Meyveciliğin Tarihçesi


Dünya da meyveler üç şekilde insan gıdası oldu;  yabani türler doğadan toplanarak, doğa ve insanın yavaşça ıslah ettiği yerli türler kültüre alınarak ve neolitik çağdan günümüze kadar birbirini izleyen sömürge ve göçlerle taşınan türler geliştirilerek. Meyve ağaçları, kökleri sayesinde yaz kuraklıklarına dayanıklı olduğundan bin yıllar boyunca en eski medeniyetlerin gelişmesine olanak sağladı.

Kırsal nüfusun yoğun olduğu tropikal ülkelerde veya kışı büyük meyvelerin gelişimine uygun olmayacak kadar sert geçiren ülkelerde, meyveler yabani ortamlarından toplanırken; ıslah edilen yerli türlerin kültüre alınması Akdeniz ülkelerinde meyveciliğin yoğun olarak yapılmasına olanak verdi: İspanya’daki zeytinlikler ve keçiboynuzu ağaçları; Yunanistan ve Türkiye’de fıstık, fındık, badem ve incir ağaçları; Balkanlar’daki kestane ağaçları için olduğu gibi.

Meyve ağaçları, kökleri sayesinde yaz kuraklıklarına dayanıklı olduğundan bin yıllar boyunca en eski medeniyetlerin gelişmesine olanak sağladı.

Meyvelerin beşiği olarak beş bölge 
Meyveler insanla taşındı ve dünyaya yayıldı. Bitkibilimcilere göre dünyada meyvelerin anavatanı başlıca beş bölge var; Karadeniz ve Hazar Denizi arasında Kafkas Dağları, Hindistan ve Pakistan arasında Kaşmir Dağı etekleri, Endonezya, Orta Amerika ve Çin’in değişik bölgeleri. Kuşkusuz buzul çağında gelişen doğal koşullar bu ortamı sağladı. Avrupa meyve açısından fakirdi: orman çilekleri, erikleri ve böğürtlen türleri vardı. İri çilekler ise Şili ve Kuzey Virginia kökenlidir.

Şeftali ve kayısı Orta Asya’da kültüre alındı. Romalılar şeftaliyi 1. yüzyılda İran’dan getirdiler; Araplar kayısı ağacı ile 8. yüzyılda Ermenistan’da karşılaştılar.

Kirazlar Avrupalı, vişne Anadolu kökenlidir. İlk olarak Orta Asya’da kültüre alınmış olan armut ve elma ağaçlarını Avrupa’ya İskender İran’dan getirdi. Üzüm kıtaların birbirinden ayrılmasından önce ortaya çıkmıştı. Kuzey yarımkürede tersiyer dönemde üzüm vardı.

Anadolu ve Avrupa üzümleri Kafkaslar ve Hazar taraflarından; Asya üzümleri ise Uzakdoğu Rusya ve Çin sınırındaki Amur Nehri vadisinden gelmiştir. Kolomb (Cristóbal Colón) geldiğinde Amerika kıtasında da yabani bağlar vardı. Ayva ağacı İran ve Türkmenistan; incir ağacı Anadolu ve Irak; ceviz ağacı Çin’in güneybatı dağları; fındık ağacı Balkanlar ve Hazar kıyıları kökenlidir. (J.M. Pelt, 1998)

Meyvelerin göçü insanı izledi
Bugünün önemli meyve türleri tarih öncesi çağlardan itibaren insan göçleriyle taşındı. Neolitik çağda, milattan on bin ila üç bin yıl önce, pek çok türün Mezopotamya’da Verimli Hilal’de ve subtropikal ve Çin’in tropikal kuşağında olduğunu biliyoruz.

Mezopotamya’nın pek çok meyve türü, MÖ 20. yüzyılda Mısır’a, MÖ 10. yüzyıla gelmeden de Yahudi göçleri ile Akdeniz’in doğu kıyılarına ulaşmıştı. Mısır bunları MÖ 1600’lere doğru, Kafkas asıllı türleri daha önce tanımış olan Yunanlılara yaydı.

Eski Yunan’da MÖ 4500’lere doğru, yabani bağ ve zeytinlikler bu türlerin kültür alanlarına dönüştüler. Badem, incir ve fıstık ağaçları ve meşeler de buralarda bronz çağında üretilmeye başlandı.

MÖ 10. yüzyıldan önce Yunanlılar ağaç aşılamayı biliyorlardı. MÖ 11. ve 6. yüzyıllar arasında Fenikeliler bağları, zeytinlikleri ve incir bahçelerini Batı Akdeniz’e yaydılar. Bu türler kuşkusuz yabani olarak zaten buralarda vardı.

