3,5 milyar yıl öncesine ait fosillerin içinde tespit edilen Archealar ise bugüne kadar yapılan belirlemelere göre yeryüzünün ilk canlı organizmaları olduğu, bugün yaşayan tüm canlıların da bunlardan türemiş olduğu düşünülmektedir.
Archaea’lar gibi, bakteriler, cyanobakteriler ve mavi algler de tek hücreli ve çekirdeksiz yapıda olup prokaryotlar olarak sınıflanırlar.
Prokaryotların gelişmiş, evrimleşmiş hali olan ökaryotlar da tek hücreli olup, çekirdekli bir yapıya sahiptirler. Alg, maya ve küf gibi basit canlılar bu gruptandır; hücre yapıları itibarı ile hayvanlara ve bitkilere daha yakındırlar.
Bugün halen Avustralya kıyılarında görülen Stromatolitler, 3 milyar yıldır yeryüzünde yaşayan tek hücreli bir cyanobakteri türü tarafından yapılmış olup, canlının sudan karaya çıkışının da ilk izlerini taşırlar.
Canlıların gelişmeleri tek hücreli yapıdan çok hücreli yapıya geçmeleri ile başlar. Çok hücreli canlılar günümüzden tahminen 1.5 milyar yıl önce ortaya çıkmaya başlamışlardır.
Denizlerdeki ilk bitkisel yaşam günümüzden 700 milyon yıl önce ortaya çıkıyor. Fotosentez yetenekleri ile atmosferi oksijen bakımından zengileştirmeye başlayan bu canlılarla bilikte, giderek artan sayıda yeni türün de evrim geçirerek yeryüzüne dağıldıkları görülüyor. İlk omurgasızların da bu dönemde ortaya çıktıkları tahmin ediliyor.
Karadaki ilk bitkisel yaşamın günümüzden takriben 400 milyon yıl önce başlamış olduğunu biliyoruz.
150 milyon yıl önce ortaya çıkan Dinazorlar 65 milyon yıl önce aniden yok olurlar; bu dönemde büyük bir göktaşının dünyaya çarpması sonucu dinazorlarla birlikte diğer bir çok canlı türün de bu felaket sırasında yok oldukları tahmin ediliyor.
Yeryüzünde ilk memeli türlerin ortaya çıkması tahminen günümüzden 125 milyon yıl önce gerçekleşmiş olduğu düşünülüyor. İnsanın da ait olduğu Primat grubunun ilk fosil örneklerine ise günümüzden 80-90 milyon yıl öncesinde raslıyoruz.
Primatlar da o dönemde dinazorların yok olmasına neden olan felaketten etkilenmiş olmalı ki, bulgular onların da ancak 55 milyon yıl kadar önce çoğalarak yer yüzüne dağıldığını gösteriyor. Diğer insansı maymunlarla birlikte çağdaş insanın da ilk ortak atası kabul edilen, iki ayak üzerinde duran canlının evrimi içinse henüz 50 milyon yıl geçmesi gerekiyordu. Bu canlının yaklaşık olarak günümüzden 6.5 milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktığı tahmin ediliyor.
Ve insan bugününe koşuyor.
İnsan ile maymun arasındaki yol ayrımının başlangıcında ilk insanımsılar olarak 5 milyon yıl önce ortaya çıkmış olan Ardipitekler’i, ardından da 4.2 milyon yıl önce ortaya çıkan Australopitekler’i görürüz. Bu türler 1,1-1,6 metre boyda, 30-50 kg ağırlıkta olup genel olarak meyve ve yapraklarla beslenirlerdi; her hangi bir alet kullandıklarına dair elimizde henüz somut bir kanıt yok. Beyin hacimleri 500 cm3 civarında olup, şempanzeninkinden sadece 100 cm3 daha büyüktür. Australopitekter’in diğer Homo türleri ile yan yana günümüzden bir milyon yıl öncesine dek varlıklarını sürdürdükleri, bu tarihlerde türün yok olduğu görülür.
Kimilerine göre ilk insanımsılardan Homo habilis’in günümüzden 2,1-1.5 milyon yıl önce, sadece doğu Afrika’da yaşamış ve 650 cm3 civarında bir beyin hacmine sahip olduğunu biliyoruz. Bazı araştırmacılar bu türü Australopitek gurubunun devamı olarak görmektedirler. İlk kez 1,8 milyon yıl kadar önce görülen Homo erectus ise ortalama 935 cm3 civarında bir beyin hacmine sahip. Bu türler 500 milyon yıllık bir süreçte ot ve meyvaların yanında bazı böcek ya da yakalayabildikleri küçük hayvanlarla da beslenerek yaşamışlardır. Ancak Homo erectus’un zamanla giderek geliştiğini, ateşi ve taş aletleri kullandığını, mağarada yaşadığını, avlandığını ve etçil beslenmeye başladığını biliyoruz. Bu gelişim sayesinde midir tam bilinmez, Homo erektus Afrika’dan çıkarak yeryüzüne yayılmıştır. Java’da ve Çin’de, Avrupa’da ve Cezayir’de Homo erectus fosilleri bulunmuştur.
