EVREN, EVRİM VE İNSAN
4. Bölüm
İnsan
- Daniken’i şaşırtan 10 bin yıl önceki uygarlık patlaması, 600 bin yıl önceki Kambriyen Patlaması gibi, evrim sürecinin doğal bir sonucu olabilir mi?
- Bugün düşünce ürünleri de evrimleşip durduğuna göre, fiziksel evrimi nasıl kimyasal, kimyasal evrimi nasıl biyolojik evrim izlemişse, bunu da düşünsel evrim diye tamınlanabilecek bir süreç izliyor demek değil midir?
- Evrimin, evrensel yasalarla izah edilebilir bir şablonu var… Bütün evrim süreçleri bu şablona uyuyorlar. Ve bu şablon, bu evrenin bir çeşitlilikler, dolasıyla bir olasılıklar evreni olduğunu gösteriyor.
- Evrende hem çoğalmanın hem de çeşitlenmenin yasalarla çizilmiş sınırları olduğu gibi, çoğalma ve çeşitlenme de evreni iki kutuplu hale getiriyor.
- Tepemizde sallanıp duran Demokles kılıcı: Evrim kozmos yönünde olduğu kadar kaos yönünde de ilerleyebilir. Evren yaşlanmaya başladığında, süreç kendiliğinden bu yöne doğru akabilir.
Hiçliğin içindeki tek nokta 20 milyar yıl önce patlamış ve bu durumda en uzak atamız olan enerji, evreni o zaman bu zaman oluşturmaya başlamış ama, dünya üstündeki kalıntılar gösteriyor ki akıllının akıllısı son atalarımız bundan çok değil, yalnızca 50 bin yıl önce ortaya çıkmışlar. Ve bu 50 bin yılın ilk 40 bin yılında daha ziyade üreyip çoğalmakla ve dünyanın dört bir bucağına yerleşmekle meşgul olmuşlar.
Ama bundan 10 bin yıl kadar önce, 600 bin yıl önceki Kambriyen Patlaması’nı akla getiren bir durum yaşanmış: Canlı türleri, Kambriyen Patlaması adı verilen o olgu çerçevesinde nasıl birdenbire çeşitlenmeye başladılarsa, uygarlık da 10 bin yıl önce birdenbire gelişmeye başlamış.
Bu dönemde atalarımız, pekçok şeyin yanısıra mesela kara ulaşımında da devrim sayılacak buluşlar gerçekleştirmişler: Önce binek hayvanlarını ehlileştirmiş, sonra da tekerleği keşfetmişler. Böylece kara ulaşımında bugün, birçok yerde ve kısmen farklı gerekçelerle de olsa hala kullanılmakta olan kağnının ve at arabalarının yanısıra 20. yüzyılın başlarında bisiklet, motosiklet, motorlu araba, otobüs, kamyon ve dahi tramvay ile tren sayesinde çeşitlenen bir evrim süreci başlatmışlar. Ama ulaşımdaki evrim bir kere başlayınca, karalar insanlara yetmez olmuş. Binek hayvanları ve tekerlek sayesinde karalarda iyi kötü bir ulaşım egemenliği kurmayı başaran atalarımız, gide gide suyla; ırmaklarla, göllerle ve denizlerle karşılaştıklarından, bir evrim sürecini de deniz ulaşımında başlatmışlar. Sallar, kikler, kayıklar, kürekli gemiler, yelkenliler, buharlılar derken, yine 20. yüzyılda deniz ulaşımındaki evrimin nihai sonuçlarını biz yaşamaktayız: Denizin hem üstünde hem altında giden, irili ufaklı bir yığın araç… Ve biz bugün, ulaşımdaki evrimin bununla kalmadığını da biliyoruz. İnsanoğlunun, karalarla denizlerde ulaşımı belli bir düzeye getirdiğinde bu defa hava ulaşımına el attığını… Kanatlarla yapılan ilk uçuş denemeleri, balonlar, zeplinler, planörler derken, ilk motorlu uçakların, ardından jetlerin 20. yüzyılda gökyüzünü dolduruverdiğini… Ve son olarak insanoğlu, bir süredir de uzay araçlarını geliştiriyor. Uydular, insansız ay roketleri derken, 20. yüzyıl bir de uydular, insanlı ay uçuşları, uzay istasyonları, çok uzaklara yollanan insansız araştırma araçları ve Mars’ın yüzeyine iniş gibi etkinliklere tanık oluyor. Şimdilik insansız; ama belli ki çok yakın zamanda Mars’a insanlı uçuşlar da yapılacağı da anlaşılıyor. Bu yetmezmiş gibi zaman içinde yolculuğun olup olamayacağı da tartışılıyor. Bütün bunlar da, 20. yüzyılın da evrimsel bir patlama, bir çeşitlenme dönemi olduğunu gösteriyor.
