55 Milyon Yıldan Günümüze Atın Öyküsü


Homo sapiens sapiens (İnsan) ile Equus’un (At) yaşam çizgileri sapiens’in evrimleşmeye başladığı zamandan itibaren kesişmiştir. Ancak at insandan çok daha önce evrimin basamaklarını çıkmış, dünyanın hemen hemen tüm kıtalarına yayılmıştır. Milyonlarca yıl sonra artık atla insan birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Ancak bu buluşmadan at zararlı çıkacak, her zaman olduğu gibi Homo sapiens onu da yok edecek, kendine köle olacak birçok ırklar yetiştirecektir. Bugün gördüğümüz atlar insanın eseridir. Doğada yaşayan tek bir at türü dahi yoktur. İşte atların 55 milyon yıllık evrim tarihi.

Homo sapiens sapiens ile Equus’un yaşam çizgileri sapiens’in evrimleşmeye başladığı zamandan itibaren kesişecektir. Ancak at ondan çok daha önce evrimin basamaklarını çıkmış, dünyanın hemen hemen tüm kıtalarına yayılmıştır. Milyonlarca yıl sonra artık atla insan birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Ancak bu buluşmadan at zararlı çıkacak, her zaman olduğu gibi Homo sapiens onu da yok edecek, kendine köle olacak birçok ırklar yetiştirecektir. Bugün gördüğümüz atlar insanın eseridir. Doğada yaşayan tek bir at türü dahi yoktur. Son temsilci Equus caballus przewalskii de geçen yüzyılda sayıları gittikçe azalan son tür olarak özel çiftliklerde yaşamını sürdürmektedir. Atla insanın birlikteliği, evcilleştirme öncesi dönemlerde, insanın onu beslenmek için avlaması biçimindeydi. Çok sonraları zamanımıza yakın dönemlerde, insanın yaşamını kolaylaştırıcı özelliklerinin keşfedilmesi üzerine, at ilk kez savaşlarda kullanılmıştır.

At ailesi tek bir cinsle temsil edilir. İçinde tek bir cinsi vardır ama, buna ait birçok tür ve alt tür ile çok sayıda ırk bu aile içinde yer alır. Örneğin eşek, at ailesinin bir türüdür. Zebra da öyledir. İnsanın yaşamı atlarınki ile o kadar iç içedir ki, atları konu alan birçok edebiyat ürünü de bulunur. Eşek bu konuda at kadar şanslı değildir. İnsanlar arasındaki yaşamı da at kadar lüks içinde değildir. Çokça horlanır. İsmi ise küfür yerine geçer.

Bu yazı at ailesinin Dünya’daki yaşamının 55 milyon yıl süren hikayesi. Bu hikayede, ailenin uzun zaman içinde geçirdiği evrim; fosil kanıtları, coğrafik dağılımları ve morfolojik özellikleri ile anlatılacak.

AT AİLESİNİN SİSTEMATİĞİ

İsveçli bilim adamı Botanikçi Carl von Linne’nin (1707-1778) hazırladığı binomenklatur / İkili adlandırmada, At taksonomisi aşağıdaki hiyerarşi içinde biçimlenir.

Kingdom / Krallık: Animale / Hayvanlar

Phylum / Şube: Vertebrata / Omurgalılar

Classis / Sınıf: Mammalia / Memeliler

Subclassis / Altsınıf: Eutheria / Plesentalı memeliler

Ordo / Takım: Perissodactyla / Tektoynaklılar

Subordo / Alttakım: Hippomorpha

Familya / Aile: Equidae / Atlar ve Eşekler

Genus / Equus Linnaeus, 1758

Perissodactyla / Tektoynaklılar

Ungulata / toynaklılar adı verilen bu grup Perissodactyla / tek toynaklılar ve Artiodactyla / çift toynaklılar olmak üzere iki takımdan oluşur. Vücutları orta boydan büyük boya kadar değişir. Başları genelde iri, gövdeleri kuvvetlidir. Bacakları orta uzunluktan uzuna kadar değişkenlik gösterir. Dudaklar dikkati çekecek şekilde hareketlidir. Bazılarında üst dudak uzamış ve hortum şeklini almıştır (Filler). Derileri son derece duyarlıdır ve bölgesel hareket özelliğine sahiptir. En önemli özellikleri tırnak ucunda yürümeleridir. Ön yürüme aygıtlarında ortamsal koşullara bağlı olarak orta parmak gelişmiş, diğerleri körelmiştir. Köprücük kemikleri yoktur. Kafatasları ileriye doğru uzayarak irileşmiştir. Diş formülü kendine özgü özellik taşır. Kesiciler / incisor keski ya da koni şeklindedir. Köpek dişleri / canin ile ön azılar / premolar arasında boşluk (diastema) bulunur. Koku ve işitme duyuları iyi gelişmiştir. Gözler başın her iki yanında yer alır. Işık farklılıklarını ve hareketleri fark edebilir. Sindirim sisteminde bir gözlü mide, uzun bağırsak ve gelişmiş körbağırsakları bulunur. Safra keseleri yoktur. Sindirimde, bakteri faaliyetleri körbağırsakta etkindir. Doğan yavrular kendi başlarına yeterlidir. Toplu yaşar, bitkilerle beslenirler ve hızlı koşarlar. Koşu süreleri devamlıdır.

Equidae ve biyolojisi

Pressidactyla’nın bu gelişmiş ailesinde, jeoloji tarihi boyunca yaşamış olanlarının fosilleri sıkça bulanabildiğinden bunların akrabalık ilişkilerini ortaya koymak kolay olmuştur. Atların III. zamanın başından bugüne kadar süregelen yaşamlarını oluşturan birçok cinsin ve türün fosili kesiksiz olarak bulunabilmiştir. Ailenin jeoloji tarihi içinde 55 milyon yıldan günümüze olan evrimsel öyküsü, bu fosillerle kuşku götürmez bir biçimde izlenebilir.

Takım karakterleri belirgin olarak gözlenir. Baş öne doğru uzayarak iri bir şekil almıştır. Başın her iki yanında olan gözlerin yer aldığı orbital çukurluğun etrafı kemik bir bilezikle çevrilidir. Dudaklar etli, uzun ve hareketlidir.

