Bu çalışma Evren Dünya ve İnsan başlıklı yazımın devamı olarak hazırlandığından, oradan bir tabloyu ele alarak başlamak istiyorum.
İNSANIN TARİHÇESİ
5-15 milyon yıl önce
insanların ilk atası olan bir primat türü Afrika’da görülür
7 milyon yıl önce
Doğu Afrika’da Rift Vadisi boydan boya çöker
6.000 km uzunlukta, 4.000 m derinlikte bir fay çukuru oluşur
Oluşan bu duvar gibi yapının doğusu kurak ve bozkır hale gelir
Bu duvarın doğusunda ön-insanlar gelişir
Afrika’nın doğusu bizim beşiğimiz.
3,5 milyon yıl yaşında bir ön-insan fosili olan “Lucy” buralarda bulunur
3 milyon yıl önce
ilk insan oluşmaya başlar.
İnsan evrimin değişik aşamaları:
Homo habilis
Homo erectus
Neandertal insanı
Homo Sapien
Cro-magnon insanı
500.000 yıl önce
Ateş yakma yaygın olarak uygulanır
100.000 yıl önce
Homo Sapiens ortaya çıkar
İnsan nüfusunun artışı
3 milyon yıl önce : 150 bin kişi
2 milyon yıl önce : 2 milyon kişi
10 bin yıl önce : 20 milyon
200 yıl önce : 1 milyar
Günümüzde : 6 milyar
4,5 milyar yıllık Dünya yaşını 24 saate indirgersek:
00:00 – Dünyanın oluşumu
05:00 – canlılık başlar
23:00 – dinozorlar görülür
23:40 – dinozorlar yok olur
23:55 – ilk insanlar ortaya çıkar
23:59 – Homo sapien veya Cro-Magnon insanı gelişir
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi : Yalnızca saniyenin yüzde biri kadar bir süre önce
Dünyanın kalan ömrü : Koca 1 gün daha
Evrenin kalan ömrü : Kocaman 1 hafta daha
Tek bir Soydan geliyor, Kültürel bazda bir Evrim yaşıyoruz
Evrenin geleceği
Önce evren ile başlayalım. En son gözlemler, evrendeki sürekli genleşme senaryosunu destekler görünüyor. Buna göre, evrenin genleşmesi ve zaman içinde sürüp gitmesi bakımından sonsuz gibi geliyor. Mutlak sıfır derecesine, yani eksi 273 C dereceye doğru yavaş yavaş soğuyor. Hesaplar bunun en az 40 ila 100 milyar yıl daha süreceğini gösteriyor. Fakat bilim bu konuda kesin konuşmayı reddediyor. Bütün öngörülerin, sadece fiziğin dört kuvvetinin varlığına dayalı kuramlar üzerine olduğunu, daha başka kuvvetler keşfedilmeyeceğini kimsenin hiçbir zaman iddia edemeyeceğini söylüyor. Böyle buluşlar olursa, bütün bu tahminler de değişmek zorunda olacaktır.
Evrendeki genleşme galaksiler arasında etkili, galaksilerin içinde değil. Bir başka deyişle, geceleyin gökyüzünü aydınlatan yıldızlar bu genleşmeye katılıp bizden uzaklaşmıyorlar. Zaman içinde galaksiler teleskoplarımızda daha sönük görünecekler. Fakat bu durum birkaç milyar yıldan önce fark edilemeyecek.
Bunların yanında, bizim güneşimizin kalan ömrü yaklaşık 5 milyar yıl. Güneşimiz hidrojen yakıtının yarısını yakmış durumda. Kalan ömrünün sonunda, hepsini tüketmiş olacak ve kırmızı bir dev kütleye, süpernova’ya dönüşecek. Merkezindeki çekirdek gittikçe büzülürken, atmosferi tam tersine genleşerek 1 milyar kilometre çapına ulaşacak, bu arada rengi de sarıdan kızıla dönüşecek. Yeryüzünde sıcaklık birkaç bin dereceye çıkacak, yaşam yok olacak. Dünyamızın kendisi de bir süre sonra buharlaşacak. Bu süreç birkaç yüz milyon yıl alacak. Merkür, Venüs ve hatta Mars gezegenleri de bu şekilde dağılıp parçalanacaklar. Jüpiter ve Satürn gibi daha uzak gezegenlerin etrafındaki hidrojen ve helyumdan oluşan atmosfer yok olacak, çıplak kayadan oluşan çekirdekleriyle kalacaklar. Güneşimiz bu süreçte içindeki maddeleri sakin bir şekilde uzaya püskürtüp, yaklaşık ay boyutlarında bir cüceye dönüşecek, birkaç milyar yıl boyunca gittikçe soğuyarak, sonunda ışıksız bir yıldız cesedi olarak uzayda dolaşacak.
