Evrim Konusundaki Düşüncelerin Gelişimi


Canlıların birbirlerinden belirli derecelerde farklılıklar gösterdiğine ve aralarında belirli derecelerde akrabalıklar olduğuna ilişkin gözlemler, düşünce tarihi kadar eski olmalıdır. Yavruların atalarından, kardeşlerin birbirlerinden belirli ölçülerde farklı olduğu çok eskiden gözlenmişti. Bitkilerin ve hayvanların benzerlik derecelerine göre, tür den başlayarak belirli gruplar oluşturdukları saptanmıştı. Fakat kalıtım konusunda bilgiler yeterli olmadığı ve özellikle bir türün binlerce yıllık gelişimi düşünürsek bir deney tarafından izlenemediği için, çeşitlenme ve akrabalık bağları tam olarak açıklanamamıştır. Bazı bireylerin yaşam savaşında üstün nitelikler taşıdığı, dolayısıyla ”doğal seçme” eskiden de bilinçsiz olarak gözlenmişti. Faka evrim konusundaki bilimsel düşüncenin tarihi, diğer bilim dallarına göre çok yenidir.

Evrim Konusundaki İlk Düşünceler

Dini Düşünceler:

Düşünebilen insanın, doğadaki çeşitlenmeyi, canlılar arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların derecesini gözlediği an evrim konusunda ilk düşünceler başlamış demektir.

ilk yaygın görüşler, Asur ve Babil yazıtlarında; daha sonra bunlardan köken alan Ortadoğu kökenli dinlerde, görülmüştür. Hemen hepsinde insanın özel olarak yaratıldığı ve evrende özel bir yere sahip olduğu vurgulanmış; türlerin değişmezliğine ve sabitliğine inanılmış ve diğer canlılar konusunda herhangi bir yoruma yer verilmemiştir. Bununla beraber Kuran’da yaratılışın kademeli olduğu vurgulanmıştır. Yalnız bir Türk din adamı, astronomu ve filozofu olan Hasankale’li İbrahim Hakkı Hz. (1703-1780), insanların değişik bitkilerden ve hayvanlardan köken aldığını belirtmiştir.

Onyedinci yüzyıla kadar, pisikopos USSHER ve diğerlerinin savunduğu ‘türlerin olduğu gibi yaratıldığı ve değişmeden kalıtıldığı fikri yani ‘Genesis’ geniş halk kitleleri tarafından benimsendi ve etkisini günümüze kadar sürdürdü. USSHER’e göre dünya M.Ö. 4040 yılında, Ekim ayının 4’ünde sabah saat 9.00’da yaratılmıştı. Bu düşünce USSHER tarafından incile eklenmiştir. Daha önce yine hıristiyan din adamları olan AUGUSTİN (M.S 354-430) ve AQUİNAS (M.S 1225-1274) tarafından canlıların basit olarak tanrı tarafından yaratıldığı ve daha sonra değişerek çeşitlendiği savunulmuştu.

Özellikle bizim toplumumuzda, birçok dini belgeden de anlaşılacağı gibi, Adem’in çamurdan yaratıldığı, Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden oluştuğu ileri sürülerek, yaratılışın ilk olarak inorganik kökenli olduğu ve daha sonra eşeylerin ortaya çıktığı savunulmuş olabilir.

Yunanlılardaki ve Ortaçağdaki Düşünceler:

Yunan filozoflarından EMPEDOCLES, M:Ö. 500 yıllarında bitkilerin tomurcuklanma ile çeşitli hayvan kısımlarını, bu kısımların da birleşmesiyle hayvanların meydana geldiğini savunmuştur. THALES (M.Ö. 654-548), Ege Denizindeki canlıları çalışmış ve denizlerin canlılığın anası olduğunu ileri sürmüştür. ARİSTO (M.Ö. 384-322), bitkiler ve hayvanlar konusunda oldukça geniş bilgiye sahipti. Onların doğruya yakın tanımlarını vermiş ve gelişmişliklerine göre sınıflandırmıştır. Canlıların metabiyolojik olarak değişerek birbirlerinden oluştuklarına ve her birinin tanrıların yeryüzündeki ilahi taslakları olduklarına inanmıştır. Daha sonra, canlıların kökenini Der Reum Natura adlı şiirinde veren LUCERİTİUS (M:Ö. 99-55)’u anmadan ortaçağa geçemeyeceğiz.

Yeni ve Yakın çağdaki Düşünceler:

Rönesans ile canlılar konusundaki bilgiler; en önemlisi evrim konusundaki düşüncelerin sayısı artmıştır. HOOK (1635-1703), RAY (1627-1705), BUFFON (1707-1788) ve ERASMUS DARWİN (1731-1802) bu devrin en önemli evrimcileridir.

Rönesanstan önce de, bulunan hayvanların kabuklarının, dişlerinin, kemiklerinin ve diğer parçalarının bugünkü canlılarınkine benzer tarafları ve farkları saptanmıştır. Ayrıca yüksek dağların başında bulunan fosillerin, yaşayanlarla olan akrabalıkları gözlenmiştir. Bu gözlemlerin ışığı altında, her konuda çalışmış, düşünür ve sanatçı olan LEONARDO DA VİNCİ, canlıların tümünün bir defada yaratıldığını ve zamanla bazılarının ortadan kalktığını savunmuştur. Buna karşılık birçok doğa bilimcisi, canlıların zaman zaman oluştuklarını ileri sürmüştür. Bu şekilde farklı devirlerde farklı canlıların yaşaması kolaylıkla açıklanabiliyordu. Her doğal yıkımdan sonra, meydana gelen canlıların, organizasyon bakımından biraz daha gelişmiş olduklarına inanılıyordu. Bu kurama ”Katostrofizim = Tufan Kuramı” denir. Bu yıkımın yedi defa olduğu varsayılmıştır.

CUVİER, 1812 yılında, fosiller üzerinde ünlü kitabını yayınlayarak, fosillerin kesik, kesik değil birbirlerinin devamı olacak şekilde olduklarını bilimsel olarak açıklamıştır.

Onsekizinci yüzyılın sonu ile Ondokuzuncu yüzyılın başlangıcında, 3 ingiliz jeologunun çalışmalarıyla katostrofizim kuramı yerine ”Uniformitarizim” kuramı getirildi. HUTTON 1785’de geçmişte de bugünkü gibi jeolojik kuvvetlerin rol oynadığını, yükselmelerin ve alçalmaların, keza erozyonların belki de daha kuvvetli olarak meydana geldiğini ve yüksek dağlarda bulunan fosilli tabakalar ile sediman (tabaka=katman) tayinlerinin yapılabileceğini buldu. JOHN PLAYFAİR’in ”Illustration of the Huttonian Theory of the Earth” adlı yapıtıyla (1802), bu konu daha anlaşılır hale geldi. Üçüncü araştırıcı, CHARLES LYELL, yayınladığı ”Principles of Geology” adlı yapıtında, birçok jeolojik soruna çözüm getirmesinin yanısıra, canlıların büyük afetlerle değil, çevre koşullarının uzun sürede etki etmeiyle değiştiğini savundu. Kitabın bir yerinde ”geçmişteki güçler bugunkünden hiç de çok farklı değildi” diye yazmıştır. Bu yaklaşım Nuh Tufanı’nın gerçeküstü olduğunu savunuyordu. LYELL’in fikirleri C.DARWİN’i büyük ölçüde etkilemiştir.

 Prof.Dr.Ali Demirsoy’un Yaşamın Temel Kuralları adlı serisinden alınmıştır.

Kaynak:

http://www.sifirforum.com/kitap/kitap.php?k=8&b=450

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s