Evrim dediğin bir garip konu. Pek saygıdeğer TÜBİTAK Başkanımızın dediği gibi inananı var, inanmayanı var. Seveni var, sevmeyeni var. Enteresan olan bu, çünkü normal şartlarda bilimsel bir teori kişiselleştirilmez. Ne bileyim, izafiyet teorisine gıcık bir inşaat işçisi göremezsin misal ya da sicim teorisi bana ters, diyen bir ev hanımı yoktur. Bilimsel teoriler o bilimin eğitimini almış, uzun uzadıya bulgularıyla, verileriyle incelemiş bilim insanları tarafından ele alınmalıdır. Tabi normal şartlarda böyle olmalı. Ama uzun zamandır Türkiye’de bilimsel anlamda bir ‘normal’ kalmadığı için bizim için geçerli değil, rahat olun.
Bilimsel bir teoriden korkmanın, ona karşı kişisel bir nefret beslemenin ve komik duruma düşerek onu çürütmeye çalışmanın altında yatan neden ise bu teorinin dogmatizm ile ters düştüğünün düşünülmesi. Bu da dindar fanatikleri biyolojinin ‘b’sinden anlamadan konu ile ilgili fikir söyleyebilme cüretkârlığına soyunduruyor. Eskiden bu, münferit olaylar şeklinde cereyan ederken artık sürekli olarak medyada konu irdeleniyor. Ben de bir biyolog olarak konu ile ilgili naçizane bir yazı daha döşemeyi kendime bir borç bildim. Başlarda, ilahiyatçılar, nasıl ki kanal kanal dolaşıp kuantum teorisini tartışmıyorsa evrim teorisini de biz biyologlara bıraksalar belki bilimde falan ilerleriz, diye düşünüyordum ama sanırım yanılmışım. Anlatayım.
Üniversite yıllarımda, yani bundan yaklaşık 10-15 sene önce, kafamı nereye çevirsem evrim karşıtı bir kitap karşıma çıkıveriyordu. Bunu yazan kişinin ve kitabın ismini burada yazarak küçük de olsa reklamını yapmak istemiyorum ama hepinizin bildiğine eminim. Bu kitabın ve yazan şahsın arkasında öyle büyük bir güç olmalıydı ki kitapları parasız dağıtıyorlardı ve söylediğim gibi her yerdeydiler. Siz düşünün artık arkasında kim olduğunu… Her neyse, kitapta sanki bilimsel şeyler söyleniyormuş gibi yapılıp evrim teorisinin hatalı olduğu anlatılmaya çalışılıyordu. Ama yazan kişinin evrim teorisini inceleyebilecek bilimsel bir kimliği yoktu tahmin ettiğiniz gibi. Bağlı olduğu din ile tanımlanabilecek bir kimliği var kendisinin. Bizi bu kitabımsı ve onun yazarımsısı ilgilendirmiyor aslında. Bundan bahsetmemin nedeni, bilimsel bir teoriye karşı savaşın köklerinin en azından 15 sene öncesine dayandığını göstermek.
Yıllar yılları kovalarken, yaradılışçılar, kitlelerine en uygun yollarla ulaştılar ve teşebbüs çoğalarak bugün olduğu noktaya geldi. Sistemli bir şekilde bilimsel bir teoriye savaş açan bu insanlardan artık üniversitelerde bile bolca bulunmakta. Hatta bunlar artık, bilimsel olarak hiçbir şekilde aksi ispat edilmemiş hatta çeşitli bilimsel dergilerde ispatı da yapılmış, bu teoriyle ilgili karşıt görüşte sempozyumlar düzenliyorlar. Bunlardan biri Marmara Üniversitesi’nde 16-17 Mayıs tarihlerinde düzenlenen evrim karşıtı sempozyum. Üstelik sempozyumun adına da bakın: Bilim, Türler Arası Evrimi Neden Kabul Etmiyor? Sanırsınız ki bilim evrimi kabul etmiyor, bunlar da ‘Vay efendim, öyle şey olur mu, gelin bir konuşalım önce, sonra biz de evrimin saçmalık olduğunu kabul ederiz’ diyorlar. Öncelikle sormak istiyorum ‘Türler Arası Evrim’ nedir? Nereden çıkardınız böyle bir kavramı? Yok öyle bir şey. Siz konuya zaten olmayan bir kavram ile girerseniz tartışılabilecek bir bilimsel platform bırakmazsınız. Yoksa bu sempozyumun amacı, bilimsel bir platform oluşturmak değil mi?