Dişlerinin gelişimi, ortamsal koşullar ve dolayısıyla beslenmeye bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bitkiyle beslenmeleri nedeniyle köpek dişleri azalmış ve yok olma noktasına gelmiştir. Bu tip beslenenlerde köpek dişleri ile premolar / ön azılar arasında bir boşluk (diastema) bulunur ve sonra, filogenetik olarak sürüngenler / reptilia’nın köklü dişlerinden türemiş, kesici dişlerden ve köpek dişlerinden çok daha fazla karmaşık yapıya sahip premolar ve molar dişler gelir. Bu dişlerin taçları, üst yüzeylerinin yapısı beslenme şekillerine göre zaman içinde farklılıklar gösterir. Bu karakter evrim çalışmaları için de son derece yararlı diyagnostik sonuçlar vermiştir.

Mideleri bölmeli değildir. Besinlerin sindirilmesinde etkin rol oynayan bakteri faaliyetleri genişlemiş ve büyümüş körbağırsakta gerçekleşir.

Grubun jeoloji tarihi içindeki evriminin anlaşılmasında; ön hareket organlarının ortamsal koşullara bağlı olarak geçirmiş olduğu anatomik değişiklikler önemli rol oynar. Günümüz atlarında 3. parmak alttaki etli kısım tarafından devamlı yenilenen bir toynak şeklini almış, ikinci ve dördüncü parmaklar da bir kalıntı şeklinde kalmışlardır. İşitme ve koku alma duyuları iyi gelişmiş, gözler aydınlık derecesini ayırmaya ve hareketleri izlemeye uyum sağlayacak şekilde gelişmiştir. Savanlarda, steplerde ve çöllerde aygır sürüleri şeklinde yaşarlar. Palearktik’te Orta Güney Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika’da yayılmışlardır.

At fosilleri ve evrim

1870’lerde paleontolog D. C. Marsh Kuzey Amerika’da yeni keşfedilmiş bir takım at fosillerinin tanıtımını yayınladı. Bu zamanlarda sürüngenler ile kuşlar arasında geçişin en önemli kanıtlarından biri olan Archaopterix (ilk kuş) dışında evrimsel çizgisi olan çok az canlının fosilleri biliniyordu. Marsh’ın açıkladığı bu fosil sıralaması, T. H. Huxley’in güncelleştirdiği tek soyda yer alan evrimin çok belirgin bir örneği idi ve Eohippus’dan Equus’a doğru geçiş formları oluşturuyordu. Biyologlar ve amatörler bu geçiş formlarını görünce heyecanlandılar. Birkaç yıl sonra da Amerikan Doğa Tarihi Müzesi, Eohippus’tan (Hyrocotherium) modern Equus’a doğru derece derece evrimi gösterebilecek şekilde tasarlanmış bir sergi açtı.

Bu tip sergiler, at ailesinin üstüne çekilen ilgiyi sadece evrimin kanıtı olarak değil, aynı zamanda derecelendirilmiş düz ve kesin bir çizgideki evrim örneğini, Equus’un (at) evrimi ile ilgili bir son nokta olarak belirlemiştir.

Daha önceleri at evriminin düz bir çizgide gerçekleştiği tahmin ediliyordu. Şu andaki bilgilerimiz atın evriminin birçok daldan oluştuğunu bize göstermektedir. Equus, evrimde bir çalının ince bir dalı konumundadır. Düz çizgi durumundaki evrim bir hayaldir. Çünkü şu an kurtarılmış olan sadece küçük bir dal parçasıdır.

Atın evrimi pürüzsüz ve derecelendirilmiş değildir. Değişik oranlardaki değişik özelliklerin açılımları her zaman bir arada dağılım göstermez ve genellikle ters yöndedir. Ayrıca at türlerinin ataları derecelendirilmiş dönüşümlerde değildir (Anagenesis). Bunun yerine bazı yeni türler atalarından ayrılmış durumdadır(cladogenesisz). Bazı türler dereceli, bazıları da aniden gelişirler.

Sonuç olarak at ailesi, evrim mekanizmasının ne kadar karmaşık olduğunu kanıtlamıştır. Onu düz bir çizgi içinde yorumlamak mümkün değildir (Şekil-1).

ATLARIN SOY AĞACI

Equid’ler ilk çıktıkları kıtada (Kuzey Amerika) sınırlı sayıda tür ile temsil edilmiştir. Asses, Hemiones, Zebra, Equus caballus, Equus przewalskii veya Equus caballus przewalskii. yüzyılın başına kadar yaşadı. Ancak, bugün sadece hayvanat bahçelerinde yaşam mücadelesi veriyorlar.

Ailenin evrimi yaklaşık 55 milyon yıl önce başladı. Günümüze kadar olan kısmında keşfedilen fosiller yardımıyla oluşturulan koleksiyonlar; ilkel tiplerin küçük ve aynen keçiler gibi ağaçların alt yapraklarını ve genç filizleri yemeğe, ormanda zıplayarak koşmaya uyum sağlamış sistemlere sahip olduklarını bize göstermiştir. Zaman içindeki morfolojik gelişmeler ve bunların ortamla bütünleşmesi (toynağın gelişimi, yere düz basma ve dönmeyen bacak kemikleri) at ailesinin fertlerini geniş düzlüklerde otlayan mükemmel birer koşucu haline getirmiştir.

Görsel: Hyracotherium


Ormanların küçük atları (55 milyon yıl önce)

Hyracotherium / Eohippus

55 milyon yıl önce, küçük bir orman hayvanı, “şafak atı” anlamına gelen “Eohippus” olarak da bilinen ve omuz yüksekliği yaklaşık 10-20 cm olan Hyracotherium (Hyrax: Afrika’da yaşayan bir tavşana benzediğinden bu isim verilmiş) atın atası olarak evrimleşmeye başladı. Attan başka her şeye benziyordu. İri kedi ya da köpek görüntüsündeydi. Sırtı kemerli, kısa boyunlu, kısa burunlu, kısa bacaklı ve uzun kuyrukluydu. Meyve ve yumuşak yaprakla beslenir, bir ceylân gibi aceleyle bir çalıdan diğer çalıya koştururdu. Sadece daha aptal ve daha az çevikti (şekil-2).

