururken insansılarda bu durum değişmeye başlamıştır. Peki, bu durumun beynin büyümesine ne gibi katkısı olabilir?
Pelvis (Leğen kemiği) Şempanze ve homo sapiens
“İnsanlaşmamız iki ayak üzerine kalkmamızla başladı” desek doğru mu, evet doğru. İki ayak üzerine kalkmak aslında bir taklittir. Örneğin 1920’de Hindistan’da iki çocuk ormanda kayboldu. Ormanda kaybolan bu çocuklar kurtlarla yaşamaya başladı. Kurtlarla yaşayan bu çocuklar bulunduğunda insan davranışlarından hiçbir belirti olmadığı; ancak kurtlar gibi dört ayak üzerinde yürüdüğü ve onlar gibi ululadıkları görülmüştü. Çünkü memeliler meraklıdır; ancak, insan denen canlı bunun da ilerisinde taklit yeteneği olan bir canlıdır. Bizi iki ayak üzerinde tutan bir neden de kültürdür. Evet, genlerimizde bir potansiyel/gizil güç vardır. Ancak kültür yoksa iki ayak üzerinde yaşamak da yoktur. İki ayak üzerinde kalkmak ortak yaşamla olanaklıdır ve bilgi ile beslenmelidir. Bu bilgi de bir nedene dayanmalıdır. Evet suda beslenmek zorunda kalan bir canlı için suda avlanmak ve bu yüzden iki ayak üzerinde yürümek bir neden veya nedenlerden biri olabilir. İnsansılar 5-7 milyon yıl önce anne karında yatay konumda dururken annenin iki ayak üzerin kalkması ile birden anan rahmine yaklaşmaya başladı ve bugün de geçerli olan erken doğuma neden oldu. Erken doğum, çünkü bebek içeride büyüdükçe ağırlığı artmakta ve bu da erken doğuma neden olmaktadır. Çünkü yerçekimi öteki hayvanlar gibi anne karnına değil, anne rahmine baskı yapmaktadır. İlginç olan nokta şudur.
Şempanze ve insan duruş biçimleri
Bebek anne karnında 32. haftadan sonra baş aşağı döner, yani doğum pozisyonunu alır. Bazı bebekler ise bazen ters dönmez ve öteki hayvanlar gibi bacakları önde veya değişik pozisyonlarda çıkar. Öteki hayvanlarda baş aşağı dönme gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü canlı, anne karında yere paralel durur ve anne ayağa kalkmadıkça canlı baş aşağı dönmez. Oysa insansılar iki ayak üzerine kalkmıştır ve bebek anne karnında rahat değildir. Çünkü yer çekimi birçok değişik özellikteki bebeklerin sonu demektir. Burada doğal seçilim işin içine girmektedir. Eğer siz dört ayak üzerinde yürürken daha sonraları iki ayak üzerine kalkarsanız anne karnında doğal ve uygun olarak yaşamını sürdüren bebek, birden başka bir ortam içerisine girer ve artık iki ayak üzerinde duran annesinin konumuna uygun gelişmek zorunda kalır. Peki, neden biz insanlar anne karında baş aşağı dönüyoruz? Konuya katkıda bulunur ve çözümler üretirseniz sevinirim.
Bebeğin anne karnında duruş biçimleri
İki ayak üzerine kalktık ve anne karnındaki bebek bu nedenden ötürü erken doğmaya başladı. Bunun yanında anne karındaki bebek doğuma iki ay kala baş aşağı dönmektedir. Neden baş aşağı döner sorusuna yanıt olarak şunu verebiliriz: Aslında şöyle bir durum var. Bilindiği gibi yeni doğmuş bir bebek bakılmaya gereksinim duyar. Özellikle yeni doğmuş bir bebek kafatasını taşıyamaz. Bebeği dik bıraktığınızda başı hemen yana devrilir. İşte anne karnında da baş aşağı dönmenin nedeni olarak başın ağırlığından dolayı yana devrilmesi olarak açıklanabilir. Çünkü bebeğin ağırlık merkezi başa daha yakındır. Başı yukarı konumda dururken baş bölgesinin ağırlaşmasıyla anne karında bebek ters dönmektedir. Milyon yıl içinde bu durumun sürmesi halinde evrim hep kafatası büyük olanın lehine işleyecektir. Kafatası büyük olanın bedeni de büyük olacaktır. Bedeni büyük olan bir dişi bebeğin büyüdüğünde leğen kemiği de büyük olacaktır. Beynin büyümesi olarak Oktay Kaynak’ın da bir varsayımı var. Ona göre beynini büyümesi şu şekilde olmuştur:
Oktay Kaynak kısaca şöyle der: İki ayak üzerine kalkan insansıların anne karnındaki bebekleri doğuma yakın ters dönmektedir ve bunun sonucunda bebek baş aşağı durduğu için bebeğin beynine yerçekiminin etkisiyle basınç yapılmıştır ve bu basınç (kan, vb.) sonucunda oluşan etki bir sonraki nesle aktarılarak devam etmiştir ve böylece kafatası büyümesi gerçekleşmiştir. Ben de diyorum ki; evet, iki ayak üzerine kalkan insansıların yavrusu doğuma yakın bir sürede baş aşağı dönmektedir. Çünkü baş aşağı dönemeyen bebekler erken doğumdan dolayı ölmüştür. Erken doğmuştur çünkü bebek anne karnında başı yukarı konumda iken rahime tutunamamış ve yer çekiminin etkisiyle erken doğumdan dolayı ölmüştür. Ancak yanlıca kafatası büyük olanlar baş aşağı dönebilmiş ve ancak onlar yaşayabilmiştir. Eğer siz bir ineği gebeliği süresince iki ayak üzerinde tutarsanız doğacak buzağı vaktinden önce doğar ve erken doğumdan dolayı yaşayamaz. Çünkü ayakları yerçekiminden dolayı anne rahmine normal gebeliğe oranla çok daha baskı yapacaktır. Bu da erken doğuma neden olacaktır. İlk insansılarda da iki ayak üzerine kalkmadan ötürü birçok bebek bu nedenden ötürü erken doğmuş ve yaşamlarını sürdürememiş olabilir. Ama içlerinden (varyasyondan/çeşitlilikten ötürü) beyin hacmi büyük olanlar anne karnında ters dönebilmiş ve erken doğumu az da olsa geciktirmiş olabilirler. Bu böyle sürdükçe hep beyni büyük bireyler seçilecektir. Ta ki uygun değere ulaşıncaya dek… Kuşkusuz bu anlatılanlar bir varsayımdır. Hangisinin doğru olduğunu bugün için kesin olarak bilemeyiz. Peki, genetik geçiş nasıl oldu?
Homunculus: İnsan beyninin bedene oranlanmış biçimi. El ve ağızın beyinde kapladığı alanın belirliği göze çarpmaktadır
Bilindiği gibi bebekler doğduğunda kemikleri henüz oluşmamıştır. Sonradan kemik olacak olan bütün kemik yapısı bebek doğduğunda henüz kıkırdak yapıdadır. Yeni doğmuş bir bebeğin kırılacak kemiği yoktur. Derler ya: daha su gibi… İşte böyle bir bebek anne karında ters döndüğüne henüz kıkırdak olan kafatası annenin leğen kemiğinin yapısına göre biçim alabilir. Az da olsa kafatası yapısına annenin leğen kemiği etki etmiştir diyebiliriz. Biz kafatasının büyümesini açıklarken aslında beynin büyümesini de açıklamalıyız. Çünkü beyin ile kafatası büyüklüğü arasında bir bağlantı vardır. Ancak bu bağlantı her zaman doğru orantılı olmayabilir. Örneğin insan beyni özellikle korteks denen dış kabuk bölümü kafatası içerisinde kıvrıldıkça kıvrılmıştır. Yani kafatası büyümesi durmuş ancak beynin büyümesi durmamıştır. Bir de şu sorun var: bizim anatomik yapımızın %80-90’nını genler belirler. Beynin 10 milyon yıl içerisinde büyümesi nasıl oldu da genlerimize işledi? Bu konuya dönmeden önce beynin yapısına az göz atalım. Beynimizde 100 milyara yakın nöron yani sinir hücresinin var olduğu bildirilmektedir. Bu 100 milyar sinir hücresi aralarında binlerce bağlantı yapmaktadır. Bu olağanüstü bağlantı veya yapı bir anlamda kültürel yapının işlenmemiş motorlarıdır. Eğer biz beynimize motor dersek, kültür de bu motorun benzini olmaktadır. Kültür yoksa beynimiz insanlaşma yolunda ilerlemez. Bilim insanları beynin hangi bölgesinin vücudumuzun hangi bölgesini yönettiğini bulmak için çalışmışlar ve elde edilen sonuçları derledikten sonra bu sonuçlara göre bir insan modeli oluşturmuşlar. Bu insana homunculus adını vermişler. Görüldüğü gibi beyin korteksimizde en çok yeri kaplayan alan el ve dudaklar görülmektedir. Bu da kültürün bir biçimde beyindeki yansımasıdır. Ellerin beyinde daha çok yer kaplamasının nedeni ne olabilir?