Dünyamız ve güneşimizi oluşturan maddeler uzaya geri dönmüş olduğundan, bunlar daha sonra yeni yıldızların, hatta gezegenlerin doğuşuna katılabilirler. Bedenlerimizin atomları, belki de bir gün, uzak biyosferlerin birinde, canlı organizmaların oluşumunda yer alabilir.
Kesin olan, insanın Dünya üzerinde yaklaşık dört milyar yıldan daha fazla kalamayacağı. Fakat bu süreden çok önce, yıldızlar arası yolculuk gerçekleştirmenin çaresini bulmuş olmamız düşünülebilir. Yüz yıl önce ulaşılabilen hızlar saatte 50 kilometre idi. Bugün uzay araçlarımız 50 bin km hızı aştılar. Işık hızına yaklaşmak hiç de imkansız değil. O zamanki kuşaklar yeni bir ışık aramak üzere uzayda yolculuk edebilirler. Rus uzay bilimcisi Konstantin Tsiolkoskiy’in güzel bir sözü var: “Dünya bizim beşiğimiz, ama insan sonsuza kadar beşikte kalamaz ki.”
Yaşamın ve İnsanın Geleceği
Bizim oluşmamızı hazırlayan evrim sürüyor. Parçacıklar, atomlar, moleküller, hücreler, organizmalar, organizma toplulukları, böyle topluluklardan oluşan eko-sistemler ve insan. Artık evrim daha çok teknik ve toplumsal bir nitelik kazanmış. Kültür nöbeti doğadan devir alıyor. Bir gün Kuzey Kutbu’ndan dönen bir araştırmacı bilim adamına, bir arkadaşı “Kim bilir oralarda ne kadar üşümüşsündür” diye sormuş. Verilen yanıt çok yalın: “Hayır, çok iyi giyinmiştim, hiç üşümedim”. Kültürel evrimimizin tipik bir göstergesi bu: Kendi bedenimiz ve çevremiz üzerindeki egemenliğimizi her gün daha pekiştiriyoruz. Artık ortamın koşullarına en çabuk karşılık veren doğa değil, kültür.
Bugünkü bedenimizi adlandıran, homo sapiens insanı kuşkusuz değişiyor, fakat çok yavaş. Artık insanın gerçek bir doğal ayıklanmaya konu olmadığı söylenebilir. Şüphesiz 10 milyon yıl sonra bugünkünden farklı bir bedenimiz olabilir. Kafamızın daha büyümesi, beynimizin gelişmesi, iskeletimizin narinleşmesi, öngörülen tablolar. Fakat bunlar daha önceleri yaşanmış olan Darwin’ci doğal seçilim ve ayıklanma yönünde değil gibi görünüyor. Türümüzün içinde genetik mutasyonlar olabilir, fakat bunları doğurabilecek olan eş-genlilik (homozygotie) azalmış durumda. Bugün insan topluluklarında genlerin karışıp harmanlanması kesintisiz bir süreç. Genetik sapma yoluyla çekinik (resesif) özellikleri ortaya çıkarabilecek, ana kütleden soyutlanmış özel gruplar yok. Ancak uzaya dağılırsak bu durum değişebilir. Başka dünyaya yerleşen küçük topluluklar, uzun zaman ana kütleden soyutlanmış kalırlarsa, genetik bakımdan sapma gösterip farklılaşarak, biyolojik yapıları ve kültürleri farklı bir evrime uğrayacak. Uzayda birkaç milyon yıllık bir sürgün hayatından sonra, o topluluklar herhalde bizden hayli farklılaşmış olacaklardır. Belki de insan toplulukları asıl o zaman farklılaşacak, gerçek anlamda ırklar belki o zaman ortaya çıkacaktır.