Neandertal insanı kimilerine göre günümüzden 300 bin, kimilerine göre de 500 bin yıl önce ortaya çıkmıştır. Günümüzün modern insanı sayılan Homo sapiens’in ise ilk defa 160 bin yıl önce, gene orta Afrika’da ortaya çıktığını ve oradan tüm dünyaya yayıldığını biliyoruz. Arkeolojik bulgular Homo sapiens ile Neandertaller’in orta doğuda 60 bin, Avrupa’da ise 10 bin yıl kadar yan yana yaşamış olduklarını, ancak nadir bulgular dışında birbirleri ile hiç karışmadıklarını gösteriyor. Homo sapiens, Anadolu üzerinden Avrupa’ya ulaşmış ve 5000 yıl içinde tüm Avrupa kıtasına yayılmıştır; 40 bin yıl önce onların Atlantik kıyılarına ulaşmış ve oraya yerleşmiş olduklarını biliyoruz. Bazı araştırmacılar Neandertaller’in günümüzden 30 bin yıl önce, daha zeki ve daha gelişmiş bir kültüre sahip Homo sapiens tarafından yok edildiklerini söylerler.
İnsanın Sosyal ve Kültürel Tarihi
-Birincisi, diğer canlılar gibi onu da tehtid eden doğa güçleridir.
-İkincisi ise, diğer canlılar arasından sıyrılarak dünyanın mutlak hakimi olduğunu ilan eden insanın kendi cinsidir.
Başlangıçta doğa ile başa çıkmak zorunda olan ilkel insan, karnını doyurmak üzere gene doğanın ona sunduğu nimetlerden istifade ediyor, doğal tehtidlerden korunmak için de mağaraya sığınıyordu. Taştan yonttuğu aletleri geliştirdikçe cesareti arttı; kendisinden daha güçlü olan canlılar için artık sadece bir av değil, aynı zamanda bir avcı da olmuştu.
Mitolojide Prometheus’un onu tanrılardan çalıp insana getirdiği için cezalandırıldığı yazılır. Tarihi bulgulara göre insan ateşi en az 400.000 yıldır kullanıyor; son bazı araştırmalara göre bu sürecin 700-800 bin yıl öncesine kadar gittiğine dair kanıtlar var. Önceleri sadece ısınmak ve hayvanlardan korunmak için ateşi kullanan ilkel insan, sonra eti pişirerek yemeyi, topraktan çömlek yapmayı, madenleri eritmeyi öğrendi, alet ve silahlarını geliştirdi. Ateşin sağladığı enerjinin henüz bilincinde olmaksızın başlayan bu serüven, diğer canlı türleri gibi sadece beslenme zincirinin bir halkası olarak yaşamını sürdürürken, ateşi disiplin altına alıp, enerji teknolojilerini sürekli geliştiriren insanı, diğer canlılar arasından sıyrılarak yeryüzünün belirleyicisi konumuna getiren en temel farkındalıklarından biridir. Ateş hem iyiliğin ve her şeye hayat veren güneşin, hem de kötülüğün ve yok edici yeraltı güçlerinin simgesi olmuştur.
Köpek insanın ilk refakatçisidir. 100.000 yıl kadar önce kurttan yolunu ayırıp insana takılarak ehlileştiğini söyleyenler var; eldeki arkeolojik bulgular ise bu birlikteliğin günümüzden 15.000 yıl önce insanın yerleşik düzene geçmesiyle başladığı gösteriyor.
İnsanın yerleşik düzene geçmesi neolitik dönem tarım devrimi olarak bilinir.
Gezici ve toplayıcı konumdan, çalışan ve üreten bir düzene geçen, bulduğu mağara ile yetinmeyerek, evini ve köyünü imar eden insanla birlikte toplumsal yaşamın da temelleri atılmış oluyordu. Filistin Eriha’da yapılan kazılardan elde edilen, bu döneme ait en eski bulgular şimdilik M.Ö. 9000 yıllarına işaret etmektedir. Evlerde tarım ürünlerinin saklanması amacı ile depoların ön görülmüş olduğu dikkat çekmektedir.