Bacaklar esnek ve bütün kemikleriyle dönebilir özelliğe sahipti. Ön iki bacakta 4 parmak, arkadakilerde ise 3’er parmak vardı. Köpeğinki kadar yumuşak olan tabanları üzerinde yürürdü. Her bir parmağında pençe yerine ufak toynakları vardı. İlkel ve kısa bir başı, ortadaki göz yuvaları ve ön tarafa doğru çıkık kulak memeleri ile ilginçti. Düşük taçlı üç kesici dişi, 1 köpek dişi, 4 ayrı premolar / önazı ve çenenin her iki tarafında 3 öğütücü molar / azı (ilkel memeli diş formülü) çiğneme sistemini oluşturdu. Ön diş ve öğütücü dişler arasındaki mesafe kısaydı, Taç kemikleriyle birbirine bağlı olan molarlar her şeyi öğütebilen bir yapıya sahipti. Dişleri genelde alçak taçlıydı, atlarınkine benzer basit kıvrımları vardı. Erken Eosen atları evrimlerinin bu noktasında diğer Perissodactyl gruplardan farklı olarak henüz ayrılmamıştı. Tapir ve Gergedanlar ile yakın akrabalıkları bulunmaktaydı. Geçmişine bakıldığında Hyracotherium oldukça ilkel bir hayvandı. Ancak o dönemde, 55 milyon yıl önce kendine ve çevresine göre oldukça başarılı sayılabilecek özelliklere de sahipti. 20 milyon yıl içinde Hyracotherium’da önemsiz değişiklikler meydana geldi. Vücudu ve ayakları büyük ölçüde aynı kaldı. Bunun yanı sıra ayak parmaklarında küçük değişiklikler oluştu. En büyük değişiklik dişlerdeydi. Bu atlar daha fazla bitki yerken daha az meyve tüketir olmuşlardı. Öğütücü dişler daha sert yiyecekleri öğütmek üzere biçimlenmeye ve yapılaşmaya başladı.

Fosilleri Batı Amerika ve Avrupa’nın Eosen yaşlı çökellerinde bulundu. Radyometrik yaş verileri bu atın 55-45 milyon yılları arasında yaşadığını belirtiyordu.

Orohippus

50 milyon yıl önce Hyracotherium’dan Orohippus’a doğru düz, belirgin ve dereceli bir geçiş görüldü (Mac Fadden, 1976). Orohippus’un omuz yüksekliği yerden 20-30 cm kadardı. Kemerli sırt, kısa bacaklar, kısa boyun, kısa burun ve oldukça küçük bir beyin, onu daha çok köpeğe benzer bir görünüme yaklaştırmıştı (şekil-3). Hyracotherium’dan biraz daha büyüktü. Ancak aynı ilkel postcranial iskelet yapısına sahipti. İnsanlardaki gibi, ön ayak kemikleri (radius ve ulna) ayrıktı (Bu memelilere özgü ilkel bir karakterdir, dirsek ve bilekte dairesel hareketi sağlar). Bu özellik, daha çok, ormanda yaşayan ve engellerin bol olduğu bir coğrafyada hareket etmek zorunda olan küçük hayvanlarda görülür. Ön ayaklarında 4, arka ayaklarında toynaklı 3 parmağı vardı. Köpeğinkine benzer şekilde gelişmiş yumuşak tabanlara sahipti. 1. ve 2. parmaklar zaman içinde yok oldu.

En belirgin değişiklik dişlerde meydana geldi. Son premolar değişerek molar haline dönüştü; bu da Orohippus’un bir tane daha fazla öğütücü diş kazanmasına neden oldu. Bu değişikliğin yanı sıra, daha sert bitkileri yediğini gösteren dişler üzerindeki köprüler çok daha belirginleşti.

Orohippus, Hyracotherium’dan yaklaşık 2 milyon yıl sonra ortaya çıktı. Her ikisi de birlikte yaklaşık 54-45 milyon yılları arasında yaşadı ve bu zaman içinde yok oldu. Wyoming ve Oregon’da (Kuzey Amerika) bulunan fosillerin izotop yaşlarına göre bu cins 52-45 milyon yılları arasında yaşamıştı.

Epihippus

47 milyon yıl önce Orohippus’tan ayrılan evrim kolundan Epihippus meydana geldi. Diğerleri gibi küçük, köpeğe benzer, yumuşak tabanlı ve ufak beyinliydi. Ön ayaklarında 4, arka ayaklarında ise 3 parmağı vardı. Dişlerin gelişimi devam ediyordu. Son premolarlar molarlara dönüşmüş ve böylece Epihippus’a 5. öğütücü dişi kazandırmıştı. Dişlerin üst kısımları iyi şekillenmişti. Ancak, halen düşük taç karakterine sahipti.

Görsel: Mesohippus

Yaprakla beslenen alçak taç dişli orta boy atlar (45-24 milyon yıl önce)

34 milyon yıl önce atlarda belirgin değişiklikler oluşmaya başladı. Bunun en önemli nedeni Kuzey Amerika ikliminin biraz daha kuraklaşması, geniş ormanlık alanların daralması ve otla kaplı alanların daha yaygın hale gelmesidir. Bu değişiklikle birlikte, sert dişli ve açık alanlarda daha iyi koşabilmek için güçlü bacakları olan tipler gelişmeye başladı.

Mesohippus

Daha önce yaşamış Eohippus ya da Hyracotherium ile modern atlar arasında ilk ortak bağlantıyı oluşturan Mesohippus türü olan M. celer 40 milyon yıl önce aniden ortaya çıktı (Türlerin ani ortaya çıkışları; nüfusla ilgili karışıklıklar, yeni seçici güçler veya türlerin diğer türlerden izole edilmesi -coğrafik izolasyon- sonucunda gerçekleşmektedir. Bu ani çıkışlar jeolojik dönemlerde görülmektedir. Ancak, şu gerçek göz ardı edilmemeli: birkaç milyon yıl süre jeolojide “ani” olarak değerlendirilir). Mesohippus, Epihippus’dan biraz daha fazla gelişmiş büyük bir hayvandı. Omuz ile yer arasındaki yüksekliği 60-70 cm idi. Öncekiler gibi köpeğe benzer bir görüntüsü de yoktu. Sırtı daha az kemerliydi. Bacakları, boynu ve burun ile yüzü karakteristik biçimde daha uzuncaydı. Sığ bir yüz çukurluğuna sahipti. Sonraki atlarda kafatasındaki bu çukurluk daha da belirgin hale geldi ve türlerin tanımında çok daha fazla kullanılan bir karakter oldu (şekil-4).

Arka ve ön ayaklarında 3 parmağı vardı. 4. ön parmak körelmiş ve bir çıkıntı şeklini almıştı. Önceki cinslerde olduğu gibi Mesohippus’un da tabanları yumuşaktı.