Şu anlarda insanlık tarihinin yeni bir dönemine girdiğimiz düşünülüyor. Kozmik, kimyasal ve biyolojik aşamalardan sonra insanlığın yeni perdesi açılıyor. İnsanlık yeni bir bilinç düzeyine yükseliyor. İnsanlık bilinci artık kolektif bir bilinç olma yolunda. Yeni bir yaşam biçimi geliştirmekte olduğumuz söylenebilir. Gezegen çapında bir makro-organizma: İçinde hem canlı dünya hem de insan üretimi nesneler var. Bu makro-organizma da bir evrim içinde ve hücrelerini bizler oluşturuyoruz. Adına şimdilik Internet dediğimiz bir sinir sistemi gelişmekte ve maddeleri ayrıştırıp yeniden devreye sokan bir metabolizması var. Bu küresel beyin karşılıklı bağımlı sistemlerden oluşuyor, insanları ışık hızına yakın hızlarda birbirine bağlıyor.
Doğal evrim sürecinde gördüğümüz seçilim ve ayıklanma artık kültürel bazda gerçekleşiyor. İnsanların buluşları doğadaki mutasyonlar ile eşdeğerli. Bu teknik ve toplumsal evrim, Darwin’in biyolojik evriminden daha hızlı ilerliyor. İnsan, telefon, televizyon, otomobil, bilgisayar, uydular gibi yeni türler yaratıyor. Serbest ekonomilerde pazar, bazı buluş türlerini seçen, eleyen, şişirip yayan büyük bir Darwin’ci ayıklama sistemi gibi çalışıyor. Biyolojik evrimle arasındaki en büyük fark, teorik olarak insanın istediği kadar yeni tür yaratabilmesinde yatıyor. Bu yeni evrim artık maddeden yavaş yavaş sıyrılıyor. Gerçek dünya ile düşlerin dünyası arasında bir sanal dünya yerleşiyor. Sanal gerçeklik olanağı ile hem yapay evrenleri araştırmak hem de henüz var olmayan nesne ve makinaları üretilmiş gibi deneyip sınamak artık olası. Bir anlamda, bu kültürel ve teknik evrim de, doğal evrimle aynı mantığı izliyor. Yalından karmaşıklığa doğru gelişme sürüyor. Maddenin örtüsünden yavaş yavaş sıyrılmaya başladıkça, bir bakıma Büyük Patlamaya tersten tekrar ulaşıyoruz.
İnsan gittikçe artan bir bilgi hazinesi biriktiriyor. Daha büyük bir bilgiye, daha büyük bir özgürlüğe, daha karmaşık bir kültüre, hatta daha karmaşık bir doğaya doğru ilerliyor.
İnsanların gittikçe daha çok yetkinleşeceği söylenebilir. Hücreler birleşip topluluk oluşturunca, tek başına olduklarından daha büyük ve etkin bir yapıya kavuşuyorlar. İnsanlar için gezegen çapında bir makro-organizma yapısı düşündüğümüzde benzer gelişme öne sürülebilir. Şüphesiz bu durum beraberinde bir tekdüzeleşme, monotonlaşma riski de taşımaktadır, fakat içinde var olan çeşitlenme tohumları bunu önleyebilir. Gezegenimiz küreselleştikçe, yerelden küresele doğru bir farklılaşma ve çeşitlenme görülüyor. Yerel özellikleri, kültürü, küresel boyuta en iyi taşıyabilenler seçiliyor. Yaratıcılık yeni düşünce yapıları kazanmak zorunda kalıyor.
Biyolojiden yola çıkılarak bir toplum görüşü veya gelecek tablosu çıkarmak çok doğru bir yaklaşım olamaz. Buna karşılık, biyoloji, düşüncemizi besleyip sulayarak ona yardımcı olur. Yakın geçmişte, insan toplumuna ilişkin benzetmeler çoğunlukla saat ve dişli çarklar gibi mekanik öğeler ile yapılıyordu. Bütünüyle gerçek saymak yanlışına düşülmezse, bugün artık canlı organizma benzetmeleri en öğretici olanlardır. Yaratmakta olduğumuz gezegensel boyuttaki süper-organizma, insanların duyularını ve yeteneklerini dışa dönük hale getiriyor. Televizyon görme duyumuzu çok uzaklara aktarıyor, bilgisayarlar belleğimizi ve işlem yapma gücümüzü arttırıyor, gittikçe gelişen ulaşım araçları bizi uzaklara taşıyor. Şimdi insanların yanıtlaması gereken bir soru ortada: Bu büyük organizma ile ortak-yaşam halinde mi olacağız, yoksa üstünde yaşadığımız bu ev sahibi gezegeni yok edecek asalaklara dönüşecekmişiz? Eğer ikincisi olursa, ağır bir ekonomik, ekolojik ve toplumsal tablo ile karşılaşmamız kaçınılmaz olur.
