Dünya Folklorunda Fosillerin Rolü


Kafaları ve kanatları kartal, vücutlarının geri kalan kısmı aslan, pençeleri boynuz kadar iri olan mitolojik varlık Griffinler, bir tür dinozor olan Protoceratops’tur. Dragonların kökeni soyu tükenmiş sürüngen fosilleridir. Tek gözlü cycloplar, fil fosilleridir. Nesli tükenmiş omurgasız canlıların fosilleri halkların hayal dünyasını binlerce yıldır süslemiştir. Köpekbalığı dişi fosillerinin ise fosil folklorda olduğu kadar yerbiliminin ve genel olarak bilimsel düşüncenin gelişiminde ayrı bir yeri vardır.

Fosiller, klasik çağdan günümüze insanların ilgisini çekmiş, neredeyse aydınlanma çağına kadar onun doğaüstü güçlerin bir sonucu olarak meydana geldiğini düşünmüşlerdir. Birçok düşünür ve bilim insanı da “fosil” ile ilgili değişik bakış açıları ortaya koymuştur. Klasik dönemde Thales ve diğerleri, Roma’da Plinius fosillere ilişkin ortaya attıkları düşünceleriyle bilinirler. Özellikle Miletli olanlar deniz kenarında yaptıkları doğa gezilerinde rastladıkları deniz kabukları ile kıyılardaki kabukları karşılaştırarak buraların daha önceleri sularla kaplı olduğunu düşünmüşlerdir. Karanlık çağda ise, kayalardaki fosil kalıntılarında doğaüstü güçlerin kanıtları aranmış, hatta çoğu kez oluşumlarının kutsal kitaptaki tufanla ilgili olduğu düşünülmüş, fosillerle ilgili bu dogmatik inanış hemen hemen aydınlanma çağına dek sürmüştür.

Roma imparatorluğunun çökmesiyle çok tanrıdan tek tanrıya geçmeye başlayan Avrupa bu sürecin sancılarını tüm şiddetiyle çekmekteydi. İnsanlar kötülüklerden korunabilmek için olmadık nesnelere inanmakta, onları her türlü kötülükten ve hastalıktan korunma aracı yapmaktaydılar. Bu nesnelerin en önemlilerinden biri de fosillerdi. Kayalar içinde çok sayıda bulunmaları, şekilleri, ne oldukları, nereden geldikleri konusundaki bilinmezlikleri ile dikkati çeken fosiller, jeolojik zamanlarda yaşamış özellikle de omurgasız ve bazen de omurgalı hayvanların taşlaşmış (fosilleşmiş) kalıntılarından başka bir şey değildiler. Halkın bunların kayaların içine nasıl girdiği konusunda tek bir inançları vardı, onlar doğaüstü güçlerin tasarrufu olmalıydılar. Bunlar ya tufan sonucunda buralara gelmişti ya da Pliny’nin yazdığı gibi fosiller plastik güçlerin eseriydi.

“Fosil” sözcüğü ilk kez 16. yüzyılda Alman madenci G. Agricola tarafından ünlü eseri De Natura Fossilium’da kullanıldı. G. Agricola’ya göre “fosil” toprağı kazarak çıkartılan her türlü doğal nesneydi. Mineral, taş, maden ya da bir canlının kalıntısı olabilirdiler.

Aradan geçen üç yüzyıl sonra 19. yüzyılda paleontoloji ilk kez bir bilim dalı olarak kabul edildi. Bu gelişmeler sonrasında evrim kuramının fırtınalar kopartan tartışmaları, fosilleri kuramın savunulabilmesini kolaylaştıran en önemli doğa objeleri yapacaktır. Bu yüzyılda Lyell ve Darwin ile fosillerin yükselişi gerçekten muhteşemdir.

Binlerce yıldır halklar arasında konuşularak günümüze kadar gelen masal, efsane ve mitlerin çoğunun içinde fosiller de vardır. Özellikle fosillerin biçimleri insanların hayal dünyasını zenginleştirmiştir. Benzetmeler, yakıştırmalar ve şekiller bu hayal dünyasının önemli sembolleridir.

Mitler halk hikayeleridir. Efsaneler tanrıları, kahramanları ve doğaüstü varlıkları konu alan anlatılardır. Bu söylemler ozanlar ve din adamları tarafından düzenli bir şekilde sözlü aktarımla halklar arasında yayılır, çoğunlukla da ilgili oldukları topluluğun rahipleri veya hükümdarları tarafından onaylanarak devamlı canlı kalırlar. Topluluğun ruhani yapısıyla aralarındaki bağ koptuğunda, mitolojik niteliklerini yitirerek, folklora ait söylencelere veya peri masallarına dönüşürler.

Mitler, eski çağlarda yaşamış insanların doğa olaylarına, sosyal ilişkilerine, dinsel inançlarına bakış açılarının yorumlanmasıdır. Her halkın çeşitli efsaneleri, destanları, kahramanlık öyküleri vardır. Mitler toplumların inançlarını, tanrılarını, masallarını, söylencelerini barındırır.

Mitoloji, doğa üzerine işlenmiş olan prototipleri hayallerde canlandırılarak veya onları canlı görerek anlatma şeklidir. Bir başka deyişle, insanların doğa üzerinde gördükleri resim ve şekilleri, doğaüstü olaylarla süsleyerek anlattıkları hikâyelere mit ya da mitos denir.

Fosiller yüzyıllar, hatta binlerce yıldır mitlerin içinde olmuş, çoğu kez söylencelerden esinlenerek adlandırılmıştır. Örneğin Mısır’ın Güneş Tanrısı “Amun” (Yunan tanrılarındaki karşılığı Zeus’tur) Koç biçiminde şekillenmiştir. Paleontolojideki (fosil bilimi) spiral sarımlı ammon-ites (koç biçimli taş ya da koç taşı) adını buradan alır.

Griffin/Gryphon, Dragon, Cyclop ve Unicornlar en iyi bilinen mitolojik varlıklardır. Bunların fosil benzeşimleri ile yakın ilgileri vardır. Yüzyıllar boyu süren söylencelerle günümüze kadar gelmişlerdir.

MİTOLOJİK VARLIKLAR

Protoceratops fosilleri ve koruyucu griffinler

Griffinler, Orta Doğu ve yakın bölgelerde yaşayan Babil, Asur ve Pers topluluklarının sembolleridir. Resimler ve heykellerde bunlara ait şekilleri görebiliriz. MÖ 3000 yıllarında eski Mısır’ın kutsal kenti Minoa’nın koruyucusu Griffinlerdir (şekil-1).

İskitler (Scythianlar) İran ve Hint kökenli göçebe topluluklardır. Çok iyi ata binen bu insanlar, küçük hayvanlarını (keçi, koyun gibi) otlatmak için devamlı iyi otlaklar arayan pastoral, göçebe ve savaşçı kavimlerdir. İskitler, bir yandan Pannon ve Sarmat otlaklarında göçerken, diğer yandan güneydeki Kafkas Dağlarında buldukları altınları da işlediler, bunları son derece kıymetli taşlarla süsleyerek değerli mücevherler yaptılar. Griffinler işte bu hazinelerin koruyucusu olarak Scythian Mitolojisi’nin önemli sembolleridir. Bu mitolojide altın koruyucusu unvanına sahip olan ve yer altında yaşayan griffin ya da gryphonların kafaları ve kanatları kartal, vücutlarının geri kalan kısmı aslan, pençeleri ise boynuz kadar iridir.