Beynin yarı küreleri fark edilir derecede genişti. Günümüzde yaşayanlar ile hemen hemen aynı büyüklükteydi.

Son üç adet premolar molarlara benzemişti (İlkel üçgen yüzeyli premolarlar yemeği yumuşatır. Kare şeklinde olanlar ise parçalar. Bu değişim hayvanın beslenmesindeki çeşitliliği azaltır. Bu meyvelerden ve yapraklardan sadece ota bağlı beslenme tipine bir geçiştir). Dişlerin yüzeyi Epihippus’ta olduğu gibi öğütmeye uyum sağlamıştı.

Colorado, Nebraska ve Dakota düzlükleri ile Kanada’da bulunan fosillerinin radyometrik verilerine göre, cins ve türleri yaklaşık 37-32 milyon yıl önce yaşamıştı.

Miohippus

Tipik bir Miohippus, Mesohippus’tan daha büyüktü. Kafatası daha uzundu. Yüzdeki çukurluk (Fassial fossa) derin ve daha genişti. Ayak bileği eklemi köklü değişikliğe uğramıştı (şekil-5).

Miohippus türleri at ailesindeki ilk geniş çeşitlenme sürecini başlattı. Miohipps’a kadar az sayıda yan kollar varken, Miohippus’tan sonraki türler çok daha çeşitli ve farklı olmuştu. Miyosen döneminde bir düzineden fazla cins yaşarken, günümüzde tek bir at cinsi yaşadı.

Miohippus’ta ayrıca, üst yanak dişlerinde ilave kıvrımlanmalar gelişmeye başladı. Daha sonraki at cinslerinde dişlerdeki bu oluşum daha da karakteristik olacaktı. Bu, at atalarının populasyonunda yeni özelliklerin nasıl çeşitli olduğunu göstermede mükemmel bir örnekti.

Daha önce söylenenlere göre Mesohippus anagenetik evrim yoluyla dereceli bir dönüşüm sonrasında Miohippus’a dönüşerek yoluna Miohippus olarak devam etti.

Güncel veriler ise göstermiştir ki, Miohippus, Mesohippus’un erken dönemlerinde cladogenetik yolla bu cinsten ayrılarak gelişimine devam etmiş, sonra da 4 milyon yıl kadar süreyle her iki tip birlikte yaşamıştı.

Mesohippus, 30 milyon yıl önce ortadan kalktı. Miohippus da bir süre olduğu gibi yaşamına devam etti ve sonra 24-20 milyon yıl önce hızlı bir şekilde evrimleşti ve türleşti. Bu dönemde at ailesi 2 ana kola ve bir küçük dala ayrıldı ve gelecekteki soyları Anchiterium, Kalobatippus, Archaehippus, Hypohippus ve Megahippus oldu.

Radyometrik yaş verilerine göre 32-25 milyon yıl olarak tarihlendirilen Miohippus fosilleri, Florida’da (Batı Amerika) çökeller içinde yaygın olarak bulundu.

Görsel: Archeohippus

Miohippus’tan türeyenler

Anchitherium: Eski dünya karalarına geçen bu cins, 3 parmaklıydı ve yaprakla besleniyordu. 10 milyon yıl içinde süratle geniş bir coğrafyaya yayıldı ve başarılı oldu.

Kalobatippus: Bütün atların ortalama bir yapı ve de büyüklüğü olduğu zamanda yaprakla beslenen bu atın uzun bacaklı ve ihtişamlı bir görünümü olmalıydı (Bu cinste dişlerin, Miohippus ile Parahippus arasında bir geçiş formuna ait olduğu ve bunun da yaprakla beslendiği tahmin edilmektedir). Avrupa’da Anchitherium ve Doğu Asya’da Sinohippus’un yaşadığı zamanda o, Batı Amerika’da egemendi. Bu cins, tanıtımsal adını Metapodial olmasından almaktadır. Ayak kemikleri, hayvanın yakın akrabalarının (Ancitherium, Hypohippus ve Megahippus) aksine uzun bacaklı olmasını sağlamıştır. Bu ve yakın akrabaları, doğal bir grup olan “anchiter”leri oluşturdu. Hepsinin yapraklar, filizler ve muhtemelen meyveler ile beslenmeye uygun alçak taçlı dişleri vardı ve fazla ot tükettiği tahmin edilmemekle birlikte, üç tırnaklı kısa dişli bu cinsin, otlarla beslenen anchiter’ler ile aynı zamanda yaşadıkları sanılmaktadır.

Florida’da bulunan fosillerin radyometrik yaş değerleri, bu cinsin 24-19 milyon yılları arasında yaşadığını belirtmektedir.

Archaeohippus: Bu küçük yaprak yiyici bir köpek büyüklüğündeydi. Genelde, daha kuru bir ortama sahip savan düzlüklerinde otlayan diğer atlar ile birlikte yaşıyordu. Uzunca bir burnu olan küçük, düzgün ve zarif bir hayvandı. Dişlerinin molariform oluşu onun orman içinde ya da orman arası düzlüklerde yapraklar veya diğer lifsiz yiyeceklerle beslenerek yaşadığını belirtmekteydi.

Fosilleri Nebraska, Oregon, Kaliforniya ve Florida’da (Kuzey Amerika) bulunmaktadır. Radyometrik yaş verilerine göre bu cins ve türleri yaklaşık 21-13 milyon yıl önce yaşamıştı.

Hypohippus: Yaprakla beslenmeye son derece iyi uyum sağlamış bu cins, ormanlık alanların yumuşak zeminlerine üç parmağı ile basabilen özelliğe sahipti. Büyüklüğü modern pony / midilli’lere çok benzemekteydi. Nebraska, Colorado ve Montana’da bulunan fosilleri, bu cinsin olasılıkla 17-11 milyon yıl önce yaşadığını belirtmekteydi.