Şu anda tüm enerji kaynaklarını, bilgileri ve maddeleri kendi çıkarlarımız yönünde kullanıyor, artıklarımızı genelde sorumsuzca çevreye boşaltıyor, böylece bizi hayatta tutan bu büyükeko-sistemi yoksullaştırıyoruz. Bazı gelişmiş endüstri toplumları, ötekilerin gelişmesini frenliyor, kendi kendimize asalaklık ettiğimizi söylemek bile mümkün. Bu yolda devam ettiğimiz sürece Dünya’nın asalakları haline gelmemiz kaçınılmaz olur.
Bu arada kuşkusuz unutmamamız gereken bir husus var; evrimin insan olmadan da sürebileceği gerçeği. İnsanın evrenin tek kahramanı olduğunu söylemek oldukça zor. Dünyada yaşam bütünüyle yok olmadan sadece insan soyunun sönmesi de olası. Örneğin bazı böcekler bizden çok daha dirençli, radyasyona rağmen yaşayabiliyorlar. Biz bir akıl ve zeka kavramı içinde olaylara bakmak, bir bilinç düzeyi yakalamak istediğimiz için herşeyi insan ağırlıklı ve onun boyutunda değerlendirmek istiyoruz. Bunda kendi türümüzün bencilliğinin de rolü olabilir. Bugün kendimizi yok etmenin iki yolunu bulduk: Aşırı nükleer silahlanma ve çevrenin bozulması. Yalından karmaşıklığa evrimde ulaşılan düzey bu mu olmalıydı?
Bu kadar gelişmeden sonra, insanların ahlak ve davranış düzeylerinde gerçekten bir gelişme oldu mu? Köleliğin kaldırılması ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisiyle tanınan hak ve özgürlükler önemli ilerlemeler olarak görülebilir. Fakat unutmayalım ki, kölelik büyük uygarlıklarla beraber ortaya çıkmıştır. Özgürlüklerin benimsenmesi konusunda örnek alınan Amerikan Anayasası, neredeyse yok edilmeye çalışılmış yerlilerin yaşadığı kıtada açıklanmıştır. O yerliler ki, o zamana göre hayranlık duyulacak bir insanca davranış düzeyine ulaşmışlardı. Hatta Amerikan Anayasasını geniş ölçüde etkileyen toplumsal davranış kurallarında onlardan esinlenilmiştir. Biz bu Dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık diyebilen bilgelik aşamasına o yerliler ulaşmışlardı.
Sevdiğim bir sözü burada hatırlatmak istiyorum: ‘’Artık gökyüzünde kuşlar gibi uçabiliyor, uzayda gezebiliyor, denizlerin altında balıklar gibi yüzebiliyor, fakat yeryüzünde insan gibi yaşamayı beceremiyoruz’’. O halde ne yapacağız veya ne yapmalıyız?
Bu konuda herkese olduğu gibi aydınlara da önemli düşünme ve gerçekçi çözüm yolları yaratma görevi düşüyor. Örneğin, klasik çevreci yaklaşımda, doğal veya kültürel koruma alanları yaratıp, canlılardaki çeşitliliği bu alanlarda hapsedip sanki konserve edip müze gibi saklamak öneriliyor. Fakat bunun tek doğru olmadığını düşünenler de var. Sanırım bizim bunlara kafa yormamız gerekiyor. En uygunu Dünya ile teknoloji, ekoloji ile ekonomi arasında bir uyum sağlamaya çalışmak gibi görünüyor. Bu söylemesi kolay gerçekleştirmesi çok zor işlerden biri. Bugüne kadar süregelen yalından karmaşıklığa doğru evrim hakkındaki bilgilerden gereken dersleri çıkarmak, bizi bunalımlardan uzak tutabilir. Evrim tarihimizi iyi anlamak, biraz geri çekilip olup biteni daha iyi görmemizi sağlayabilir. Bu da yapacağımız eylemlere bir yön ve anlam verir, ve bize de daha çok bilgelik getirir. İnsanlığın kolektif aklının gelişmesi, ve yeni bir teknolojik hümanizma yaratılmasına inanmak zorundayız. İnsanlar isterse bunu başarabilir ve geleceği de rahatlıkla karşılayabilir.