İşin ilginç yanı şu: Bu ve benzeri gelişmeler, büyük evrim sürecinin gelişme düzenine tıpa tıp uymakta… Fiziksel evrimi, onun hemen ardından devreye giren kimyasal evrimi ve kimyasal evrim ortamı doyuracak hale geldiğinde bir sıçramayla geçilen biyolojik evrimi içeren büyük evrim sürecinin gelişme düzenine… Ve bu uyum, şöyle bir sonucun çıkartılmasını mümkün kılıyor: Belli ki, fiziksel evrimi nasıl kimyasal evrim, kimyasal evrimi nasıl biyolojik evrim izlemişse, biyolojik evrimi de düşünsel evrim adı verilebilecek bir evrim süreci izlemekte… Düşünsel; çünkü insan eliyle oluşturulan bütün yapılar, temelde düşünce ürünü… Çünkü süreci, çoğunlukla tek bir insanın beyninde oluşan yepyeni bir düşünce başlatmakta…
Görünen o ki evrim sürecinin bir şablonu var. Bu şablon şöyle bir şey: Önce olabilecek en basit şey varoluyor ve evrenin çizdiği sınırlar içinde mümkün olduğunca çoğalıyor (mesela atomaltı tanecikler, mesela hidrojen atomu, mesela yıldızlar, mesela viroyit). İkinci adımda, bu en basit şey, yine evrenin çizdiği sınırlar içinde mümkün olduğunca çeşitleniyor. Evrensel yasalar, bu çeşitliliğin içinde, en basit olan şeyden bir adım karmaşık olan şeye doğru bir akış olmasını sağlıyorlar. Böylece bu defa, en basit olan şeyden bir adım daha karmaşık olan şey çoğalmaya başlıyor. Ve mümkün olduğunca çoğaldığında, bu defa da bu şey yine mümkün olduğunca çeşitleniyor. Ve çeşitliliğin içinde bir kez daha bir doğal ayıklama ve bir kez daha bir adım daha karmaşık olan bir başka şeye doğru bir akış… Bu arada, çeşitleri doğal ayıklama sonucu ortadan kalksa bile, daha karmaşık olan şeylere doğru akış sürerken, en basit şey ile ondan bir adım daha karmaşık olan şey ve ilah da varolmayı sürdürüyorlar. Bu sayededir ki evren, en basit olan şeyden en karmaşık olan şeye doğru da bir çeşitlenme yaşıyor. Öyle ki bugün evrende hem atomaltı tanecikler var, hem de bir sürü şeyin yanısıra insanoğlu ve ürettiği düşüncelerin ürünleri.