Megahippus: Yaprakla beslenen bir cinstir. Otla beslenen cinslerin ortaya çıkmaya başladığı bir dönemde, Kuzey Amerika’nın yaprakla beslenen son cinsi olarak bilinir. Muhtemelen 15-11 milyon yıl önce Kuzey Amerika düzlüklerinde yaşadığı tahmin edilmektedir. Alçak ve yüksek taçlı diş yapısına sahip olması, cinsin hem yaprakla hem de otla beslenen cinsler arasında bir geçiş formu olduğunu belirtir. Dar ya da hortuma benzer bir burnu ve buna göre gelişmiş ağza sahip olması da, bu cinsin yaprak, yeni filizler ve meyve gibi yumuşak bitkileri yemeye meyilli olduğunu göstermektedir. Megahippus ve diğer anchiter’ler üç parmaklı ve yaprakla beslenenler oldukları için, bazen otlayan akrabalarıyla karşılaştırıldıklarında evrimsel bir çıkmaz sokağa girildiği düşünülür. Ancak, Megahippus’lar otlayan atlar kadar hızlı evrilmişlerdir. Üst çene dişlerinin öğütücü yüzeyleri bütün vücutları ile beraber büyümüştür. Megahippus isminden de anlaşıldığı gibi zamanının en büyük atıdır.

Körpe yaprakları yemeden, otlamaya kadar geçirilen evrim ve yeni atları tanıma çizgisi; otlayıcılar için yeni bir ekolojik seçeneğin ortaya çıkması ve geniş otlakların yeni belirmeye başlaması sonucunda meydana gelmiştir.

Parahippus

Görsel: Parahippus

Atların düzlüklere çıkışı (18 Milyon yıl önce) ve ince bacaklı yüksek taç dişli atlar

Atın evriminde üçüncü hat olan bu atlarda, otların kolaylıkla yenebilmesi için birçok değişiklikler başladı. Bunlardan en önemlisi kaba ve sert otların kolaylıkla çiğnenebilmesi için gelişen özelliklerdi. Dişler üzerindeki küçük tümsekler, kıvrımlar oluşturmak üzere birbirleriyle bağlanarak daha da genişledi ve diş etinden sıyrılarak üst kısmı dereceli olarak gittikçe büyüyen ve “hypsodont diş tipi” olarak bilinen yeni bir diş tipi gelişti. Bu özelliklerin kazanılmasına ilave olarak, dişlerin taç bölgelerinde, onların daha sert ve dayanaklı olmasını sağlayan çimento tabakaları oluştu.

Gelişen bazı nitelikler onları iyi birer koşucu hale getirdi. Vücut büyüklüğü, bacak uzunluğu ve yüzün uzunluğu, kazanılan önemli özelliklerdi. Bu sırada bacak kemikleri koşuya uyum sağlayabilmek için birlikte kaynaşmaya başladı. Bacak kemikleri ve onlara bağlı kas sistemlerinin gelişimi, esnek bacak hareketini elemine ederek atlara, ileri ve geriye yürümeyi daha kolay hale getirebilecek şekilde özellik kazandırdı.

Parahippus

23 milyon yıl önce ortaya çıkan bu cins, eski ormanlarda yaşan atlarla günümüz düzlüklerinde yaşayan atlar arasında evrimsel bir bağlantı gibi gözükmektedir. Aynı büyüklükteki beyini ve aynı vücut şekliyle Miohippus’a çok benziyordu. Aslında gerçek görünümü bir Alman çoban köpeğini andırıyordu. Tipik bir Parahippus, Miohippus’dan biraz daha büyük vücut yapısına sahipti. Halen üç tırnağı vardı ve ayağın altındaki sıçrama ve fırlama ligamenti henüz daha yeni gelişmeye başlamıştı. Yüzü hemen hemen gerçek at yüzüydü. Uzundu ve göz çukurları kafatasının ortasından geriye doğru gelmişti. Diş yapısına köprüler ile uzun taçların ilavesi, güçlü ve daha düzgün diş taçlarının meydana gelmesine neden oldu. Bu özellik dişleri daha da güçlü yaptı ve otla beslenmesini kolaylaştırdı. Ortam koşullarına uyum sağlayarak hızlı bir şekilde evrimleşen ve buna paralel olarak da hızlı bir şekilde değişen bu cins, tamamen esnek ayaklı ve hypsodont olarak otlayan Merychippus gunteri’ye dönüştü. Parahippus’un daha geç dönemlerde yaşayan türlerine ait fosilleri erken dönemdeki Merychippus’a çok benziyordu. Bu da cinsler arasındaki evrim çizgisinin nereye çizilebileceğine karar vermeyi zorlaştırdı. Parahippus, at evriminde bir bağlantı cinstir. Ormanlarda yaşayan ve yaprakla beslenen tipler ile ovalarda yaşayan ve otla beslenen tipler arasında gerçek bir geçiş formudur.

Florida’da, çökeller içinde fosilleri bulunmuştur. Radyometrik veriler bu cinsin 24-17 milyon yıl önce yaşadığını belirtmektedir.

Görsel: Meryhippus


Merychippus

17 milyon önce Kuzey Amerika’da ortaya çıktı. Atların evriminde bir kilometre taşıdır. Tipik Merychippus yaklaşık 110 cm uzunluğundaydı ve bu şimdiye kadar bulunan en uzun attı. Otlayarak beslenen atların da ilkiydi. Bu cinste geniş köklü dişlerin daha iyi barınabilmesi için burun, uzun bir şekil almış, çene çok daha derinleşmiş, gözler de hafifçe geriye doğru kaymıştı. Dişler yüksek taçlıydı ve besinleri diğerlerine göre çok daha yavaş çiğniyor ve sindirim sistemi de son derece yavaş çalışıyordu. Bu nedenle ruminant / geviş getirme özelliği kazanmıştı. Beyin, fark edilir derecede büyüktü. Bu da Merychippus’u erken atlardan daha zeki ve daha çevik yapıyordu. Tüm bu özelliklerin kazanılması söz konusu cinsi bugünkü atlara daha da benzer hale getirmişti (şekil-6). Halen üç parmaklıydı. Ayakları esnek yapılıydı. Topuk ekleminin altındaki güçlü ve esnek bağlarla desteklenmiş ayakları sayesinde sürekli parmak uçlarında duruyordu. Yan parmaklar halen bir bütündü ancak yavaş yavaş farklı uzunluklar kazanmaya başlamıştı. Bazı Merychippus türleri aynı uzunluktaki yan parmaklara sahipken, diğerlerinde sadece koşarken yere değen küçük yan parmaklar gelişti. Ortadaki parmak geniş ve dış bükey at toynağı olarak gelişmiş ve bacaklar daha uzun bir şekil almıştı. Ön kolun ve dirsek kemiğinin eriyerek birleşmesi bacak rotasyonunu ortadan kaldırdı. Aynı şekilde dizin aşağı kısmında bulunan kaval kemiği de büyük ölçüde zayıfladı.