Atomu parçalayıp, güneş sistemi içinde gezerek dehasını ispatlayan insanlara, geçmişte başardıklarından daha zor görevler düşmektedir. Sürekli ekonomik büyüme fikrinden, kalıcı gelişme kavramına geçmek, atılacak adımlardan biridir. Bir diğeri gezegen düzeyinde bir uyarı ve iyileştirme sistemi kurulmasıdır. Her canlı organizmada böyle bir sistem vardır, bir yerde bir yaralanma varsa, vücudun bütünü iyileştirme için seferber olur oraya onarıcı hücreler gönderilir. Kurulmakta olan gezegen çapındaki süper organizmada, Birleşmiş Milletler ve uluslararası insancıl yardım kuruluşları bu konudaki ön adımlar olarak görülüyor. Bunların işlerlik kazanabilmesi için daha fazla çaba ve katkı gerekli. Karşılaşılan önemli güçlüklerin bir kısmı, hala birçok insanın dünya hakkında çok sınırlı bir bilgi sahibi olmasından ileri geliyor olabilir. Yaygın bir öğretim ve eğitim sistemi, gelişen iletişim olanaklarını kullanarak, bilgilenme ve bilinçlenmede yardımcı olabilir. Kişilerin teker teker bilinç düzeyinin yükselmediği toplumlarda hiçbir örgütün, ne kadar iyi niyetli olsalar da, istenilen başarıyı göstermesi kolay değildir.
Şimdi şu sorular aklımıza gelebilir. Bütün bunlar iyi de, bazı ülkelerdeki insanların çoğu için bu söylenenler soyut birer bilgiden başka bir şey ifade etmemektedir. Doğrudur. Gelişen busüper organizma içinde bütün insan topluluklarının katkısı eş düzeyde değildir. Acı olan da budur. Uygarlıkların beraberinde köleliği getirdiğini söylemiştik. Bugün gelişen yeni uygarlık düzeyinin, ‘yeni kölelik biçimleri’ yaratması riski vardır. Bu köleliğe düşmemenin tek yolu gelişme akımının içinde olmaktan, ona katkıda bulunabilecek düzeye ulaşmaktan geçmektedir. Bu çok zor bir süreçtir. Bazı ülkelerin insanları için, kaybedilen zamanın yerine konabilmesi daha çok çaba gerektirmektedir. Ayrıca, günümüzün yarışmacı, rekabetçi dünya koşullarında, bu çabalar engellenecektir.
Yeryüzünde yaşanan sosyal çalkantıların bir kısmı bu gerçeğin farkına varan kimi insanların, kurtuluşu başka fakat yanlış yollarda aramasından, çaresizlikten tutunacak dalı doğru seçememekten kaynaklanıyor olabilir. Bir kısım insanlarda bu çaresizlik duygularını kendi kısa vadeli amaçları için kullanıyor olabilirler. Bazıları ise daha ne olup bittiğinin hiç farkında olmadan yaşamakta ve yakın gelecekte bu şansa sahip olacak gibi görünmemektedir. 15 milyar yıllık evrimden sonra insanlığın içinde bulunduğu tablo aslında hiç de iç açıcı durumda değildir. Bu çelişki ve uçurumsal farklar yeni tehlikelere gebe olabilir. Kaybedecek şeyleri az olanların ne yapacakları, hangi riskleri kolayca üstlenebilecekleri belli olmayabilir. Gücüne fazla güvenenlerin de en ufak bir çıkar veya güç kaybı ihtimalinde dahi, elindeki gücü kullanmakta hiç özenli davranmadığını yakın tarihimiz bize açıkça gösteriyor. Çıkarların ve çıkar savaşlarının, doğru ve yeni bir vektörel bileşkede dengelenmesi, gerçek çıkarların ne olduğunun yeniden belirlenmesi gereği var. Evrimin geldiği bu aşamada hala en ilkel yöntemlerin geçerli olması ancak insanların ayıbı olarak değerlendirilebilir. Kolektif akıl buna çare bulmak zorunda olduğunun bilincine varmalıdır.