Mısır’da insanın ineği ehlileştirip onun sütünden istifade etmekte oluğunu gösteren çok sayıda kayıt bulunmaktadır. Çatalhöyük de, yeryüzündeki en eski insan yerleşimlerinden biridir. Burada yaşayan halkın köpek ile birlikte koyun ve keçiyi de evcilleştirmiş olduğunu, yabani sığır, yabani at, eşek, domuz ve geyik gibi hayvanları avladıklarını, özellikle de at ve sığırın törenlerde ziyafet sofralarını süsleklerini biliyoruz.
Bulunan en eski seramik parçacıkları insanın 24.000 yıl önce toprağı pişirmeyi öğrendiğini gösteriyor. En eski seramik kaplar 18.000 yıl önce, sırlı seramikler ise günümüzden 5000 yıl önce görülmeye başlanıyor. M.Ö. 6000’den beri Anadolu’da seramik torna kullanıldığı, hatta tornanın tekerleğin icadına ilham kaynağı olduğu tahmin ediliyor. Tarım ürünlerinin saklanması için eski dönemlerde pişirilmiş olan çömleklerin bir çoğu bugün dahi aynı amaçlar için kullanılmaktadır.
Toprağı pişirirken madenlerin de eridiğini fark eden insan, artık alet ve silahlarını bu yeni malzemeden üretmeye başlayacaktır. Aletler önce daha düşük ısıda eridiği için bronzdan, daha sonra da demirden işlenir.
Yerleşik düzene geçiş aynı zamanda mimarlık tarihinin de miladıdır. İnsanın ihtiraslarının göstergesi ve doğal güçlere başkaldırının simgesi olabilecek nitelikteki monumental mimari örneklerden bazıları doğal güçlere kafa tutabilmiş ve günümüze dek yaşaya gelmiştir.
İnsanın icat ettiği ilk makina parçası olması bakımından, ulaşım, taşımacılık ve savaşların geleceğinin belirleyici unsuru olmuştur. M.Ö. 4000 civarında ilk kez Sümerler tarafından kullanıldığı sanılmaktadır. O zamana kadar büyük yükler, kızak ya da kütükler üzerinde çekilerek ya da yuvarlanarak taşınırken, tekerlek ile birlikte insanın attığı adımların hız kazandığı söylenebilir.
Tekerleğin icadı ile aynı dönemde ortaya çıkan yazı, insanın M.Ö. 4000 civarında tarih öncesi dönemden tarih çağlarına geçişi sayılır. Topluluk halinde yaşamın beraberinde getirdiği sosyal sorunlar insanı önce yasaları yazılı olarak ortaya koymaya zorlamıştır. M.Ö. 1790 yılına tarihlenen Hammurabi Kanunları, insan tarafından kaleme alınan ilk hukuk belgesi olarak da bilinir.
Mevcut bulgulara göre, tarihe mal olmuş en eski edebi eserin ise M.Ö. 1200’de Sin-leqe-unninni tarafından anlatılan Gılgamış Destanı olduğu sanılmaktadır.
İnsanın kendi türü ile olan kavgası da en az insanlık tarihi kadar eskidir. Tanrı çiftçi Kabil’in adağını red edip, çoban olan kardeşi Habil’in adağını kabul edince, kardeşini kıskanan Kabil Habil’i öldürür ve tarihi kayıtlara geçmiş olan ilk cinayet de bu şekilde işlenmiş olur. Bundan böyle insanoğlu ötekini yok etmek için giderek daha etkili aletler icat ve imal etmeyi, öldürücü daha rafine buluşların peşinde koşmayı bir iş haline getirecektir. Böylece askerlik mesleği de ortaya çıkmış olur. Önce kendini korumak, sonra da diğer topluluklara egemen olmak için savaşçı bireyler yetiştirilecek ve ordular kurulacaktır.
Tekerleğin icadı sadece ulaşım ve taşımacılık sektörünün gelişmesine katkıda bulunmamıştır. Silah sektörü de savaş arabası ile ilk konvansiyonel savaş aracına sahip olmuş, araba kullanan ordular ötekilere karşı ciddi bir üstünlük sağlamıştır. M.Ö. 1274 yılında Hititler ile Mısır arasında meydana gelen Kadeş savaşında Mısır’ın 2000, Hititler’in ise 3500 savaş arabalası kullanmış oldukları kayıtlara geçmiştir.
Gemi yapımında öne çıkan denizci kavimler sadece kıtalar arası seyahat, ticaret, taşımacılık ve keşifler yapmakla kalmazlar, kurdukları donanma ile denizlere hakim olurlar ve giderek zenginleşirler. Önceleri sadece insan gücü ile yol alan gemiler, insanın yelkeni keşfederek ilk kez rüzgar enerjisini kaynak olarak kendine hizmet eder hale getirmesiyle birlikte giderek daha da uzaklara ulaşacaklardır.