Bütün bu değişikler bacakları sadece tek bir hareket için özel hale getirdi: Sert yüzeyde hızlı koşmak, etçil avcılardan kaçmak ve geniş coğrafyada süratle besin arayabilmek.

Radyometrik verilere göre fosillerinin yaşı bize 17-11 milyon yıl önceyi gösteriyordu..

Merychippus’un yayılımı

15 milyon yıl önce Kuzey Amerika’da süratle yayılan Merychippus, düzlüklerin hızlı koşan tek otlayıcısıydı. Bu cins üç büyük grupta 19 yeni otlayıcı at türünü ortaya çıkarttı. Atlardaki bu çeşitlenme “Merychippus’un yayılımı” olarak adlandırıldı.

Üç parmaklı otlayıcılar “Hipparion” grubudur. Bunlar başarılı tiplerdir. Otlakların, ot ve yaprak yiyiciler için çeşitliliği, türlerin ve sınıfların oluşmasında etkili olmuştur. Yüzlerinde büyük ve kusursuz girintiler gelişmiştir. Hipparion’ların eski dünya kıtalarına yayılışı, yaklaşık 10 milyon yıl önce başlamış ve farklı zamanlarda gerçekleşen göç dalgaları şeklinde gelişmiştir. Bu büyük at göçü Anadolu ve Trakya’da (İstanbul) bulunan fosillerle kanıtlanmıştır.

Grubun Kuzey Amerika’da yayılan cinsleri Protohippus, Astrohippus, Pliohippus, Pseudohipparion, Nannihippus, Neohipporion ve Calippus’u içeren daha küçük atların çizgisidir ve Protohippines’ler olarak bilinir.

Gerçek atların çizgisinde bazen yan parmakların boyut olarak kısaldığı gözlenmiştir. İlkel Hipparion ve at özellikleri taşıyan yeni türlerin ortaya çıkışı ve bunların giderek daha fazla ata benzemeleri, gerçek atlar olarak bilinen daha büyük üç parmaklı ve tek parmaklıların ortaya çıkışının başlangıcını sağladı. Yeni türler hızlı ve başarılı bir şekilde bu üç gruptan ortaya çıktılar. Bu hızlı türeyiş hangi türün hangisinden ortaya çıktığına karar vermeyi zorlaştırdı. Yaklaşık on milyon yılda at ailesini meydana getiren cins ve türler, şimdiye kadar ulaşılamamış bir şekilde çeşitliliğin zirvesine yerleşti. Yeni Dünya’da Hipparion’lar ve Protohippin’ler, “Gerçek Atlar”, büyük ve küçük orman otlayıcıları ve düzlük otlayıcıları olarak geniş bir coğrafyaya yayıldı.

Görsel: Pliohippus

Tek parmaklı atlar (10 – 1 milyon yıl önce)

Bu çizginin geç Merychippus türleri (M. carriozensis) küçük yan parmaklı büyük atlardı. Bunlar yan parmaklarını kaybetmiş iki ayrı grubun ortaya çıkışını sağladı. Bu oluşum Topuk eklemi altındaki yan bağların gelişimi gibi koşu esnasında orta parmağın dengelenmesine yardımcı oldu. Tek parmaklı atlar şu cinsleri içerdi.

Pliohippus

15 milyon yıl önce üç parmaklı at olarak doğdu. Çağdaş atın dedesi ve at ailesinin son dallanmasının tipik cinsi olarak bilinir. Gelişimini Güney Amerika kıtasında devam ettiren Hippidion cinsinin ve daha sonra da Equus’a dönüşmüş Dinohippus’un atasıdır. Pliyosen çökelleri içinde, yan parmakların yok oluşunu stratigrafik anlamda izlemek mümkün olmuştur. Bugünkü ata çok benzeyen bu cins, birkaç farklı özelliğin dışında atın tartışmasız atası kabul edilir. Özellikle, kafatasının surat bölümünde derin çukurlar vardı. Oysa atın suratında böyle girintiler yoktu. Dişlerde kuvvetli eğriler mevcutken atın dişleri düz bir yapıya sahipti. Pliohippus her ne kadar atla yakından ilişkili olsa da muhtemelen gerçek atın ortaya çıkışında herhangi bir etkisi olmamıştır (şekil-7).

Astrohippus

Astrohippus (yaklaşık 10 milyon yıl önce) Pliohippus’un hemen arkasından ortaya çıkan tek parmaklı attı. Bu cinsin yüz kısmında bir takım çukurlar oluşmuştu ve muhtemelen Pliohippus’un soyundan geliyordu.

Dinohippus

12 milyon yıl önce görülen bu cins tek parmaklıydı. Bugünkü atların eşeklerin ve zebraların en yakın akrabası olan bu cinsin atası henüz kesin olarak bilinmemektedir. Diş ve kafatası özellikleri bakımından ata çok benziyordu. Dişleri Merychippus’tan fark edilir derecede daha düzdü. Yüzdeki girintiler fark edilir derecede azalmıştı. Bundan biraz daha geç bir tür olan D.mexicanus ise daha düz bir diş yapısı ve yüzde daha küçük girintilere sahipti. Bu tip girinti ve çukurlara sahip olmayan Equus ile derin çukurları olan Pliohippus arasında bu özelliği nedeniyle bir geçiş formu olarak durmaktadır. Bu cinsin türleri Pliyosen Döneminde Kuzey Amerika’nın en yaygın at sürülerini oluşturdu ve hemen hemen gerçek atın tüm özellikleri bu cins üzerinde belirgin hale geldi.

Dinohippus’un erken türleri bodur boylu, kısa bacaklı tek parmaklı ve garip kafatasına sahip olan Hippidion’nun 4 milyon yıl önce doğmasını sağlamıştı. Bu dönemde, Kuzey ve Güney Amerika’nın coğrafik olarak ilişkili olması ve bir kara köprüsünün Panama bölgesinde oluşması, bu hayvanların güneye göç etmesine neden oldu ve burada türleşerek çoğaldılar.

Pliyosen’nin sonuna doğru, Dinohippus’un yüzündeki girintiler dereceli olarak azaldı, dişlerde düzleşme ve diğer dereceli değişimlerle bu cins, ata çok daha fazla yaklaştı.