Burada aydınlara görev bilinciyle çalışmak ve iyimserliğini, ümidini korumak düşmektedir. Hazır çözümler yoktur. Kolaycı, günü birlik ve tek yönlü yaklaşımlar aldatıcı olabilmektedir. Fakat insancıl ilkeler, insanlar ve insanlık için gösterilen ferdi çabalar, bizim doğru yolda olduğumuzu, gelecek için de görev ve sorumluluklarımızın bitmediğini göstermektedir. Hatta zaman içinde bu görevlerin artacağı görülmektedir. İnsanlığın bazen çok ütopik diye eleştirilen ilke ve düşüncelerinin, gelişmekte olan yeni gezegen çapındaki süper organizmanın örgütlenmesinde geçerliliği ve doğruluğunun daha belirgin hale geldiği söylenebilir.
Aydınların yeni gelişen bu süper organizma içinde eskisinden daha önemli rolleri olacağını düşünüyorum. Önce bu organizmanın sinir sistemini, beynini oluşturan kitlesel iletişim sistemi içinde yerini tam ve etkin olarak almalıdır. Burada amaçlanan internet üzerinde sadece ansiklopedik bilgiler veren bir düzenleme değildir. Dünya insanlarının etkilenmesini sağlayacak sivil toplum örgütleri düzenlemesidir. Adı ne olursa olsun, yüzlerce örgüt kitlesel iletişim sistemlerinde yerini almaktadır.
İnsan topluluklarının geliştirdiği değişik örgüt ve yönetim biçimlerinden sonra, en son ulaşılan nokta, demokrasi ve özgürlükler rejimidir. Tarihe bakınca, insanların gerçek gelişmeleri bu düzene yaklaştıktan sonra yakaladığını görüyoruz. Bilindiği gibi, aslında demokrasi diye adlandırdığımız düzen, en verimli, en etkili, sonuca en hızlı giden bir düzen değil. Fakat diğerlerine göre daha az sakıncalı olduğu ve insanlığa diğerlerinden daha çok yakıştığı için tercih edilen bir düzen. Sivil Toplum Kuruluşlarının da, demokrasinin ve özgürlüğün gelişmesini sağlayan ve aynı zamanda onun nimetleri sayesinde gelişebilen bir yapı olduğunu biliyoruz. Bizim yükümlülüğümüz de bu düzeni korumak ve güçlendirmektir. Fakat demokrasilerin bir zayıf noktası, yönetimin ortalamaya göre oluşmasıdır. Bu düzen içinde seçilen yönetimler, mutlaka en iyi, en doğru, en bilgili, en iyi donanımlı olanlar değil fakat geniş kitleleri inandırıp, oylarını alabilmiş olanlardır. Yani toplumsal vasata en çok yaklaşabilenlerdir ..
İnsanların olduğu gibi ülkelerin veya ülkeler topluluğunun yönetiminin davranışlarını etkileyen içinde bulundukları bilinç düzeyine göre aldıkları kararlardır. Gezegen çapında organizmamızın doğru davranışlar göstermesi, onun yönetiminde etkin olanların alacağı kararlarla sağlanacaktır. Yönetim ortalamaya göre oluşup, kararlar vasat değer ölçülerine göre alındıkça, pek çok doğrunun yanında, bazı yanlışların yapılması, istenen hedeften sapılması olasılığı da var demektir.
Gelişmiş toplumlar bu sakıncayı fark ederek çözümler geliştirmeye çalışmışlar. Etki gücü yüksek sivil toplum örgütleri yaratmak, kuvvetler ayrılığı ilkesinin tam uygulanmasını sağlamak, böylece alınan kararlar üzerinde farklı güçlerin etkisini sağlamak bu sakıncayı gidermenin yollarından bazılarıdır. Böylece toplumların entelektüel yani düşünen gücünün, doğrudan yönetimde olmasalar bile, alınan kararlar ve kolektif akıl üzerine etkisi sağlanmaktadır.