Protoceratops (ilk boynuzlu yüz) Üst Kretase zamanında özellikle de Asya kıtasında yaşamış otçul Ceratopsian Dinozor’dur (şekil-2). Boynuzları, kafa etrafındaki yakalığı ve gelişmiş boynu ile dikkati çeker. Kafatasının ön kısmı iri bir kuşun gagasına benzer. Orta Asya içlerine doğru devamlı göçen İskit kabileleri, bu bölgelerde çok sayıda bulunan Protoceratops kafatası fosillerine rastlamış olmalılar. Hayal dünyalarını süsleyen bu fosiller, yıllar sonra mitler şeklinde anlatılan benzetmeler ile İskit mitolojisindeki altın koruyucusu griffinlere dönüşmüş olmalıdır. Griffinlerin oluşum kökenleri değişik topluluklara göre farklı olmakla birlikte, ortak nitelikleri koruyucu olmalarıdır. Örneğin Avrupa’daki bazı önemli binaların giriş kapılarında bu görevlerini simgelercesine muhteşem görünümlü griffin heykelleri yer alır.

Dragonlar

Başta Çin olmak üzere Doğu Asya ülkelerinin folklorlarında dragonlar önemli bir yer tutar. Bunların en önemlisi gök gürültüsü adıyla bilinen Bhutan’ın Druk Dragonu’dur (şekil-3). Bhutan’ın yerel adı da “Druk Yul” diğer adıyla “Barışçıl Ejderhanın Ülkesi”dir. Çin ile Hindistan arasında, Himalayaların doğusunda küçük bir Asya ülkesi olan Bhutan’ın bayrağı ve ambleminde dragon figürü dikkati çeker. Doğu Asya folklorunda önemli bir diğer dragon da Japon Dragonu’dur. Çin, Kore ve Hint folklorundaki efsanelerinin karışımıdır. Japon Dragonu’nun kanatları yoktur. Üç adet uzun pençesi ve yılana benzer şekli ile dikkati çeker. Kore dragonları Çin dragonu ile benzerlik gösterir. Kore dragonları özellikle nehirlerde, okyanuslarda ve dağlardaki derin göllerde yaşar. Yağmur yağdırma ve çok ürün verme onun önemli görevidir. Bir diğer önemli dragon da Vietnam Dragonu’dur. Çeşitli sembollerle tanınır. Genelde timsah, yılan ve kertenkele-kuş karışımı şeklinde olan bir yaratıktır. Onun da kanatları yoktur. Bu dragon da tahıllar için gerekli olan yağmuru yağdırabilme özelliğine sahiptir. Aynı zamanda imparatorun, ülkenin başarısı ve gücünün temsilcisidir. Kendi aralarında bölünmüş her bir Vietnam hanedanı kendilerine özgü dragonlarla temsil edilmiştir. Her bir hanedanın dragonu farklı olmakla birlikte genelde timsah, yılan ve kuş benzeri yaratıklardır.

Çin Dragonu, tüm doğu dragonlarının kökenidir. Uzun yılan biçimli, derisi pullu, dört ayaklı ve her bir ayakta beş pençesi olan yaratıktır. Beş pençeli olması en önemli özelliğidir. Bu dragon öncelikli olarak Çin İmparatorluğunun sembolü olup, ilk ortaya çıkışı yeşim taşından yapılmış heykelciklerinin bulunduğu neolitik döneme rastlar. Kökeninde Çin kavimlerinin birbirinden farklı şekillerdeki totemleri bulunur. Bu totemler genelde yılan, balık veya timsah biçimli figürlerdir. Çin dragonu savaşçı bir dragon değildir. Halk arasındaki inanışa göre yağmur yağdırır, yaşama bereket getirir. Şelalelerde, nehirlerde ya da denizlerde vücut bulur. Suya ve havaya hükmeder.

Dragonların Roma ve Yunan mitolojilerindeki karşılığı ise deniz-su tanrılarıdır. Asya dragonlarının yardımsever özellikleri Avrupa dragonlarında bulunmaz. Avrupa dragonlarının temel elementi ateştir. Onlar kötülük için vardır.

Dragon mitlerinde bazı coğrafyalara özgü fosiller önemli rol oynar. Bölge halkı tarafından nesilden nesle aktarılan söylenceler ve benzetmeler dragon biçimlerinde önemli rol oynamıştır. Örneğin Jura Okyanusları’nda dolaşan sürüngenlerin (Plesiosaurus) İrlanda Belfast yakınlarındaki çökeller içinde bulunan fosilleri ile mitolojik dragon başları birbirine benzer. Nesli tükenmiş zürafa ya da Sulewesi Adaları’ndaki domuz-geyik benzeri endemik artiodaktil Babyrousa babyrussa ilginç kafası ile dragona benzerlik göstermektedir. (şekil-4).

Cycloplar

Başka bir fosil-folklor ilişkisi de cycloplardır. Orta ve Uzakdoğu memeli faunasında bulunan Elephantidae (filler) fosilleri, hortumunun kafatasına bağlandığı bölgede hortum düştükten sonra geriye kalan delik ile, kafataslarının alın kısmında sanki bir göz varmış gibi bir görüntü oluşturur (şekil-5). Bu görüntüdeki yaratıklar Hint-Avrupa mitolojilerinde önemli bir yere sahiptir. Mitolojiye göre alınlarının ortasında gözü olan bu dev insanlar, vahşi doğa ve kaos ile ilişkilidir. Benzer devler, Yunan tanrıları (Zeus ve diğerleri) ile ve İskandinav ülkelerinde yaşayan Alman kabilelerinin Odin, Thor, Baldr gibi çoklu tanrıları ile de devamlı çekişme ve çarpışma halindedirler, efsanelere göre. Cycloplar bu devlerin ilkel soylarıdır. Kafalarındaki tek gözleri ile bilinirler. En bilinenleri Polyphemus’tur (şekil-6). Bu cyclop, Poseidon ve Thoosa’nın tek gözlü erkek çocuğudur. Dede Korkut hikayelerinden bildiğimiz “Tepegöz” de bir cycloptur.

Unicornlar

Mitolojide unicornların da (tek boynuzlular) önemli bir yeri vardır. Unicorn, bir tüylü Rhinoceras, Mammut ya da kuzey denizlerinde yaşayan bir balina olan Monodon monoceros olabilir.

Cuvier’e göre ise unicorn, olasılıkla toynaklı hayvanlardan biri olmalıdır. Kafatasının gelişiminde muhtemelen tek bir boynuzun oluşması ile unicorn bir biçim almıştır. Tüm Orta Avrupa efsanelerinde unicorn, olasılıkla tüylü gergedandır (şekil-7). Buz çağı insanlarının bu hayvanı görmüş ve efsanelerine almış olmaları muhtemeldir.