MÖ 6. yüzyılın sonlarında Büyük İskender İran’dan Eski Yunan’a ağaçkavununu (yetiştirilen ilk turunçgil) ve başka bazı türler taşıdı.

MS ilk yüzyıl içinde, Roma İtalyası meyveliklerle kaplanır ve Lejyon askerleri meyveleri Galya ve İspanya’ya doğru yayarlar.

Roma Devleti’nin yıkılması ile, Avrupa’daki meyve yetiştiriciliği önemli ölçüde gerilemiştir. Türler ve yetiştiriciliğe ilişkin bilgiler ancak manastırlarda devam eder.

MS 6. yüzyılda, Etiyopya’ya Endonezya’dan muz gelir ve 1000 yıl içinde tüm Afrika’nın tropikal kuşağında yayılır. Muz, aynı zamanda İspanyolların gelişiyle birlikte Amerika’nın Pasifik kıyılarında da görülür.

12. ve 13. yüzyıllarda, Haçlılar Filistin’den Avrupa’ya limon da dahil bazı meyveler getirir. Ancak özellikle 9. ve 15. yüzyıllar arasında Araplar turunçgilleri (limon, ağaçkavunu vb.), kayısı ve şeftaliyi Avrupa’ya taşıyarak sulamalı meyveciliğin başlamasına sebep olurlar.

Batıda, Ortaçağ süresince zehirli olduklarından kuşkulanılan taze meyvelerin yer edinmeye başlaması aydınlanma çağını bulur.

15. ve 16. yüzyıllarda İspanyollar, Portekizliler ve İngilizler Avrupa meyvelerini Amerika’ya götürür, buradan da avokado, ananas, büyük meyveli çilekleri getirirler.

Kristof Kolomb Haiti’ye ilk portakal ağacını 1493’te dikmiştir.

Hollandalılar ve Portekizliler Asya’nın portakal, greyfurt, mandalinasını ve Afrika’nın (aslında Endonezya’dan gelmiş olan) muzunu ülkelerinde bahçe ve seralarda yetiştirmeye başlarlar. Böylece, 1600’lı yıllara doğru bugün bildiğimiz meyve türlerinin pek çoğu Avrupa, Asya ve Amerika’ya yerleşmişti. Ancak tüketimleri hâlâ çok sınırlı idi. 16. yüzyıldan itibaren Kuzey Afrika, Asya ve Amerika’dan Avrupa’ya getirilen türler önce hükümdarları baştan çıkarmıştı. Meyve bahçeleri ve limonluklar soyluların tabaklarını süslemek için şatoların etrafını sardı.

1688 yılında, Versailles Sarayı’nın meyveliklerinde elma, armut, şeftali, kiraz, erik, kayısı , üzüm, incir, çilek, frenküzümü, ahududu, kavun ve portakalın yetiştirildiğini biliyoruz.

Ancak bu lüks meyvecilik kırsal kesimde pek yayılmadı.

Şehirlerin etrafında, çoğunlukla en az don olan yamaçlarda gelişti. Köylü, kendi tüketimi için Atlas okyanusu kıyılarında şaraplık elma, dağlarda kestane, Akdeniz’de keçiboynuzu, zeytin ve badem üretiyordu.

19. yüzyılda Avrupa’da demiryolu ağının kurulması, en uygun toprak ve iklim koşullarında, öncelikle nehir kıyılarında meyveciliğin yayılmasına yardımcı oldu.

20. yüzyılda geniş sulama programları Akdeniz ikliminde veya subtropikal iklimlerde meyve yetiştiriciliğinde patlama etkisi yarattı.

Önce İtalya, Kaliforniya ve Florida’da; sonra İsrail, Fransa ve İspanya’da ve daha sonra Yunanistan, Türkiye, Kuzey ve Güney Afrika ve Güney Amerika’da meyvecilik gelişti.

Çağımızın meyveciliği

1920’den itibaren ilk olarak İtalya meyve üretimini modernleştirdi ve ihracatını geliştirdi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’nın güneyinde, İspanya’da, İsrail’de, daha sonra Yunanistan ve Türkiye’de, Fas’ta sulamanın gelişmesi Akdeniz meyveciliğini körükledi ve birkaç on yıl içinde toplam üretimin dört katına çıkmasını sağladı.
Bununla birlikte, Avrupa’da Ortak Pazar güneyden kuzeye meyve akışını kolaylaştırdığından, kuzeydeki meyveciliği geriletti.

Amerika Birleşik Devletleri’nde meyve üretimindeki artış Florida ve Kaliforniya’da başladı. 1950’de Amerika diğer ülkelere göre teknik olarak ileri idi ve yerli ürünlerini olduğu kadar seçilmiş varyeteleri de ihraç edebiliyordu; Golden elma, sarı şeftali, erik ve vaşington portakalı gibi.