İnsan Türü /Yaşadığı dönem /Beyin hacmi
Ardipithicus ramidus /5-4 Milyon Yıl /300- 350 cm3
Australopithecus anamensis /4.2 – 3.9 Milyon Yıl /tam iskeleti yok
Australopithecus afarensis /4 – 2.7 Milyon Yıl / 380–430 cm³
Australopithecus africanus /3 – 2 Milyon Yıl / 420–500 cm³
Australopithecus robustus / 2.2 – 1.6 Milyon Yıl / 530 cm³
Homo habilis / 2.2 – 1.6 Milyon Yıl /500–580 cm³
Homo erectus / 2.0 – 0.4 Milyon Yıl /1200 cm³
Homo sapiens archaic / 400.000 – 200.000 /1280 cm³
Homo sapiens neandertalensis / 200.000 – 30.000 /1450 cm³
Homo sapiens sapiens / 200.000 – güncel /1400 cm³
Bunlar ne yazık ki gerçek…
Yukarıdaki çizelgede görüldüğü gibi insan kafatası hacmi 5 milyon yıl içerisinde 5 kat artmış. Peki, bu artışı sağlayan evrimsel düzenekler ne olabilir. Örneğin doğal seçilimi ele alalım. İki ayak üzerine kalkan insansılardan sonra evrim bir biçimde kafatası büyük olanın yararına işlemiş olabilir. Peki, kafatası hacmi büyük olanı seçen bir mekanizmanın sınırı yok mudur? Daha doğrusu kafatası hacmi her kuşakta nasıl büyüyerek devam eder? Kuşkusuz mutasyonla. Bir popülâsyonda ya da toplulukta varyasyon yani çeşitlilik vardır. Bu durum kafatası hacmi için de geçerlidir. Örneğin belli bir popülasyonda kafatası büyüklüğü her bireyde aynı değildir. Küçük kafatasından büyük kafatasına bir sıralama vardır. Bu çeşitliliği yaratan şey ise doğada bulunan çeşitliliğin kendisidir. Daha doğrusu mutasyonlardır. Bu mutasyonlar öyle küçüktür ki birikir birikir ve ancak milyonlarca yıl içerisinde görsel bir değişim gösterir. Eğer siz bu mutasyondan doğan kafataslarının her zaman büyüğünü seçerseniz sürekli kafatası hacminde büyüme olduğunu görürüsünüz. Anne karında gerçekleşen bu doğal seçilime şu doğal seçilimleri de ekleyebiliriz. Kafatası büyük olanların boylarının da büyük olması ile kişinin daha hızlı koşabilmesi ve daha kurnaz davranması beklenebilir. Bu da kişinin yaşamda kalma olasılığını arttırır. Sonuç olarak bu mutasyonların birikmesi ve doğal seçilimin eleğinden güçsüz ve uygun olmayanların elenmesi ile günümüze daha işe yarar bir beyin kalmıştır diyebiliriz. Yani önce mutasyon sonra seçilim ve daha sonra uygun olan beyin karşımıza çıkması… Peki, başka bir yol daha var mı? Bence var!
Beynimiz yaşadığımız sürece olan biteni kayıt altına alır. Beyin yani madde, nasıl kayıt yapabilir? Kuşkusuz bunu sinir hücrelerimiz gerçekleştirmektedir. Örneğin yolda yürüdüğümüzde beynimiz daha doğrusu beynimizin Hipokampus denilen organı geçtiğimiz yolu koordinatlarıyla kaydeder. Siz eğer ikinci kez aynı yoldan geçerseniz Hipokampus sayesinde o yolu tanırsınız. Eğer o yolu çok kullanıyorsanız bir süre sonra yolda dalgın dalgın yürüseniz bile Hipokampus arabaların geçişini kontrol ederek sizi karşıya geçirir. Siz dönüp arkanıza bakarak “ben bu yolda nasıl geçtim” dersiniz. Evet, beyin kaydediyor ve bu kaydı tüm bedenimize yani hücrelerimize haber göndererek o hücrelerin nasıl davranması gerektiğini söylüyor. Peki, bu özellikler bir sonraki kuşağa aktarılabilir mi? Yani beyin, kaydettikleriyle hücreleri harekete geçirebiliyorsa, bunu neden kendi üreme hücrelerine de kaydetmesin. Kuşkusuz bu durumu Lamarck bazı biçimleriyle açıklıyor. Ancak modern bilimin getirdiği olanakları da birlikte irdelersek ve bazı bilinmeyenleri örneğin mutasyonlar tesadüf mü yoksa “DNA tarafından baskınlık ve çekiniklikle yönetilerek oluşuyorsa” gibi soruları da içine katarak kuşaktan kuşağa birikmeli aktarımın söz konusu olabileceğini de düşünebiliriz. Örneğin insanların eylemlerini yüz bin yıl içerisinde değerlendirirsek, belli bir eylemin DNA’ya yansımasını beynin sürekli yapılan eylemleri kayıt edip üreme hücrelerinin yardımıyla bir sonraki kuşağa birikmeli olarak geçmesini de düşünebiliriz. Bu soruların yanıtını vermek için şu soruların yanıtını bilmeliyiz: Beyin ve üreme hücreleri arasında ne gibi bağlantılar vardır? Üreme (yumurta, sperm) hücrelerimizde oluşan DNA’ya hangi etmenler etki etmektedir? DNA’da oluşan mutasyonların kaynağında DNA veya RNA görev almakta mıdır? RNA’nın bütün görevleri bilinmekte midir? Bir organın büyüklüğünü belirleyen genlerin kaynağı nedir? Bu gibi soruların yanıtları bulunmadıkça kuşaktan kuşağa aktarımın kaynağını da bilemeyiz. Ama öngörü ile diyebilirim ki, bir biçimde bunun bir katkısı olabilir. Ama bilimsel yöntemler ile gerçekleşmesi koşuluyla. Beynimiz de bu biçimde yapılanma göstermiş olabilir?
Erkan Hifa Sonkaya
Kaynak:
http://www.facebook.com/topic.php?uid=182851601052&topic=20242