 OMURGASIZLAR

Keltler ve Avrupa’da fosil folklor

Demir Çağı’nın erken dönemlerinde MÖ yaklaşık 1000-400 yılları arasında birçok kabileden oluşan ilk Kelt toplulukları bugünkü Avusturya topraklarına yerleşmiştir (şekil-8). Demir Çağı’nın geç dönemlerine doğru Kelt toplulukları batıda İspanya Yarımadası, kuzeyde İrlanda ve İskoçya’ya kadar yayılmış, Orta Anadolu’da Galatlar ile temsil edilmiştir. Milattan hemen sonra Roma İmparatorluğu’nun Avrupa’da genişlemesi Kelt kültürünü kuzeye doğru çekilmeye zorlamış, topraklarını kaybeden Keltler kuzeyde bugünkü Büyük Britanya Adalarına kadar gerilemişlerdir. Günümüzde Kelt kültürünün güçlü izleri halen bu bölgelerde yaygın olarak görülür.

İngiltere’nin güneybatı, doğu ve kuzeydoğu kıyıları Jura-Kretase yaşlı çökellerden oluşur. Bunların değişik düzeyleri çok sayıda, ammonit, belemnit ve echinoid gibi invertebrat (omurgasızlar) fosilleri içerir. Özellikle Kelt folklorunda bunlarla ilgili çok sayıda kayıt bulunur.

Orta Çağ Avrupa’sında, yakınçağda, bazen de aydınlama çağında, hatta günümüzde bile insanlar, doğaüstü güçlere ve onun sembollerine, zor zamanlarında son çare olarak sığınma arzusu göstermiştir. Yeri geldiğinde büyü, muska, tılsım, sihir olarak, bazen de medikal bir takım özellikleri olduğuna inanarak onlara kurtarıcı gözüyle bakmışlar ve kullanmışlardır. Doğaüstü güçlerin ürünü olduğu varsayılan önemli nesnelerin başında bazı omurgasız fosilleri gelir. Bu inancı fosillere yükleyen en önemli olgu birinci derecede onların şekilleri, daha sonra da çökeller içindeki çokluk dereceleridir. Örneğin, İngiltere’nin Jura-Kretase çökellerinin geniş alanlara yayıldığı sahillerdeki formasyonlarda çokça bulunan ammonitlerin koç boynuzuna, yılana; belemnitlerin oklara, kukeletalara; deniz kestanelerinin ekmek somunlarına ya da kalp şekline; spiriferlerin de kelebek şekline benzetilmeleri gibi.

Ammonitler

Milyonlarca yıl gezegenin yaşamında, okyanuslarda egemen olan Ammonitler, 65 milyon yıl önce dünyaya bir göktaşının çarpması sonucu, dinozorlarla birlikte nesilleri tükenerek yok oldular. Aynı kaderi paylaşan bu iki önemli canlı grubu artık mitlerde yaşıyor. Ammonitler değişik spiral sarımlı kabukları ile fosil dünyasının ilgi çekici organizmalarıdır. Yüzyıllar boyu folklorik mitolojinin objeleri oldukları gibi, metafizik dünyanın vazgeçilmezleri arasında da önemli bir yere sahipler. Bu nedenle bazı hastalıklara iyi geldikleri inancıyla doğaüstü inanışların unsurları olarak antik çağdan beri kullanılıyorlar.

Ammonit’in mistik düşüncede en yaygın kullanılışı, İngiliz folklorundaki snakestone (serpent stone) diğer adıyla yılan taşlarıdır (şekil-9). Yorkshire’deki Whitby ve Somerset ‘deki Keynsham yöreleri İngiltere’de ammonit fosillerinin en yoğun bulunduğu bölgelerdir. Whitby İngiltere’nin önemli arkeolojik alanlarından biridir. Rahibe Hilda tarafından 657 yılında kurulmuştur. Her yıl Kelt ve Romalı rahipler burada dini törenler eşliğinde toplanırdı. Bu nedenle Whitby, katolik dünyanın da başkentidir. Efsaneye göre Whitby bölgesini yılanlar kaplamıştır. Bu istilayı Saxon Baş Rahibesi St. Hilda (614-680) yılanları taşa döndürerek önler. Whitby yılanlarının kafası yoktur. Kafaları ya kötü ruhlar tarafından kesilmiştir ya da Viktorian zamanındaki inanışa göre yılanlar kafaları vücutlarının altında kalacak şekilde kıvrılmışlardır. Bu folklorik düşünce Whitby kasabasında yapılan birçok etkinlikte rol oynadığı gibi çeşitli kuruluşların amblemlerinde de yer alır. Örneğin Whitby Koleji’nin armasında kıvrılmış yılan şekilleri ammonit spiralleri olarak dikkati çeker. St. Hilda adına tanımlanan ammonit ise fosil bilimi olan paleontolojide Hildoceras bifrons türü olarak tanımlanmıştır (şekil-10). Buradaki “Hilda” Whitby’yi yılanlardan koruyan St. Hilda’dır ve bu cins isimdir. Bifrons ise iki şeytanlı anlamındadır, bu da tür ismidir.

Ammonitler erken Yunan’da da çokça bilinen folklorik bir nesnedir. Spiral sarımlı koçboynuzları ile benzerlik gösterir. Kutsal sembollerle ilişkisi onu boynuzları olan güneş tanrısı Ammon olarak tanımlar ve “Cornu Ammonis” ya da “Horns of Ammon” olarak bilinir. Ammon Mısır’ın kâhin tanrılarının Yunanca adıdır (şehir-11). Esas yaşadığı yer Libya çöllerinin batısında Eski Mısır’ın Siwa Oasis kentridir. Daha sonra bilimsel kaynaklara bu ammonit olarak geçecektir.

Gücü simgeleyen koçun boynuzu, soyu tükenmiş ammonitlerin şekli ile özdeşleşmiş olarak Büyük İskender’in kendisi için bastırdığı paraların üstünde de bulunur (şekil-12). Medikal olarak da kullanılan ammonitlerin yılan ısırmalarına, kısırlığa, körlüğe ve zayıflığa iyi geldiği inancı Yunan folklorunda yaygındır.

Roma halklarında ise pritize olmuş (sahte altın) ammonitleri yastığın altına koyup uyuyan kişinin, uyandığında gelecek hakkında kehanette bulunabileceği inancı vardır.

Kuzey Amerika’da Navoja ülkesinin düzlüklerindeki kabilelerin tedavi ile de ilgilenen büyücüleri, ammonitler için, tohumlardaki yaşam anlamında “wanisugna” adını kullanmışlardır.

Kanada bölgesine yakın yaşayan Blackfoot kabilesi, ammonitlere “insıkım” derdi. Diğer anlamı buffolo stone, yani buffolo taşıdır. Bu benzetme, uyuyan buffoloların boynuzlarından ilham alınarak yapılmıştır. Bu taşlar (Ammonit fosilleri) kabilenin ruhani törenlerinde kullanıldığı gibi, taşların doğurganlık özelliği olduğuna, anne buffolo taşlarının bebek taşları ürettiğine inanılırdı. Bu inanışta tekrarlanan ammonit septalarının (bölmeler) rol oynadığı düşünülebilir. Kabiledeki başka bir inanışa göre, düzlüklerde bulunan buffolo taşlarını elde eden avcı, otlaklarda uzun süre ata binebilir, iyi av yapar ve yaşamında başarılı olurdu.