Neohipparion

Fosil kayıtlarının çokluğuna bakıldığında en başarılı Hipparion’dur. Fosilleri Kuzey Amerika ve Orta Amerika’da çökeller içinde bulundu. Bu cinse ait türler yaklaşık 16-5 milyon yıl önce yaşamıştı. Fosillerinin Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya’da aynı yaştaki çökeller içinde bulunmasına rağmen Neohipparion yeni dünya atı olarak bilinir. Hipparion’lar dünyanın birçok yerinde bulunan 3 toynaklı at gruplarından biridir. Bunlar 10 milyon yıllık fosiller arasında sıkça rastlanılan en büyük memelilerdir. Zamanının başarılı at grubu olmasına rağmen sadece bir yan kol olarak evrilmiş ve günümüze kadar yaşayamamıştır. Altı milyon yıl öncesine kadar ancak birkaç tür yaşamını sürdürmüştür. Son Hipparion türü Cormohipparion emsliei de 2 milyon yıl öncesine kadar Florida civarında yaşamıştır.

Equus

Jeolojik zaman içinde çeşitlilik gösteren at ailesinden varlığını sürdüren tek cinstir. Üç bin yıl kadar önce evcilleştirilen at; insanlık tarihi içinde göç, tarım, savaş, spor, iletişim ve seyahat alanlarında son derece önemli roller üstlenmiş ve insanların büyük yardımcısı olmuştur. Türleri 5 milyon yıl öncesinden günümüze kadar yaşamaktadır. İlk Equus’lar midilli büyüklüğünde hayvanlardı ve klasik at görünümlü vücuda sahipti. Sert omurga, uzun boyun, uzun bacaklar, dönmeyen birleşik bacak kemikleri, uzun burun, esnek burun ve derin çene yapısı ile karakteristikti Dinohippus gibi Equus’un da tek parmağı tırnağın bükülmesini önleyen yan bağlar ve düzgün otlamayı sağlayan yüksek taçlı dişleri bulunmaktadır.

Equus’un üyeleri halen yan parmakları meydana getiren genleri engellemekteydi Genellikle bunlar 3. parmağın etrafındaki 2. ve 4. parmak kemikleri olarak iz bırakmışlardı. Bilinen en erken Equus türleri 3 tanedir. Bunların hepsine birden E.simplicidens grubu da denir. Halen Dinohippus’tan kalan ilkel özelliklere sahiptir. Bunlar gözdeki zayıf girintilerdir. Vücut şekli zebraya benzer (bodur olmakla birlikte düz omuz ve kalın ense yapılıdır). Eşeğinkine benzer dar kafatası bulunmaktadır. Sert yapılı dikey uzanan kısa yeleleri, ipe benzer kuyrukları, orta boy kulakları ve son olarak da kıç kısımlarında bir takım çizgiler bulunmaktadır (Bütün bu özellikler modern at tarafından paylaşılmıştı). Çok çeşitlendiler ve 4 grup içinde 12 türe ayrıldılar. Bu aşırı çeşitlenme Merychippus’un yayılmasını hatırlatmaktadır. Kendi çizgilerinde hızla yayılan Equus türleri, diğer tek tırnaklı atlar (Astrohippus gibi) ve çeşitli Hipparion’lar ve protohippinler’le birlikte var olmuşlardır. İlk buzul devri sırasında 2,6 milyon yıl önce Equus türleri Eski Dünya’ya geçmişlerdi. Bazıları Afrika’ya göç ederek modern zebraları oluşturmuş, diğerleri de çöle adapte olarak Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya, diğer başka bir kol da, gerçek at olarak Asya, Orta Doğu ve Avrupa’ya yayılmıştır. E. caballus, diğer at türleri Güney Amerika’nın iç kısımlarında değildiler. Equus belki de insanlar tarafından evcilleştirilmiş türlerden önce yaşamış en başarılı Perissodaktil’di (şekil-8).

Resim

Görsel: Norveç Midillisi

MODERN AT AİLESİ

Üç parmaklı atlar dereceli olarak yok oldular. Belki de onları saf dışı bırakanlar ve üstün başarılı olanlar Artiodaktiller’di ya da değildi. Tek parmaklı atların soyu Kuzey Amerika’da buzul devrinin başlamasıyla birlikte tükendi. Tek parmaklı Equus mükemmel bir hayvandı. 1 milyon yıl öncesine kadar türleri; Kuzey Amerika bizon sürülerine ya da Afrika’daki iri antilop göçlerine kolaylıkla eşitlenebilecek sayılarla bütün Afrika, Avrupa, Kuzey Amerika ve Güney Amerika’ya yayılmıştı.

Geç Pleyistosen’de Kuzey ve Güney Amerika’da büyük memelilerin ölmesine yol açan afetler oldu. Kuzey ve Güney Amerika’daki bütün atlar, mamutlar ve kılıç dişli kaplanlar ile birlikte yok oldu. Bunu sebebi mevsim değişiklikleri ve avcılıktı. Onlarca milyon yıldan sonra ilk defa Amerika kıtasında Equuidae kalmadı.

55 milyon yıl önce başlayan yolculuktan arda kalanlar

Günümüzde yaşayan atların en eski tipi Asya Yaban Atı diğer bir adla Equus caballus przewalskii’dir. Çar II. Nicholas’ın emri ile Orta Asya’da keşif gezisine çıkan Albay Nikolai Przewalskii Güneybatı Moğolistan’da vahşi atların bulunduğunu söylediğinde bilim dünyası büyük bir sansasyonla çalkalandı. Onun düşüncesine göre bu atlar, Moğollar tarafından evcilleştirildikten sonra tekrar vahşi yaşama dönen bir türdü. İkinci kez keşif gezisine çıkan Przewalskii, Gobi Çölü kıyısında Tchin Schara Nuru Dağları’nın eteklerinde, yok olduğu sanılan bu atlara ait iki sürü gördü. Doğal sistem içinde yeni bulunan bu türe kendi soyadı olan Przewalskii (Equus caballus przewalskii) adını verdi (Moğolistan’da bu atlara Tachi denir). 1881 de Przewalskii, bunlar hakkında kapsamlı bir rapor hazırladı ve Çar’a sundu. Raporunda şöyle demektedir: “Son derece ürkek ve hassas duyu organları ile gelişmiş görme ve koku alabilme özellikleri bulunan bu atlar, bir damızlık atın yönetiminde 5-15 hayvandan oluşan sürüler halinde yaşamaktadır.” (şekil-9)

Bu zamanda nadir hayvan düşkünü birçok arazi sahibi vardı Bunlardan biri de Frederic von Falzfein’di ve Rusya’daki Askania Nova bölgesinde geniş otlaklarında birçok ender hayvan türü barındırıyordu. Moğalistan’daki bu keşfi duyduğunda satıcı Asanov’a bu hayvanların bazılarını yakalamak için bir keşif seferi düzenlemesi için emir verdi. Ancak büyük ve ürkek, ayrıca son derece de hızlı olan bu atları yakalamak imkânsızdı. Bu yüzden yavrularını yakalamaya çalıştılar. İki yavru yakalandı. Bunları koyun sütü ile beslemeğe çalıştılar, ancak bu başarılı olamadı ve yavruların ikisi de öldü 1889’da 7 tay daha yakalandı ve gelişmeleri için evcil dişi atlar üvey anne olarak kullanıldı.