20. yüzyılın sonunda Asya’nın ılıman iklim kuşağı türleri Avrupa’ya geç de olsa girişlerini yaptı:

Örneğin kivi, Çin kökenli olup Yeni Zelanda’da 1910’lardan beri üretilmekteydi.

Böylece, tüm tarih boyunca meyveye ilişkin gelişmeler ile ekonomik ve nüfusa değin gelişmeler arasındaki ilişkiler paralel devam etmiştir. Yazıyı bitkibilimci Jean Marie-Pelt’in bir sözüyle bitirelim: “Bitkilerin ve insanların varoluşu tek ve aslında aynı şeyin değişik yüzleridir: Yaşamın”.

Kaynaklar: 
1. Codron J.M, Lauret F.; Les Fruits; Ed. Economica, 1993
Pelt J.M, Mazoyer M., Monod T., Girardon J.; La plus belle histoire des plantes; Ed. du Seuil, 1998

TÜRKİYE MEYVECİLİK KÜLTÜRÜNÜN TARİHÇESİ
Türkiye birçok meyve türlerinin anavatanı ve meyvecilik kültürünün beşiğidir. Bugün, meyvecilik kültüründe önem kazanmış olan elma, armut, ayva, fındık, antepfıstığı, vişne, kiraz, erik, ceviz, badem, kestane, incir, üzüm ve nar gibi birçok meyve türü bu topraklarda ortaya çıkmıştır. Kültürü yapılan meyve türlerimizden başka kuşburnu, alıç, ivez, böğürtlen, muşmula, melengiç, keçi boynuzu ve idris gibi bir çok yabani meyvelere de rastlamak mümkündür.Yapılan kazılardan anlaşıldığına göre 4-5 bin yıl önce Anadolu’ da yukarıda anılan meyve türlerinin yetiştirildiği ileri bir meyvecilik kültürü vardı. Ayrıca bu cağlarda Hindistan’da manço, Çin’de portakal, şeftali, brabîon hurması ve Amerika’ da avacado yetiştirildiği düşünülüre; bu ülkelerin meyve türlerine büyük bir katkıda bulunmadığı ancak kontrollü yetiştirme tekniğini ilerlettiği görülür.

Türkler batıya yaptıkları sefer ve gezilerle, Doğu Asya meyvelerini batıya taşıyarak Dünya meyvecilik kültürüne çok değerli hizmetlerde bulunmuşlardır. Alman tabiat tarihi bilimcilerinden Hehn, eski Yunanlılar ve Romalıların, Etiler ve Finikeliler zamanından sonraki meyvecilik kültüründen bahsederken “…bu memleketlerdeki yabani ormanların yerinde simdi içerisinde dokunun meyve ağaçları yetişen ağaçları kurulmuş ve halkı tabiatın yabani ve ilkel kaynaklarının av ve mer’a ürünleri yanında, doğunun kültür meyvelerinin ferahlatıcı sularından zevk almaya başlamışlardır…” demektedir. Buradan anlaşılıyor ki, Dünyanın en eski ülkelerinden sayılan Yunanlılar bile, meyvecilik kültürünü Anadolu’dan almışlar ve sonradan Roma’ya ve oradan da Avrupa’ya geçmiştir.