Doğu, özellikle Hint folklorunda fosil ammonitlerin önemi büyüktür. Hindu kültürüne göre siyah şeyller içinde kongresyon olarak bulunan ammonit fosilleri “saligram” olarak bilinir (şekil-13). Bu tip “kongresyon ammonitler”e Hindistan’ın kuzeyinde, Nepal sınırındaki Gandaki Nehri’nin vadisinde rastlanır. Bunlar; akarsuyun siyah şeylleri aşındırması sonrası açığa çıkan ve aşınma nedeniyle de değişik şekillerde olabilen ve bölgede siyah taş adı verilen ammonit parçalarından başka bir şey değildir.

Saligramlar “chakras” adı verilen işaretler taşır. Çakraslar Hindu sembollerinde bütünlüğün sembolüdür. Bu işaretler ammonit kabuğu üzerindeki “kot” ya da “pliye” diye bilinen kalın süslerdir. Sanskrit kayıtlarında belirtildiğine göre saligramların kökeni milattan önce ikinci yüzyıla kadar gider. Değişik saligramlar değişik isimler alır. Bunların her birinin Hindu folklorunda değişik işlevleri vardır. Tanrı Vishnu’nun saligramları manastırlarda, tapınaklarda muhafaza edilir. Bunları suda yıkadıktan sonra içen kişinin kötülüklerden arınıp cennete, Vishnu’nun oturduğu yere gideceğine inanılır.

Cephalopodlar

Omurgasız hayvanlar Ãleminin en önemli ve türce en zengin şubelerinden biri olan Mollusca’nın (yumuşakçalar), günümüzde yalnızca mürekep balıkları, ahtapotlar ve kabuklu tek cins olan Nautilus ile temsil edilen Cephalopoda (kafadanbacaklılar) sınıfının soyu tükenmiş bazı cinsleri de, fosil folklorun önemli nesneleridir.

Cephalopodlara ait Nautiloidler paleozoyik zamanın Ordovisiyen dönemini temsil eden serbest yüzücü invertebratlardır. Bu gruptan olan Orthoceraslar oka ya da çiviye benzeyen şekilleri ve üzerlerindeki bölmeleri ile birçok kültürde değişik isimler alırlar. Gücü simgeleyen orthoceraslar Çin folklorunda “bao-ta-shin” veya “pagoda stone” (pagoda taşı) ismiyle bilinir (şekil-14).

Öland Adası, Baltık Denizi’nde İsveç’e bağlı bir adadır. Buradaki düzgün Orthoceras fosilleri oldukça zengin topluluklar oluşturur. Bu bolluk nedeniyle halk arasında bunlara değişik isimler verilmiştir. Örneğin, “Öland Spikes” (Öland Çivisi) ya da “Öland Nails” (Öland Tırnağı) gibi.

Belemnitler

Çoklukları ve özel şekilleri nedeniyle insanların dikkatini çeken Belemnitler aslında Jura ve Kretase döneminin okyanuslarında yaşamış ve bugünkü Sequid (mürekkepbalıkları) ile yakın benzerlikleri olan omurgasız canlılardır. En önemli özellikleri çok iyi fosilleşebilen rostruma (müdafaa organı) sahip olmalarıdır. Rostrum şekil olarak ok ya da kurşuna benzer. Jura-Kretase çökellerinin içinde yoğun olarak da bulunurlar. Bu kayaların yaygın olduğu (örneğin İngiltere kıyıları) bölgelerde yaşayan insanlarca, sembolleri ve çoklukları nedeniyle doğaüstü güçlerle ilgili oldukları düşünülür. İnanışa göre belemnitler, insanları cezalandırmak için gökyüzünden dünyaya doğa üstü güçler tarafından atılan “belemnonlar”dır (oklar) (şekil-15). Bazı ülkelerde belemnonlara değişik isimlerin verildiği de olmuştur. Örneğin İngiltere’de şeytanın ve Aziz Peter’in Parmağı gibi… (şekil 16).

Folklorik dünyada belemnitlerin diğer bir özelliği de tedavi edici olmalarıdır. İki belemnit rostrumunu birbirine sürterek oluşturulan tozun göze üflenmesiyle göz iltihabının yok edileceğine inanılırdı.

Şeytan tarafından efsunlanmış insanların fırtınalı havalarda gökyüzünden yere gönderilen belemnonlarla korunacağı İngiltere folklarında hâkim düşünceydi. Bu inanışa İngiltere’de, özellikle belemnitlerin çokça bulunduğu çökel toplulukların yakınındaki yerleşimlerde günümüzde de rastlanmaktadır.

16. yüzyılda İskoçya folklorunda “botstone” ya da “bat stone” (sopa taşı) ismini alan belemnitler medikal olarak da kullanılmışlardır. Suyun içine batırılan belemnitlerin belli bir süre sonra çıkartılıp suyu içildiğinde bunun ağrılı hastalıklara ve bağırsak kurtlarının düşürülmesine iyi geldiği inancı halk arasında yaygındı.

Başka ülke folklorlarında, değişik isimler altında belemnit rostrumlarına değişik folklorik anlamlar yüklendi. Örneğin Çin folklorunda belemnitlerin ismi “Jien-shih” idi. Bunun anlamı “kılıç taşlar”dı. İskandinav folklarında ise değişik bir inanış vardı. Belemnitler cin ve perilerin ışık saçan kandilleriydi, folklorik isimleri “vateljus”du. Mısır hiyerogliflerinde rastlanan okbaşına benzeyen fosil belemnit sembolleri, Mısır Krallığı’nda gücü ve tanrı Min’i temsil etmekteydi. Rusya’da Don nehri kıyılarında 20.000 yaşındaki yerleşim alanında bulunan amber renkli belemnit parçaları kadınlar tarafından güzelliği ve çekiciliği artırmak için kullanılan doğaüstü nesnelerdi. Belemnitler Alman folklorunda da farklı isimler ile bilinmekteydi. Örneğin Donar’ın çekici, karabasan oku, parmak taşı, hayalet kandili ve kedi kukası gibi.

Bivalvler

Mollusca şubesinin bir diğer önemli sınıfı Bivalvia’dır. Bu grup, içinde omurgasız bir canlının yaşadığı genelde birbirine eşit iki CaCo3 bileşimli kabuktan oluşan bir yapıya sahiptir. Cephalopodalar gibi nesilleri toptan tükenmemesine rağmen, bazı gruplar ve onların cinsleri günümüzde yaşamamaktadır. Bu canlılar denizlerin ve göllerin çeşitli ortamlarında kabuklarının salgıladığı bir madde ile kayalara, iskelelere, deniz vasıtalarının altına ve hatta birbirlerinin üstüne dahi yapışarak çok geniş coğrafyalara yayılmışlardır. 500 milyon yıldır denizlerde yaşamaktadırlar.

Bu grubun en tanınan ve bilinen canlısı Gryphea, Jura dönemi denizlerinin karakteristik cinsidir. İlginç şekli ile dikkati çeker. İki kabuktan oluşan yapısında her iki kabuk istisnai olarak birbirine eşit değildir. Kaba görünümlü ve geriye kıvrık iri çengelli kabuğu, “kot” diye bilinen kalın çizgilerle süslüdür. Bolca bulunduğu bölgelerde, bu karakteristik biçimi ile fosil folklorun önemli sembollerinden olmuştur.