Evrim sürecinde önemli olduğu anlaşılan bir özellik de, çoğalmanın ve çeşitlenmenin sınıra ulaştığı noktalarda, niceliksel birikimlerin bir nitelik değişikliğine, dolayısıyla bir sıçramaya yolaçması…
Evrim sürecinde, çoğalmanın ve çeşitlenmenin sınırlarını, evrende sabit olduğu varsayılan enerji ve dolayısıyla madde çiziyor. Çoğalma, aynı türden şeyleri de bir birim haline getiriyor (insan bir birim, ama insanlık da ayrı bir birim). Ve herhangi birşey yeterince çoğaldığında ortaya çıkan çeşitlenme, muhtemelen bir çan eğrisi oluşturuyor: Çeşitlenmenin sınırlarını oluşturan birbirine zıt iki ucunda az sayıda birim bulunan, diğer birimlerinse gide gide ortada yoğunlaştığı bir çan eğrisi… Evrende negatif ile pozitif ya da olumlu ve olumsuz diye nitelendirilebilecek iki kutbu, iki ucu simgeleyen çan eğrisi… Ve şimdilik evrim, olumlu yöne doğru gelişiyor. Gelişme en azından şimdilik hep basit olandan karmaşığa doğru oluyor. Ama olumsuzluk da, Demokles’in kılıcı gibi tepemizde sallanıp duruyor. Kaos, kozmosu tehdit edip duruyor. Bu yüzdendir ki evrenin ve evrendeki diğer bütün oluşumların, kendi doğal ölümleriyle yokolma olasılıkları bulunduğu gibi, vaktinden önce göçüp gitmesi olasılıkları da bulunuyor.
Kaldı ki bunun hep böyle mi, evrimin hep olumluya doğru mu sürüp gideceği de bilinmiyor. Acaba evrim, yeterince büyüyen evren yaşlanmaya başladığında da sürecek mi? Evren muhtemelen yaşlanırken de değişecek ama, o süreçteki değişime de olumlu anlam yüklenerek evrim adı verilebilecek mi? O ana kadar basitten karmaşığa doğru olan akış, yaşlanma sürecinde acaba karmaşıktan basite doğru mu olacak? Ve öyle olursa neler olacak?
Bütün bu soruların kesin cevaplarını bilmek mümkün değil… Ama bu sorulara cevap ararken, evrimin bir ürünü olan düşüncenin sınırlarını zorlamak, düşüncede çeşitlilik yaratmak mümkün…
Evrim, evrenin doğasında varolduğu anlaşılan birkaç tane yasa, kural ve ilkeyle sıkı sıkıya bağlantılı bir gelişme gibi görünüyor. Fazla değil; yalnızca birkaç tanesi bile yetiyor: Termodinamiğin iki yasası, görecelilik, olasılık kuralları, kuvantum mekaniği ve belirsizlik ilkesi… Termodinamiğin ilk yasası, evrende toplam enerjinin sabit olduğunu, ikincisi, enerji akışının çokluktan azlığa doğru olduğunu ve enerji kullanılarak yapılan her işin evrende bir enerji sabitlenmesine yol açtığını (entropi artışı) ve bunun da günün birinde evreni iş yapılamaz hale getirmesi ihtimalinin olduğunu; görecelilik kuramı, evrende mekan gibi zamanın da mutlak bir değer olmadığını; yani evrenin, kendisini oluşturan diğer birçok şeyin yanısıra tıpkı bir insan gibi, hem boyutları itibariyle büyüyüp küçülebilen hem de yaşlanan bir varlık olduğunu; olasılık kuralları, evrende çok sayıda birimden oluşan canlı-cansız tüm toplulukların, çeşitli özellikleri itibariyle çan eğrisi biçiminde bir dağılım oluşturduklarını ve bu çan eğrisinin iki ucu olduğunu, dolayısıyla evrende yalnız kozmosun, düzenin değil, kaosun, düzensizliğin de egemen olma olasılığının bulunduğunu; belirsizlik ilkesi de, yine çok sayıda birimlerden oluşan topluluklarda, birimlerin hareketlerine ilişkin bir takım olasılıklar saptanabileceğini ve sözkonusu toplulukların geçmişte ne yapmış olabilecekleri ile gelecekte ne yapabileceklerine ilişkin varsayımların ancak bu olasılıklar çerçevesinde oluşturulabileceğini; dolayısıyla, hem geçmişin hem geleceğin olasılıklardan oluşan bir belirsizlik içerdiğini anlatıyor.