Demokrasilerle nasıl oynanabildiğini, kitle iletişim araçlarına hakim olmakla nasıl bazı grupların çıkarları yönünde kamuoyu oluşturulabildiğini değişik örnekleri ile yaşayarak görüyoruz. Eğer özgürlükler ortamı ve bunun sonucunda gelen etkin sivil toplum örgütleri varsa, bunların üzerine gidip, akılcı ve dürüst biçimde düzeltici etkiler yapabilme şansı da var demektir. Amaçları doğru ve bize uygun olan sivil toplum örgütleri içinde aydınlar yerlerini alıp, etkin roller üstlenmeye çalıştıkça, bu sürece olumlu katkılarda bulunup, görevlerini daha iyi yerine getirebilirler.
Geleceğin yönetim biçimlerinin bugünden çok daha farklı olması beklenebilir. Fakat görünen bir gerçek ortada: Bazı ülkeler veya ülkeler toplulukları, veya başka şekilde örgütlenmiş bazı gruplar, kendi çıkarlarını korumak için olağanüstü bencillik sergilemekten kendilerini alıkoyamamaktadır. Bu belki doğal evrimin oluşumunda yaşanan, ancak güçlü olanın yaşamasına izin veren sistemin bir sonucu olabilir. Klasik insan zaafları, zayıflıkları ve hırsları da bu sürece eklenmektedir. Sonuçta bu kadar büyük teknik ve teknolojik gelişimden sonra, aslında fazla değişmemiş, değişmeye direnmiş insanlarla karşılaşmak durumundayız. Üzücü ama gerçek.
Hangi çağda olursak olalım, hangi teknolojik evrim aşamasına ulaşırsak ulaşalım, insanın bilinç düzeyindeki gelişme ve ulaşılan bilgelik düzeyi, insanlığın geleceğinde ve insan mutluluğunda kilit öneme sahiptir… Gelişmiş, ergin, kamil insanın önemi zaman içinde daha belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. İnsan mutluluğunun, iç huzurunun ve dinginliğinin, hatta çıkarlarının nerede olduğunu kavrayıp özümseyebilmek kolay değildir. Çok uzun bir kişisel eğitim süreci ve bunu yapabilecek düşünce ve algılama gücü, irade ve kararlılık gerekir. İnsanların uzun vadeli çıkarlarının bu bilinç düzeyine ulaşmakla sağlanacağının, insanlar tarafından fark edilmesi gerekiyor. Uzun yıllardan beri, sezgisel akıl yoluyla, bu gerçeğin farkına varmış, az sayıda bazı insanlar, kapalı bir sistem içinde geliştirdikleri bu düşüncelerini kısmen çevrelerine aktarmaya çalışmışlar. Fakat çok başarılı oldukları söylenemez.
Şimdi elimizdeki gelişmiş iletişim sisteminin bu amaçla kullanılması belki yararlı olabilir. Enetellektüel hümanizma, teknolojik hümanizmanın gelişmesine önemli katkılarda bulunabilir. Demokrasinin sadece ortalamayı yücelten yapısını, değişik sivil toplum örgütlerinin etkinliğine izin veren özelliğiyle dengeleyip, sinerjistik etki ile, ortalama düzeyin istenen noktaya doğru yaklaştırılması, kolektif aklın gelişmesine katkı sağlanabilir. Bütün sakıncalarına rağmen, demokrasi yerine başka bir yönetim düzeni öne sürülemeyeceğine göre, bu en uygun çözüm gibi görünüyor.
Burada söylenenler, aslında insanlığın halen değişik alanlarda bir şekilde gerçekleştirmeye çalıştığı bir olgudur. Bu gelişmeleri insan kendi amaçları doğrultusunda başarılı bir şekilde kullanabilir, onlara gönülden katılabilir, gereken katkıları sağlayabilir. Bu da söylemesi kolay fakat ulaşılması zor hedeflerden biridir. Önce bizlerin insan olarak düzeyi yakalamış veya yaklaşmış olmamız gereği var. Ancak insanlığın çağlar üstü, ve evrensel ilke ve kavramlarını gerçekten özümsemiş aydınların bu söylenenleri yapabilme ve etkili sonuç alma şansı olduğu konusunda sanırım herkes birleşecektir.
Evrenimizin geleceğindeki önemimizin, görev ve sorumluluklarımızın bilincinde olmak, itici bir güç kaynağı olacaktır.
İbrahim ERENTAY
11.07.2001
Kaynak:
.http://www.historicalsense.com/Archive/Fener9_1.htm