İngiltere Jurası’nda Gryphea son derece yaygın bir fosildir. Suffolk bölgesinde akarsularla ve glasiyerlerle taşınan kaba kabuklu Gryphea fosilleri yarı aşınmış kaba şekilleri ile akarsu kenarlarında çakıl ve buzul blokları arasında bol olarak bulunur. Kabuğun üzeri kalın ve kaba kotlar ile örtülüdür. Aşınma koşulları onu çok daha kaba görünümlü yapmıştır. Bu görünümü ile iri bir ayak tırnağına benzer. Bu nedenle Gryphea’lara “devil’s toenail” (şeytanın ayak tırnağı) adı verilmiştir (şekil–17). 17. ve 18. yüzyılda Gryphae’lı suların romatizmal ve yaralanma ağrılarına iyi geldiği kaynaklarda belirtilmektedir.

Güney İngiltere’de yine Üst Jura yaşlı çökeller içinde minyatür şekilli at kafalarını sembolize eden fosilleri bulunmaktadır. 17. yüzyılda naturalist Robert Plot bunları Hippocephaloides olarak tanımlar. Aslında bunlar bivalvlerden Myophorella hudlestoni fosiline aittir. Fosilin kabuğundaki kas izleri bir atın gözlerine, çengeli ise kulaklarına benzemektedir. Bu nedenle fosile Dorset bölgesinde “osses eds” (at kafası) adı verilmiştir.

İngiltere’nin güney sahillerindeki Dorset bölgesi, Portland ya da Jura sahili olarak bilinir. Jura’nın çökelleri içindeki deniz sürüngenleri, ammonitler, belemnitler ve bivalvlere kadar birçok canlının fosiline bu sahillerde rastlamak mümkündür. Bölgedeki fosil bolluğu ve çeşitliliği İngiltere fosil folklorunun gelişimine önemli katkı sağlamıştır.

Önemli başka bir bivalv, Robert Plot tarafından 17. yüzyıl paleontolojisinde Bucardites olarak tanımlanan kaba kabuklu Protocardia’dır. Lateralden (yandan) bakıldığında kalp şeklini andırdığından bölgede sembolik olarak ona “bull’s heart” (boğa kalbi ) ismi verilmiştir. Gücü simgeleyen bu fosil kalıpları İngiltere’nin güneyinde Dorset ya da Jurasik sahillerdeki çökellerde çokça bulunur.

Fosiller uzun yıllardan beri hatta günümüzde dahi uzak doğu halkları arasında özellikle de Çin’de alternatif tıpta sempatik sinir sistemi ile ilgili tedavilerde kullanılmaktadır. Fosilin ana maddesi olan CaCo3 ya da kemiklerdeki CaPo4’ın bazı rahatsızlıklara iyi geldiği tahmin edilmektedir. Kaynaklarda dragon kemiği olarak da tanınan fosil memeli kemiklerinin Çin’de bu maksatla kullanıldığı bilinmektedir.

Brachiopoda

Brachiopoda, Bivalvia’ya şekil olarak benzese de farklı olarak her iki kabuk birbirinden farklı büyüklüktedir. Paleozoyik ortalarında dünya okyanuslarında görülmeye başlayan bu grup üyelerinin çoğunun nesli tükenmiştir. Günümüzde ise çok az sayıdaki cinsle temsil edilmektedir.

Paleozoyik dönemde Devoniyen denizlerinin soyu tükenmiş brachiopodu Spirifer doğunun folklorik kültüründe halen “kelebek taşları” (stone swallow) olarak Singapur eczanelerinde satılmaktadır (şekil–18). Toz haline getirilmiş tabletler ve bunların nasıl kullanılacağı hakkında küçük broşürler bile eczanelerde bulunmaktadır. Bilgilere göre spiriferler birbirine sürtülüp elde edilen toz suya karıştırılıp soğuk içilirse, romatizma, deri hastalıkları ve göz bozukluklarına iyi geldiği bu broşürlerde belirtilmektedir.

Echinodermata

Başka bir folklorik fosil grubu da echinodermata, diğer ismiyle derisidikenliler veya denizkestaneleridir. Omurgasızlar içinde denizkestaneleri (echinoidea) önemli bir sınıftır. Bazı cinslerinin nesli jeolojik zaman sürecinde tükenmesine rağmen belli gruplar günümüz denizlerinde yaşamlarını sürdürmektedir. Bunlar düzensiz (irregular) ve düzenli (regular) echinidler olmak üzere iki gruba ayrılır. Düzenli olanlar beşli ışınsal-simetrik özelliklere sahiptir, anüs ve ağız farklı yerdedir. Düzensiz olanlarda ise beşli paliolatal ambulaklaral sistemlidir, anüs ve ağız periferin iki tarafındadır. Bu belirgin özellikleri ile de birbirlerinden kolaylıkla ayrılırlar. Yaşam ortamları da farklı olan her iki grupta simetrik olanlar kayalık zeminlerde, asimetrik olanlar ise kumlu ve yumuşak zeminlerde yaşar. Özellikle düzensiz olanlar fosil folklorun önemli sembollerdir.

Micraster, kalp şekli ve beşli yaprak biçimli ambulakral bölgeleri ile dikkati çeker. Bu özellik onu folklorik dünyanın ilginç objeleri arasına sokmuştur. İngiltere’nin güneyindeki Kretase yaşlı çökeller içindeki silisifiye olmuş micrasterlerin halk arasında doğaüstü güçlere sahip olduğu düşüncesi yaygındır. Fransa’nın kuzeyinde Acheulian (Pleyistosen) yaşlı kalıntılarda akarsu çakılları arasında bulunan sileksit kazıcı aletler silisifiye olmuş Micraster fosilleri içerir. Çeşitli kaynaklarda gücü simgelediği belirtilmiştir.

Echinocorys, konik şekli nedeniyle İngiliz folklorunda “çobanın tacı” olarak bilinir. Kabuğun tepe bölgesinden kenarına doğru uzanan beş adet ambulakral bölge, bir tacın kalın kotlarına benzer. İngiltere’nin güney bölgelerindeki çobanlar olasılıkla hayvanlarını otlatırken kireçtaşlarının aşınması sonrasında ortaya çıkan bu konik şekilli fosil echinoidleri bulmuş olmalıdırlar. Bu nedenle bölge halkı bunları çobanların giydiği kabanların kukuletalarına benzetmiştir.

Denizkestaneleri ile ilgili ilginç söylencelerden biri de Doğu İngiltere’de Suffolk bölgesine aittir. Kalp şekilli Micraster ile miğfer şekilli Echinocorys perilerin ekmek somunları olarak bilinir (şekil 19). Ekmek somuna benzeyen bu echinid cinslerini evlerine koyan ve görünür bir yere asanlar, bunların kalplerine bir ümit verdiğini ve evlerinin geçimlerini garantiye alacağını düşünürler. Sussex ile Doğu Anglia arasındaki bölgenin insanları arasında Echinocorys ya da Micrasterler cin somunları olarak tanımlanırlar ve cin adam ile ilişkili olduklarına inanılır (şekil 20). Celtic folklorundaki başka bir yakıştırmaya göre, Micrasterler ambulaklaral bölgelerinin kartal pençesine benzemesi dolayısıyla gücü temsil etmektedirler.