Hayvanlardan sonra, insan gücünden de istifade edilebileceği fikri zikredilmeye başlandığında kölelik düzeni ortaya çıkıyor. Teknikleri geliştirerek güçlenen kavimler diğerlerini köleleştiriyorlar, onların emeğini sömürerek kendi işlerini ötekilere yaptırıyorlar. Geleceğe dair öngörü ve planlama yapan toplumlar etki alanlarını sürekli olarak genişleterek güçleniyor ve zenginleşiyorlar. Sürüklenmeye razı olanlar ise varlıklarını sürdürebilmek için köleliğe razı oluyor, itiraz edenler ise yok ediliyorlar.
Potasyum nitrat, kükürt ve odun kömürü karışımından büyülü bir güç elde edildiğinin ilk kez Çinliler farkına varmışlar. 800 yıllarında barutu bulup onunla oynarken önce kendi evlerini ve mahallelerini yakmışlar. Elden ele, dilden dile yeryüzüne dağılan barutla birlikte gelişme gösterecek olan ateşli silahlar sayesinde artık zayıf ve güçsüz olan da, akılsız olan da tetiğe dokunarak ya da fitili ateşleyerek canlının canına son vermenin tadına varırlar.
Ateşli silahların icadı ile birlikte mertlik de sona ermiş olur.
Savaşlar giderek kitlesel imhaya dönüşecektir.
Little Boy, yani Küçük Oğlan. Oğlan küçük ama marifeti büyük.
Demokrit’in parçalanamaz anlamında “atomos” adını verdiği en küçük parçacık da insana dayanamadı ve parçalandı sonunda.(6 Ağustos 1945, Hiroşima)
İnsanoğlu karşı güçlerle başa çıkabilmek için yapmış olduğu arayış ve buluşlara en iyi niyetlerle yola koyulmuş olsa da, bu buluşların çoğu kez kötü niyetlilerce kendisine kötülük olarak geri dönmüş olduğunu da görürüz. İnsanın en iyi icatlarından biri de matbaadır. Matbaa sayesinde bilginin çoğaltılarak, yeryüzüne dağılması, geniş kitlelere ulaşması sağlanmıştır.

Milas’lı Thales’in henüz M.Ö. 6. yüzyılda kehribarın kumaşa sürtüldüğünde elektik yüklendiği ve bazı maddeleri çektiğini tespit eden ilk kişi olduğu söylenir. Elektrik doğada kendiliğinden vardır ve insan tarafından keşfedilmemiştir. Onun gücünün farkına varan insan elektriği kendine hizmet verebilecek şekilde üretmenin yollarını aramış ve bunu da 19. yüzyılda gerçekleştirmeyi başarmıştır.
Sonunda insan uçmayı da başarır. 1903 yılında Wright kardeşlerin imal ettiği karton kuş ile ilk kez kanatlanan insan aradan geçen yüz yıl içinde göklerin fatihi olarak barışta ve savaşta artık kendini demir kuşların marifetlerine teslim etmiş görünüyor.
Uzay mekiğini taşıyan bu rampa, kendi başına hareket kabiliyeti olan dünyanın mevcut en büyük makinası. Buhar makinesi ile başlayan serüven, enerjinin insana hizmet edebilir olmasının cazibesine kapılan aklın sürekli olarak yeni makinalar, yeni motorlar ve yeni silahlar geliştmesiyle süre gidiyor. Sanayi devrimi ile başlayan ve son yüzyıl içinde giderek hız kazanan teknolojik gelişmelerin gölgesinde, yeryüzünün çehresinde gözlemlenen artan sayıdaki felaketler bir sonun başlangıcının göstergeleri olabilir mi? İnsan karşılaştığı zorlukları yenmeye ve aşmaya çalıştıkça yeni bulgulara, çözümlere ve icatlara varıyor. Teknoloji geliştikçe insan giderek cüretkarlaşıyor, ancak her yeni imalat da yeni sorunları ve yeni zorlamaları beraberinde getiriyor. Böylece yeni çözüm arayışları başlıyor ve yaşam basit insanların yetişemeyecekleri bir hızla dönüşüme uğruyor, onların başa çıkamayacağı kadar karmaşıklaşıyor. Teknoloji kullananlar ve geliştirenler ötekilere üstün geliyor.
İki dünya savaşı, nükleer tehtid, fosil kaynakların tükenmeye yüz tutması, iklim değişikliği, gıda darboğazı, yeni yeni hastalıklar ve gelecek nesilleri bekleyen henüz bilemediğimiz nice musibet…