Evrim teorisi, belki de dini çevrelerin en çok rahatsızlık duyduğu konuların başında geliyor. Yüzyıllarca dinin bir alanı olan insanın oluşuna dair Darwin’in kuramındaki iddiaların bilimsel bir bakış açısıyla oluşturulmuş olması ve ne kadar tartışılırsa tartışılsın somut kanıtlarla ortaya atılan hipotezin destekleniyor olması, dini çevreleri büyük bir paniğe sürüklemişti. Bu paniğin Türkiye’de de uzun zamandır yaşandığı görülüyor. Bilimin sadece teknoloji boyutunun yeterli olacağını öngören bu anlayış, yıllardır Darwin’e saldırılarını zaman zaman çocuksulaşan tavırlarla yaygınlaştırmaya çalışıyor. Bir ara Harun Yahya adıyla yazılmış, evrim teorisini çürüttüğünü iddia eden bir kitap, bedava sokaklarda dağıtılmış, onlarca konferans düzenlenip sözde bilimsel iddialarla bu kuram çürütülmeye çalışmıştı. Ama bugün için insanın kökenine dair evrim teorisinden daha kapsayıcı ve bilimsel kanıtlarla donatılmış bir iddia henüz ortaya atılmadı. Kilise ve benzeri dini kurumların desteklediği enstitüler ve dindar antropologlar daha Darwin’in zamanından beri çeşitli iddialar ortaya atmış ama bilimsel çevrelerce yeterli ilgiyi görmemişti.
İktidar savaşı
Bilim ve dinin karşı karşıya gelmesi aydınlanma dönemine rastlar. Bilimin önce teknolojik açıdan burjuva sınıfının yükselişine yardımından sonra, bilim ve din iktidar savaşına girdiler. Ruhban sınıfının yerini bilim adamlarından oluşan uzmanların alması, büyük mücadelelerle oldu. Modern sanatın da, bilimin eksik bıraktığı manevi boyutu tamamladığını ve dinin sosyal yaşamdaki etkisinin zayıflatıldığına dair çeşitli görüşler bugün de dile getiriliyor. Eğer ortada bilim ve din arasında yaşanan bir iktidar savaşı varsa, bu savaşın içinde üçüncü bir taraf da olmalıdır. Çünkü dinin yerini almaya çalışan bilimin sonuçları da (modernizm bilimi iktidar aracı haline dönüştürmüştür) en azından Hiroşima gerçeği ve modernizmin tektipleştiren, çokluğu reddeden bir akıla insanları hapsetmeye çalışmasının akıldışılığı hatırlanırsa, iktidar savaşının dışında üçüncü bir seçeneğin daha olması elzemdir. Bu üçüncü yol, eleştirel kuramlarla gün yüzüne çıkan düşünürlerin açtığı yoldur diyebiliriz. Modernizmin sonuçlarına ve bilimin uygulamalarındaki arka plana eleştirel olarak bakan bu düşünürlerin postyapısalcı olarak adlandırılan Deleuze, Foucault, Irigaray gibi düşünürler; Sahlins, Clastres, Levi Strauss gibi antropologlar sayesinde, bu iktidar savaşımının gerisinde eleştirel bir duruş sergilenebilir. Yine de bu düşünürlerin, bilimsel düşüncenin sınırlarını genişleten, modernizmin olanaklarından faydalanıp modernizmin çıkmazlarını göstererek daha hür bir dünya için çabaladığını da söylemeliyiz. Yani bilime eleştirel bakmak dine, dine eleştirel bakmak modernizme yakınlaşmayı gerektirmez.
Antropoloji
Dini ütopyalar peşinde koşanların, bilimi sadece teknoloji içine hapsederek, düşünsel yaşamı kendi doktrinleriyle doldurmaya çalışması anlamlı bir şeydir. Özellikle bunun için Darwin’in kuramının gözden düşürülmeye çalışılması daha da anlamlıdır. Ama Darwin’in kuramı, birdenbire ortaya çıkmış bir şey değildir ki. Özellikle biyolojinin olağanüstü atılımının görüldüğü 19.yy’da, eğer Darwin evrim teorisini geliştirmeseydi, bir başkası böyle bir teoriyi ister istemez geliştirecekti. Esas burada bilimin üstünlüğünü sergileyen tuhaf bir ayrıntı var. Dini ütopya peşinde koşanların, bilime dini terminolojiyle saldırmayıp bilime bilimin karikatürleştirilmiş araçlarıyla saldırması, gerçekten de kafa karıştırmaya yönelik tuhaf bir durum yaratıyor. Bu şekilde davranarak bilimin üstünlüğü tanınmış, bilimden istenen sadece dinin koyduğu savlara ve kurallara itaat ile yasak bölgelerin (yaradılış vb) ihlal edilmemesi şeklinde bir ricaya dönüşmüş oldu. Aslında bu çaba, bilim, felsefe ve sanatın dinin sınırları içerisine hapsedilmeye çalışılmasının bir sonucudur. Darwin’in üzerinde bu kadar durulması da, sadece ve sadece bu ihlalin yarattığı panik duygusuyla açıklanabilir. Çünkü antropoloji, yeni yeni Türkiye’de varlığını hissettirmeye başladı ve geçmiş senelere göre bir yayın artışının da olduğu ortada.
Peki kim korkar evrim teorisinden? Tabii ki korkacak nedenleri olanlar. Ama korkmalarına hiç gerek yok. Uluslararası ilişkiler gibi fiziki antropoloji ile hiçbir ilgisi olmayan bir alanda eğitim görmüş birisinin, Hulki Cevizoğlu’nun programına konuk olması ve evrim teorisini tartışması gibi komik durumların yaşanması, sadece savundukları şeye zarar verebilir. Bugün dünyanın her yerinde fiziki antropoloji derslerinde Darwin anlatılıyor ve bu dersleri izleyenlerin büyük bir kısmı da herhangi bir dine inanabiliyor. İnsan-merkezci bakış açısı, her ne kadar insanın bir canlı türü olarak, herhangi bir memeli hayvan gibi incelenmesine içerlese de, bu böyledir. Bir antropolog olarak bana sürekli olarak söylenen “Ne yani, şimdi biz maymundan mı geliyoruz” şeklindedir ve maymunla kıyaslanmak pek çok insanın ağrına gidiyor. Çünkü dinler ve insan-merkezci düşünceler hep insanın en üstün yaratık olduğu konusunu işledi ve doğayı kendi toplumsal yapıları gibi hiyerarşik bir düzlemde göstermeye çalıştılar. Kendisini maymundan üstün gören, başka bir ırktan da üstün görebilir ve bu zincirleme bir şekilde böyle devam eder. Aslında Darwin de insanı evrimin en üst basamağına koyarak modernizmin insan-merkezci bakış açısını olumlar, ama bu olumlayış insanın diğer canlı türleriyle ilişkisini ve doğal gelişim sürecini inkar etmemizi gerektirmez. Darwin, sadece insanı bilimsel açıdan anlamamız konusunda bir yol açtı. İnsan ya da tanrı merkezli bir düşünceye bağlı olmaksızın, insanın ne olduğu, nereden gelip nereye gittiğini araştırma konusunda, dinlerden söylence olarak faydalanılabilir ve bilimin de kanıtları ve araçları çok yönlü olarak (ama insan-merkezci modernist tuzağa düşmeden) bu araştırmada kullanılabilir. Hem Darwin, insanın maymundan geldiğini değil de, maymunun geldiği yerden geldiğini söylemişti.
BÜLENT USTA: Antropolog, yazar
10 Temmuz 2005