Danimarka folklorunda ise daha değişik inanışlar bulunuır. Micrasterler fırtınalı havalarda cennetten yeryüzüne gönderilen koruyucu doğaüstü nesnelerdir. Bunları yanlarında ve evlerinde bulunduran insanların yıldırımlardan ve büyülerden korunacağına inanılır.

Hint folklorunda ise micrasterlerin beşli abulakral bölgesi ilgi çeker. Bu nedenle “punchu khada” (beşli taş) adını alırlar.

Bazı fosillerin insanların sempatik sinir sistemine, başka deyişle duygusallıklarına etki ederek hastalıkları tedavi ettiği inancı 17. ve 18. yüzyıl kaynaklarından bilinmektedir. Örneğin uzun çomak şekilli dikenleri ve torba biçimiyle Jura yaşlı Balanocidaris’in, özellikle böbrektaşından kaynaklanan ağrıların tedavisinde kullanıldığı bilinmektedir (şekil 21). Doğu İngiltere’nin birçok bölgesindeki insanlar, evlerin kapı ve pencere kenarlarına bu fosilleri astıklarında müjdeli haberlerin geleceğine ve fırtınalı havalarda evlerinin yıldırımlardan korunacağına inanırlardı.

Düzenli echinoid cinsi olan Cidaris, Pliny’ye (MS 40) göre Ovum anguinum diğer anlamda yılan yumurtasıdır. 13. yüzyılda rahipler, bu sihirli yumurtaların yılanların yaz ortasında çiftleşmeleri sonrasında yumurtadan yavruların çıkarken oluşturduğu köpüklerden meydana geldiğini düşünürlerdi. Top şeklindeki köpük balonlarının Cidarislerin üzerinde bulunan radiol kökleri ile benzer olması folklorik olarak bu düşünceyi güçlendirmektedir.

Bu yumurtaları elbiselerinin ceplerinde bulunduranların onların sihirli güçlerinden yararlanacaklarına inanılmıştır (şekil 22).

Crinoidea

Denizlaleleri bilimsel kaynaklarda crinoidler olarak bilinir. Echinodermata şubesine ait önemli bir sınıftır. Ordovisiyen döneminde ortaya çıkan denizlalelerinin günümüz denizlerinde de halen yaşamını sürdüren birçok cinsi bulunmaktadır. Vücutları, beslenmek için kullandığı tentaküller ile zemine kendisini bağlayan bir saptan oluşur. Sapları ve bunların yıldıza benzeyen enine kesitleri orta çağ ve yeniçağ Avrupası’nda birçok ülke folklorunda “yıldız taşları” (star stone) olarak bilinirdi (şekil–23). Bu terim günümüzde de halen geçerliliğini korumaktadır. İtalya’da 19. yüzyıl sonunda crinoid saplarının kesitleri “pietra stallaria” (yıldızların değerli taşları) olarak adlandırıldı. Muska olarak kullanılan crinoid sapları çocukların boyunlarına kolye olarak da asılır, onları şeytanın kötü büyülerinden ve zararlı böceklerden koruyacağına inanılır.

İngiltere anakarasında ve Derbyshire’da Karbonifer yaşlı denizlalelerinin saplarının kalıpları bölge folklorunda “taş vidalar”dı (screw stone). Bunların fırtınalı havalarda, insanları cezalandırmak için doğaüstü güçler tarafından gökyüzünden yeryüzüne gönderildiği düşünülürdü.

Crinod sapları ile ilgili olarak teolojik anlamlı folklorik düşüncelerden biri de İsa’nın azizlerinden St. Cuthbert ile ilgilidir. Holly Adası İngiltere’nin kuzey doğusunda gelgit olaylarının son derece etkin olduğu bir bölgede yer alır. Bunun hemen yanında küçücük bir ada olan St. Cuthbert adacığı bulunur. Gelgit zamanlarında zaman zaman Holly Adası ile bağlanan adacığı St. Cuthbert’in kullandığı bilinmektedir. Burada 13. yüzyılda yapılmış ortaçağ manastırının sütunlarında ilgi çekici folklorik semboller dikkat çeker. Anakarada bulunan Ordovisiyen yaşlı denizlalesi fosillerinin sap yapıları ile St. Cuthbert manastırın dış duvarlarındaki yapılar bire bir benzeşmektedir. İnşaatı yapanların crinoid saplarından esinlendiği açıkça bellidir. Bu arada bölgesel inanışa göre denizlalesi saplarının dizilmesiyle oluşan tespihler St Cuthbert’in tespihi olarak bilinmektedir (şekil–24). Bu nedenle crinoid fosilleri ada halkı tarafından kutsallaştırılmıştır.

Crinoid saplarının kesitleri yıldız şekline benzediğinden, 17. yüzyıl sonlarında İngiliz kolleksiyoner ve Asmolanian Müzesi’nin ilk sorumlusu R. Plot eserinde, bunların gökyüzüne ait ilahi parçalar olduğunu ve bulutlar tarafından oluşturulan cennetten yeryüzüne gök gürültüsü ve şiddetli yağmurlar sonrası gönderildiğini anlatmaktadır. Ayrıca bu taşlar keskin likör ve sirke içine atılıp, bir süre bekledikten sonra içilirse, ertesi sabah insanın daha rahat ve huzurlu olacağı düşünülürdü.

BALIKLAR

Balıklar Paleozoyik dönemin erken zamanlarından başlayarak çok değişik gruplarla gezegenimizin tarihi boyunca sucul ortamlarda temsil edilmişlerdir. Bazı grupların soyu tükenmiş, bazıları da çeşitlenerek denizlerde ve göllerde egemen olmuşlardır. Balıkların özellikle dişleri çok iyi fosilleştiğinden çökeller içinde yaygın olarak bulunur. Bunun en güzel örneklerini Lepidotes ve Charcaradon cinslerinin dişlerinde görebiliriz.

Lepidotes

Lepidotes (bazı kaynaklarda Lepidotus) olarak bilinen bu kemikli balık, Jura ve Kretase göllerinde ve sığ denizlerinde yaşamış, günümüz turna balıkları ile yakın özelliği olan soyu tükenmiş bir canlıdır. Boyu yaklaşık iki metre kadar olabilir. Tüm vücudu mine özelliğindeki kalın pullarla kaplıdır. Damakta sıralanmış boncuk şekilli sert dişler (toad-stone) kabuklu deniz hayvanlarını örneğin mollusca kabuklarını kolaylıkla kırabilir. Beslenmeleri de genelde bu yolladır. Boncuk biçiminde sert yüzeyli dişler fosil olarak çok iyi korunduklarından çökeller içinde çokça bulanabilmektedir (şekil–25). Bu dişlerin şekilleri kara kurbağasının (Bufo bufo) derisinin üstündeki iri granüllere (şekil-26) benzediğinden bunlara halk arasında “toad stone” (kurbağa taşı) denir.