Ama hadi efendilik bizde kalsın, biz evrim ile ilgili bazı gerçekleri kısaca tekrar edelim:
Evrim, canlı türlerinin nesilden nesle kalıtsal değişime uğrayarak, yeni özellikler elde etmesine denir. Bu kuramı, geliştiricisi Darwin olmadan anlatmak da ona haksızlık olur. Charles Darwin, doğa tarihçisi olmasından dolayı uzun yıllar dünyanın farklı yerlerini dolaşıp doğal yaşamı ve canlıları izledi. Özellikle gittiği Galapagos Adaları’nda incelediği canlıları, anakaradakilerle yani Güney Amerika’dakilerle karşılaştırdığında aralarında dikkate değer farklılıklar olduğunu gözlemledi. Buradaki farklılıkların “başarılı nesiller sonunda, yeni bir türün, hali hazırdaki bir türden yavaşça farklılaşarak oluştuğu” sonucuna vardı ve bu değişim sürecine ‘doğal seleksiyon’ adını verdi. Böylece evrimin üzerine inşa olduğu süreci belirlemiş oldu. Bundan hareketle de tezini yıllar süren çalışmalar sonucunda oluşturdu. Ancak, dönemin dar görüşlü cemiyetinden alacağı tepkilerden korkarak görüşlerini uzun süre kendine sakladı. 30 yılın sonunda 1859’da Türlerin Kökeni’ni yayınlayarak, günümüze dek süregelecek olan tepkilerin de startını vermiş oldu.
İlk günden başlayarak, evrim kuramının karşıtları, genel olarak insan evriminin ele alınış biçiminden rahatsız oldular. Yaratılışçıları rahatsız eden, insanlar ile maymunların ortak atadan gelmeleri oldu. Bunu da artık bir komediye dönmüş olan ‘insanlar maymundan geldiyse maymunlar hala neden var?’ repliğiyle dile getirip durdular. Oysaki insanlar maymundan gelmedi! Maymunlar ile ortak bir atadan geldi: Australopithecus. Primatlardan Australopithecus insanlar ile kuyruksuz maymunların ortak atasını oluşturur. Bu türden sonra insanların ataları sırasıyla Homo habilis, Homo erectus ve Homo sapiens’tir.
Bunun yanında, günümüzde dünyadaki inanç sahiplerinin büyük kısmı teistik evrime inanıyor ve tanrının evrimin şekillenmesini sağladığını düşünüyor. Buna en güzel örnek Papa II. Jean Paul’ün 1996’da evrim ile ilgili yayınladığı bildiri. Kuyruksuz maymunların ataları ile insan arasında ontolojik bir devamsızlık bulunduğunun ve bu noktada Tanrı’nın bir hayvan soyuna ruh kavramını zerk ettiğinin yazılı olduğu bildiri, bilim ile inanç arasında bir uzlaşma metni gibi.
Papa bundan 16 sene önce, bilime ayak uydurabilmek adına bildiriler yayınlarken, bizim akademisyenlerimiz 2012’de ne yapıyormuş, bir daha bakalım: ‘’Bilim, Türler Arası Evrimi Neden Kabul Etmiyor?’’ demek suretiyle sempozyumlar düzenliyormuş.
Üniversitelerin yapması gereken bilimsel düşüncelerden yana olmak ve dogmatik görüşleri bilimin karşısına konumlandırmamaktır. Bilim, kuşku duymayı, tartışmayı gerektirir. Bu nedenle, bilimsel bir düşünce karşısına yaratılışçı fikirler konulamaz, ikisi farklı kulvarlar olmalı ve öyle değerlendirilmelidir. İş artık bu seviyeye vardıysa, ne yapsak işin içinden çıkamayız. Gün gelir vardığımız nokta, dünyadan ve gerçeklerden uzak bir nokta olabilir.
Deniz Ertekin