Çoğu astrofizikçiler tarafından belirlenmiş olan bu kuralların her biri de, aslına bakılırsa, fizik biliminin adım adım gelişmiş olan kendi özgün evrim sürecinin ürünleri… Astrofizikçiler bu kuramları ve daha birçoğunu belirlemiş ve evrene dair pekçok gerçeği de parça parça ortaya çıkartmış durumdalar… Ama henüz bu kuralları tek bir birleşik kuram içinde değerlendirebilmiş, evrenin bütünlüğüne ilişkin nihai ve kesin bir sonuca varmış değiller… Bu yüzdendir ki günümüzde yaşayan en ünlü ve en başarılı astrofizikçi olan, üstelik popüler kitaplar da yazarak herkesi bu konularda düşünmeye davet eden Stephen Hawking şöyle diyor:
“Bilim adamlarının çoğu, bugüne kadar evrenin ne olduğu sorusuna yanıt aramakla son derece meşgul olup niçin diye sormaya fırsat bulamadılar. Öte yandan görevleri niçin diye sormak olan diğer kişiler, filozoflar da, bilimsel kuramların gelişmesine ayak uyduramadılar… Günün birinde eksiksiz bir birleşik kuram bulursak bu, yalnızca birkaç bilim insanı tarafından değil, herkes tarafından anlaşılır olmalı. İşte o zaman biz hepimiz, filozoflar, bilim insanları ve sokaktaki adam, “Biz ve evren niçin varız?” sorusunu tartışabileceğiz.”
Daniken’in Yanılgısı
Kendi deyişiyle amatör bir arkeolog olan Erich Von Daniken, 70’li yıllarda bütün dünyayı yerinden sıçratan kitaplar yazmıştı. Başlıca iddiası, bir takım uzak gezegenlerde yaşayan uzaylıların dünyayı yolgeçen hanına çevirmiş olmalarıydı. Bu iddiasına pekçok kanıt gösteriyordu ve bunlardan bir tanesi de 10 bin yıl önceki uygarlık patlamasıydı. Daniken milyarlarca, milyonlarca, hiç değilse binlerce yıl patlamayan uygarlığın 10 bin yıl önce birdenbire patlamış olmasını, genetik şifremizin uzaylılar tarafından değiştirilmiş olmasına yormuştu. Gerçi, artarda yazıp yayınladığı çok satan kitaplarının sonuncusunda, bazı konuları abarttığını,yanıldığını filan da itiraf etti ama, itirafları arasında bu konuya ilişkin bir açıklama yok… Nevar ki genetik şifremizde, 10 bin yıl önce hiç umulmadık bir değişiklik yapıldığına dair bir kanıt da bulunmuş değil… Üstelik uygarlık patlaması olgusu, evrimin çoğalmayı izleyen çeşitlenme süreciyle tam bir uyum sağlıyor.
Galileo Galilei. İnsan aklının dünyanın düzenini kavramayı ve bunu gerçekleri gözlemleyerek yapabileceğini söylemiş ve Katolik Kilisesi’nin aforoz tehditiyle karşılaşmıştı. Ama o kadar haklıydı ki, Katolik Kilisesi bile birkaç yüzyıllık bir gecikmeyle de olsa birkaç yıl önce Galilei’nin affedildiğini açıklamak zorunda kaldı.
Sir Isaac Newton. Huysuz ve geçimsizdi. Bir sürü kavgadan sonra Cambridge Üniversitesi’yle de, akademik çevrelerle de ilişkisini kesmiş; Darphane Müdürü olduğunda birkaç kalpazanı astırmaktan da çekinmemişti. Ama bugün modern fiziğin en önemli isimlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Bahar Öcal Düzgören
One Comment Kendi yorumunu ekle