Toad-stone ya da kurbağa taşı ile ilgili ilk bilgiler MS 79’da Romalı naturalist Pliny tarafından frogstone (Batrachites) olarak belgelerde belirtilmiştir. Ortaçağ İngiltere’sinde hekimler tarafından mistik güç olarak kullandıkları gibi, estetik görünümleri nedeniyle mücevher, hatta o dönemlerde sarayda zehirler için panzehir ve epilepsi hastalığına iyi geldiği düşüncesi ile de medikal olarak çokça kullanıldıkları kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Kurbağa taşları 17. yüzyıl İngiltere’sinde böcek, yılan, sıçan gibi zararlı hayvanların veya kötü kişilerin zararlarından korunmak ve zehirlerinin panzehiri olarak kullanıldı. Kurbağa taşları görünümleri ile değerli bir taşa benziyordu. Yüzeyinin rengi bal sarısından açık kahve ve koyu renkleri ile de dikkat çekiciydi. Bu renk değişiklikleri nedeniyle, zehrin şiddetine göre bunların renginin değiştiğine inanılırdı. 17. yüzyıl kaynakları, Avrupa toplumlarında özellikle de İngiltere’de “toad-stone”ların doğum sancıları, bağırsak problemleri ve ateş düşürmede kullanıldığını belirtiyor.

Kurbağa taşlarının Malta folklarındaki yeri ise farklıdır. Bunlara bölgede “serpent eyes” (yılanın gözleri) denir. Ayrıca bunların Diplodus sargus sargus, diğer adıyla karagöz balığının gözlerine benzemesi beraberinde ilginç folklorik düşünceleri de getirir. Soyu tükenmiş Lepidoteslerin palatal dişlerinin merkezi kısmı soluk sarımtırak ya da turuncu renkli kristalin biçiminde ve etrafı koyu kahverengi bir halka ile çevrilidir, bu nedenle görünümü “karagöz balığının” gözüne, folklorik olarak da yılanın gözüne benzer. Ortaçağda bunların Malta’ya doğaüstü güçler tarafından verilen hediyeler olduğu düşünülmüştür. Papanın delegeleri etrafı altınla çevrilmiş “toed-stone” (kurbağa taşları) ve “serpents eyes”ları (yılanın gözleri) koruyucu muska olarak kullanmışlardır ve bu kullanım halen de devam etmektedir. Daha da önemlisi İngiltere Kıralı V. Henry kurbağa taşı ya da yılan gözü olarak bilinen lepidotesin palatal dişini kendisine kraliyet mücevheri olarak seçmiş, kraliyet sınırları içinde bunu bir güç sembolü olarak kabul etmiştir. Hatta 17. yüzyılda yılan gözleri olarak da bilinen bu kurbağa taşlarının toz haline getirilip, su ya da şaraba karıştırılıp içildiğinde yılan zehirlenmelerine karşı panzehir olarak da kullanıldığı kaynaklardan bilinmektedir.

Charcaradon (Büyük beyaz)

Charcaradon, tropikal sularda yaygın olarak bulunan köpekbalıklarının en tanınan cinsidir. Jeolojik zamanlarda Erken Paleozoyik dönemden itibaren gezegenin okyanuslarında yaşamaya başlayan köpekbalıkları, hemen hemen fazla bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmişlerdir. Özellikle Tersiyer zamanı okyanuslarında yaşayanların çok iyi fosilleşen dile benzeyen dişleri (glossopetra=diltaşı) dünyanın birçok ülkesinde çökeller içinde çokça bulunur (şekil 26). Şekilleri ve bu özellikleri nedeniyle hem fosil folklor hem de yerbiliminin önemli bir sembolü olarak bilim tarihine altın harflerle geçmiştir.

Bilimsel düşüncenin gelişmesinde karanlık çağdan aydınlığa çıkarken lateralizmin (korrelatif düşünce) gelişiminin bir sembolü olarak görülebilir glossopetra ya da diltaşları. Bu köpekbalığı dişlerinin bilim tarihindeki rolüne ilişkin hikayesi oldukça ilginçtir. 17. yüzyılda Danimarkalı jeolog ve anatomist Nicolaeus Steno (ya da Neils Stensen), Toscana’nın aktarlarında (bir çeşit eczane) kavanozlarda glossopetraların satıldığını bilmektedir. Balıkçılar tarafından yakalanan köpekbalığının dişleri ve civardaki kayaların içindeki diş fosilleri (glossopetra) ile ilişki kurarak doğa bilimlerine önemli bir görüş olan lateralizmi getirmiştir. Öykü şöyledir:

1666 yılının sonbaharında bir Ekim günü Toskanalı balıkçıların dev bir köpekbalığının ağlarına takılması ile “bir taşın içine nasıl olup da bir canlının taşlaşmış kalıntısının (fosil) girmesi mümkün olabilir” gibi bir soruyu Steno 342 yıl önce kendi kendine sorar.

Ağa takılan Carcharadon carcharias (Büyük Beyaz) karaya çıkartılıp tüm ihtişamı ile doğa meraklısı Toskana Dükü II. Ferdinant’a sunulur (şekil 27). Bundan sonra kahramanımız Steno devreye girecektir. Dük doğa konularında danıştığı Steno’ya köpekbalığını gönderir. Çalışmaya başlayan Steno, balığın özellikle kafasının anatomik yapısını detaylı resmederek ortaya çıkartır. Bu arada köpekbalığının dev dişleri Steno’nun dikkatini çeker. Bunları bir yerde görmüştür (lateral düşünce I). Düşünmeye başlar ve sonunda bulur. Bu dişler o zamanın eczanelerinde hastalıklara iyi gelen doğaüstü güç olarak glossopetra (diltaşı) adı altında satılmaktadır. Steno bunları nereden topladıklarını eczanedekilere sorar. Onlar da, civardaki kayaların içinde bunlardan çok var diye yanıt verirler. Steno bölgeye yaptığı geziler sonrasında kayaların içinde birçok köpek balığı dişi bulur. “Bunlar neden kayaların içinde?”, “Buraya nasıl girdiler?” gibi soruların yanı sıra, bunların Livarno’lu balıkçıların ağına takılan dev köpekbalığının dişleri ile aynı olması Steno’yu şaşkınlığa düşürecektir (lateral düşünce II). Bundan sonra Steno 1669’da “De solido intra solidum naturaliter contento dissertationis prodromus” (Katılar içinde doğal olarak bulunan katılar hakkında bir teze medhal) isimli makalesini yazacaktır (şekil 28).

Bu yüzyılda “fosil” ilk kez Steno tarafından yeni bir düşünce tarzı (lateral = korelatif) olarak ileri sürülecek ve tarihin en önemli düşünsel atılımlarından biri olacaktır. Bu, 17. yüzyılda dogmatik düşüncenin sonunu getiren eleştirel düşüncenin başlangıcıdır. Steno’nun doğa bilimlerine getirdiği korelatif düşünce tarzı, gelecekte bilimsel düşüncede büyük çığır açacak ve daha da gelişerek evrim düşüncesi ile birlikte pozitif bilimlere etki ederek bilimin her yöndeki gelişimininin ve bilimsel/akılcı düşüncenin önünü açacaktır.