İnsanlık tarihi kadar eski olan Bağ-Bahçe ziraatı içindeki meyvecilik tarihide eskidir, önceleri göçebeler gördükleri yabani meyvelerin meyvelerini tüketmeye başlamışlardır. Ancak taze meyvelerin kısa bir süre içinde görünüp kaybolmaları karşısında, bunları saklama gereğini duymuşlardır. Öncelikle ağaç üstünde kuruyan ve yere dökülen ceviz, fındık, badem meyveleri toplamakla işe başlamışlar sonraları ise, kendileri kurutma ve saklama yoluna gitmişlerdir. Yabani olarak yetişen meyvelerden sürekli yararlanma istekleri ise göçebeleri bu meyvelerin oldukları yerlerde yerleşik hayat düzenine geçirmeye zorlamıştır. Bu nedenledir ki çok eski zamanlarda Anadolu’da yabani meyve türlerinin çok fazla bulunduğu yüksek yaylalarla, kıyılar en eski kültür merkezleri konumundadırlar. Meyvecilik kültürünün sonraki gelişme periyodu ise; ormanlarda yetişen ağaç ve fidanların sökülerek evlerinin yakınlarına meyve bahçeleri kurmakla başlamıştır. Bu nedenle öncelikle ayva, elma, armut, kızılcık, badem ve erik gibi meyve ağaçlarından kurulu çitler yapılmıştır. Daha sonraları ise yenilen meyvelerin atılan çekirdeklerden ve dip sürgünlerinden yeni bitkilerin oluşabildiğini gördükten sonra çoğaltma tekniğini öğrenmişlerdir. İleriki yıllarda ise iri meyvelerin tohumlarından daha iyi meyve aldıklarını fark ettikten sonra ise bir ıslah metodu olan seleksiyonla üstün özellikli yeni bireyler elde etmişlerdir. Tabii bu durumu bitkinin vegetatif kışlalarından faydalanarak da yapmışlardır. Kesilen bitki parçalarının toprağa değdikleri yerde köklenmelerini ve yeşermelerini görmeleri ise bunlara çelikle çoğaltmayı; dalları kırılan ve seyrek meyve araçlarındaki meyvelerin daha iri ve kaliteli olması budama ve terbiye şekillerini, birbirine sürtünen ve sürtündükleri yerden iki dalın kaynadığının görülmesi gibi olaylar ise meyveciliğin ileri bir teknolojisi olan aşıyla çoğaltmayı öğretmiştir. Meyvecilik kültürünün daha ileri aşaması ise, doku kültürüyle çoğaltma, bitki fizyolojisi (hormonların ve bitki büyümeyi düzenleyici maddelerin, iyonize radyasyonun kullanımı gibi), kimya ve bitki ıslahı (melezlemeler, kendilemeler ve mutasyonlarla üstün özellikli yeni bireylerin elde edilmesi) vb. alanlardaki gelişmelerle; hasat sonrası soğuk teknolojisindeki gelişmelerin meyveciliğe uygulanmaya başlandığı dönemleri oluşturur.

Yukarıda belirtilen tarihsel gelişimin birçok aşamasını memleketimizde görmek mümkündür. Bugün bile hala yurdumuzun birçok yöresinde yabani meyvelerden hem doğal haliyle hem de onları aşılayarak yararlanma yoluna gitmektedirler, örneğin, yabani zeytinler, melengiçler, mahlep, kuşburnu, kızılcık, böğürtlen gibi.

Özet olarak söylemek gerekirse, Türkiye bugün de bütün bu gelişme aşamalarıyla ve çok farklı ekolojilere sahip olması nedeniyle, muzdan, şeftali, hurma ve elmaya kadar bin bir meyveyi bünyesinde barındıran meyvecilik kültürünün tarihi bir müzesi durumundadır.

DÜNYADAKİ YETİŞTİRİLEN MEYVE TÜRLERİ VE TÜRKIYENİN TÜR VE ÇEŞİT ZENGİNLİĞİ
Dünya üzerinde yetiştirilen meyve türlerinin sayısı 138’i bulmaktadır. Bunlardan 85 tanesi tropik ve subtropik, kalanı sıcak ve soğuk mutedil iklim bölgelerinde yetiştirilmektedir. Türkiye çok değişik iklimleriyle çok sayıda tür ve çeşitleri bünyesinde barındırır. Bu şekilde yurdumuzda yetişen meyve tür sayısı, yeni ürünlerle birlikte 75’in üzerindedir. Bu türlerin büyük çoğunluğunun orjini Anadolu olup, turunçgillerin büyük çoğunluğu, şeftali, kivi, ananas, pikan gibi bazı meyve türleri ise çok önceden veya yakın zamanlarda yurdumuza başka ülkelerden getirilmişlerdir. Türkiye’de görülen bu büyük tür zenginliği yanında, büyük bir çeşit bolluğu da vardır. Bu şekilde elmalarda çeşit sayısı 500, armutlarda 600, eriklerde 200, kirazlarda 1500 ve şeftalilerde ise 100’ün üzerindedir. Dünyadaki çeşit sayıları ise bunların çok üzerindedir, örneğin, kirazlarda 1500, şeftalilerde ise 2000′ e yakın çeşit vardır. Türkiye’nin bu çeşit zenginliği, tür zenginliği gibi ıslahçılar için, damızlık materyali sağlayan kaynakları oluşturur. Gerçekten Erwin Baur 1927′ de Kocaeli bölgesinden topladığı değişik erik tiplerini Almanya’ya götürmüş, aynı şekilde Kanada’lı Hunter Karadeniz bölgesinde Fusikladiuma dayanıklı Demir eî’nasî çeşidinden faydalanma yolları aramıştır. Ayrıca çeşit bolluğunun sayesinde değişik ekolojilere uyum sağlayan üstün kaliteli çeşitleri ayırarak, buralarda yetiştirme imkanları ortaya çıkar. Bu kaynakları korumak amacıyla gen bankaları yanında, koleksiyon bahçeleri tesis edilmelidir.

meyed.org

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s