Glossopetra ya da diltaşı olarak tanımlanan köpekbalığı dişleri birçok ülke folklorunda değişik isimler alır. Malta folklorunda “Malta Dili” ya da “St Paul’un Dili”dir. Bilindiği gibi Malta Adası’nın Miyosen yaşlı kireçtaşları yapı taşı olarak dünyaca ünlüdür ve çok sayıda köpekbalığı dişi içerir. MS 60 yılında İsa’nın önemli havarilerinden biri olan St. Paul Malta yakınlarında deniz kazası geçirir, karaya çıkar. O sırada bir yılan St. Paul’u ısırır. O da yılanı kazadan kurtulan gemicilerin ısınmak için yaktığı ateşe fırlatır (şekil–29). Yılan St. Paul’a zarar vermemiş, o da denizcileri kendisinin tanrının elçisi olduğuna inandırmıştır. Taşların içindeki diltaşları yılanın diline benzemektedir. Bunlar folklorik düşünceye göre St. Paul tarafından cezalandırılan yılanların taşlaşmış dilleridir.

Fosil köpek balığı dişlerinin muska olarak kullanılışı da oldukça yaygındır. Köpekbalığı dişleri (diltaşları) muskalarının kişileri kötü ruhlardan ve özellikle de zehirli hayvanların zehirlerinden koruduğu inancı halk arasında yaygındır. Evin kapılarına asılan bu dişlerin akrep ve engerek gibi zehirli hayvanların eve girmesine engel olduğuna inanılır. 15. yüzyılda, ziyafet öncesi gelen misafirlerin dil taşlarını şaraba daldırarak daha önceden planlanmış zehirlemelere engel olacakları düşüncesi Malta folklorunda yaygındır.

Mehmet Sakınç 

Bilim ve Gelecek, Sayı 58

KAYNAKLAR

1) Hagn, H. 1977. Saligrame – Gerölle von Malm-Kalken Ammoniten als Kultgegenstüande Indiens. Mitteilungen der Bayerischen Staatssammlung für Paläontologie und Historische Geologie München 17: 71–102.

2) Hagn, H. 1988. On Saligrams – the Holy Stones of India. Contributions to Himalayan Geology 4: 53–62.

3) Hagn, H. 1988. On Salirams – the holy stones of India. Himalayan Geology 4: 53–62..

4) Kehoe, T. 1965. Buffalo Stones: An addendum to the folklore of fossils. Antiquity 39: 212–213.

5) Kennedy, C. B. 1976. A fossil for what ails you. The remarkable history of fossil medicine. Fossil Magazine 1 (1): 42–57.

6) Nelson, C. 1968. Ammonites: Ammon’s horns into Cephalopods. Journal of the Society for the Bibliography of Natural History 5: 1–18.

7) Oakley, K. P. 1974. Folklore of fossils. Part I. New York Paleontological Society Notes . 5 (1–2): 9–17. Baldwin, M.R. 1993. Toads and plague: amulet therapy in seventeenth-century medicine. Bulletin of the History of Medicine 67: 227–247.

8) Oakley, K. P. 1978. Animal fossils as charms. Pp. 207-240, 276-278. In: J. R. Porter and M. S. Russell (eds) Animals in Folklore . Cambridge: D.S. Brewer Ltd and Rowman & Littlefield.

9) Rao, S. K. R. 1996. Salagrama-Kosha . Vol. I. , Bangalore: UBS Publishers Distributors Ltd.

10) Skeat, W. W. 1912. ‘Snakestones’ and stone thunderbolts as subjects for systematic investigation. Folk-lore 23: 45–80.

11) İnternet sayfaları:

http://www.nhm.ac.uk

http://www.astrojyoti.com/raresaligramas.htm

http://pagesperso-orange.fr/

http://www.canadafossils.com

http://www.independent.co.uk

http://www.strangescience.net

http://en.wikipedia.org/wiki/Gryphons

http://en.wikipedia.org/wiki/Unicorn

KUTU (sonlara)

Ammonitler, ammolitler ve Feng-Shui inanışı

Son yıllarda fosillerin doğaüstü güçleri temsil eden özelliklere sahip yepyeni tipleri metafizik dünyanın hizmetine sunuldu. Neydi bu? Milyonlarca yıl içinde biriktirdiği kozmik enerjiyi bir anda insana yükleyen fosil ammonit diğer ismiyle ammolitler. Bunlar aslında omurgasızlar grubuna ait 65 milyon yıl önce soyları tükenmiş kafadanbacaklı / Cephalopoda’nın ammonidea temsilcilerinden olan Plecenticeras meeki’den başkası değildir (şekil–30). Fosilleşme ortamı ve koşulları, örneğin metamorfizma, ammolit denilen ammonitleri çok özel aragonit-opalize şekle dönüştürerek çok albenili fosiller kategorisine koymuştur. Metamorfizma çok sayıdaki ender elementlerin bir araya gelmesiyle ammonitleri bir renk cümbüşüne döndürmüştür.

Feng-Shui inanışına göre nesli tükenmiş ammonitler milyonlarca yıllık kozmik enerjiyi içinde barındırmaktadır! Renk değişiklikleri kişinin yaşamındaki özellikleri simgeler. Örneğin, turuncu-kırmızı yaratıcılık ve cinsel dürtü, yeşil-sarı-turuncu akıl ve girişimcilik, yeşil-sarı zenginlik, mavi-mor sağlık ve huzur, mor-kırmızı enerji-gelişim ve kırmızı aşk (şekil–31). Şekilde bu fosilleri renksiz görüyorsunuz. Ancak renkli resimlerde gerçekten inanılmaz albenileri ve sanki kendilerine çeken bir güçleri var. Bu ilginç fosil ammonitler dünyada yalnızca iki yerde bulunuyor. Kanada’nın Alberta bölgesinde ve Kuzey Amerika’da kayalık dağlarda.

(Ammolitleri ve ammonitleri görmek için http://www.canadafossils.com adresini kullanabilirsiniz)

KUTU (sonlara)

Fosil folklor ve Türkiye

Tarihi binlerce yıl geriye giden üstelik de birçok dinsel kültürün kesiştiği bir coğrafyada, Anadolu’da kaynaklara geçen bir fosil folklor bilgisi bulunmamaktadır. Anadolu’da da fosillerle ilgi folklorik bilgiler olabilir. Ancak bu konuda yapılmış bir çalışma henüz yoktur. Birçok kültürün gelip yerleştiği bu topraklarda yöresel halkın bu doğal nesneler hakkındaki düşünceleri nelerdir? Bunları yapılacak çalışmalarla öğrenebiliriz.

Bu yazı 10-12 Ekim 2008 tarihleri arasında Denizli Karahayıt’ta yapılan Paleontoloji Çalıştayı’nda bildiri olarak sunuldu. Sunum sonrası dinleyiciler Trakya’da Miyosen çökelleri içinde yaygın olarak bulunan köpekbalığı Odontaspis cuspidata dişlerine kuş gagası (şekil–32), bir çeşit bivalv olan ve gerçekten de bademe benzeyen şekli ile Oligosen yaşlı Congeria’lı taşa da badem taşı denildiğini belirtmişlerdir. Kayalar içinde çokça bulunan fosillere rastlayan insanların verdikleri yöresel isimler ilginç benzetmeleri de beraberinde getirmektedir.

Amasya civarında yaşayanlar o bölgedeki Jura kayaları içinde bolca olan spiral sarımlı ammonitlere ya da Avrupa’da birçok bölgede yıldız taşları denen Crinoid saplarına acaba ne isim vermektedir? Onların gözünde bu fosillerin anlamı nedir?

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s