Bu çalışmalar biraz daha başarılı olmuştu. Ancak Çar II. Nicholas’a verilen kısraklardan birkaçı bir süre sonra öldü. Daha sonraki yıllarda Przewalskii atları daha çok yakalanıp Avrupa ve Amerika’ya götürüldü. II. Dünya Savaşı’na kadar bu atların sayılarında bir değişme olmadı. Savaş sonrası ise sayıları belirgin bir biçimde azaldı.1967’ye kadar Moğolistan’da süratle azalan E. caballus przewalskii, vahşi sürü halinde son olarak Gun Tamga adındaki bir su kaynağının yakınlarında görüldü.

Przewalskii’nin yeniden vahşileştirilmesini 1997 yılında bir kurum üstlendi. Bu zamanda kurumun elinde tüm hayvanat bahçelerinden toplanmış 61 at vardı. Ancak hayvanat bahçelerindeki yaşama alışmış bu atların steplere salındığında bu ortama yeniden nasıl uyum sağlayacağı önemli bir sorundu. Kurum, Institute of Evolutionary Animal Morphology ve Moscow Academy of Sciences ile işbirliği içine girdi ve bu atlar için Rusya ve Moğolistan’da uygun step alanları aranmaya başlandı. Ancak tüm alanlar büyük çiftliklerle sınırlıydı. Atların yaşamı için en uygun step alanı Moğolistan’da Hustain Nuru bölgesinde bulundu ve burası çiftçiler ile hayvanlarına kapatılarak bu atlar için doğal park haline getirildi. Günümüzde koruma altındaki bu parkta 60 ve dünyanın 135 doğa parkında 1450 Equus przewalskii yaşamaktadır.

Equus caballus przewalskii’nin özellikleri

Bu alttür ağır yapılı bir attır. Yaklaşık 2-2,8 m uzunluğundadır. Rengi bej-kahve veya kül rengine çalan kahvedir. Arkasında zebralar gibi siyah çizgiler bulunur. Kulakları kısa ve dik yelesi vardır. Öne sarkan kâkülü yoktur. Kuyrukları evcil atlardan farklıdır. Przewalskii’nin 66 kromozomu bulunur. Evcil atlarda ise 64 kromozom vardır. Evcil atlarla çiftleştirildiklerinde doğan yavru 65 kromozomludur. Bunlar step zebraları gibi gruplar halinde yaşar. İki çeşit grupları vardır. Aileler ve bekâr erkekler. Bir aile genelde bir damızlık at ve 3-4 dişi at ve onların yavrularından oluşur. Bekârlar grubu ise yaşlı bir damızlık at başkanlığında iki erkek attan oluşur. Her grubun yaşamını sürdürdüğü bir alanı vardır. Gebelik süreleri 335 gündür. Genelde bir yavru doğurur ve bir yıl içinde yavru olgun hale gelir. Ortalama yaşamı 30 yıldır.

Çağımızda evcil atlar yaygınlaşmıştır ama, vahşi olanlar için aynı şey söylenemez. Yaban atların soyları büyük ölçüde tükenmiştir. Equus caballus gmelini (Tarpan ya da Avrupa yaban atı) 1860 da Avrupa’da ortadan kalkmıştır. Paleontologlara (fosil bilimci) göre bu türün en yaygın olduğu zaman 400.000 yıl önce birinci buzul dönemidir ve orta boylu, kısa yeleli, kışın daha da koyulaşan kurşuni rengi ile bu at günümüz atının atası sayılmaktadır. Ancak bu tartışma halen sonuçlanmamıştır. Günümüz atının atası ya Equus caballus przewalskii ya da Equus caballus gmelini’dir (şekil-10).

50.000 yıl önce III. Buzularası Çağda Avrupa ovalarında iki at türü yaşamıştır Equus abeli ve Equus caballus fosillus. Equus hemionus da Sümerler tarafından savaş arabalarına koşulmuştur. Aynı dönemlerde dünyanın başka yerlerinde günümüz evcil atı Equus caballus ve Equus asinus africanus (Afrika Yaban Eşeği) bir alt tür olarak evcilleşmiştir.

Günümüz atları, birçok ırk kapsayan ve bu ırkların büyük bir bölümü insanın gerçekleştirdiği yapay ayıklamayla değişikliğe uğrayan Equus caballus türüne aittir. Amerika’daki Mustang atları ise, Amerika’nın keşfi sırasında İspanyolların buraya getirdiği Avrupa atı Equus caballus gmelini’nin ırkıdır. Bunlar evcil olarak getirildikten sonra vahşi doğada yeniden yabanileşmiştir (ortama uyum).

Atgillerden atlara akraba olan ama at olarak saymadığımız bazı türler de vardır. Bunlar yarı eşeğe yarı da ata benzemektedir. Equus hemionus (Kulan) bu türlerden biridir. Kafası tayın kafasına gövdesi ise yaban eşeğinkine benzer. Sırt sarımsı kurşuni, karnı da beyazdır. Genelde sürüler halinde Çin, Güney Sibirya ve Moğolistan’da yayılmıştır (şekil-11).

Eşekler

Equus asinus (eşek): Doğu Afrika kökenli bu türün, gövde şekli, renk ve diğer morfolojik özellikler bakımından değişiklikler gösteren birçok ırkı bulunmaktadır.

Equus asinus africanus (Afrika Yaban Eşeği): Kurak Afrika ortamlarına uyum sağlayan bu alttür Sudan, Eritre, Somali ve Etopya’nın kavurucu güneşli düzlüklerinde yaşamaktadır. Günümüzden 5 bin yıl önce Mısır ve İran’da evcilleştirilmiştir.

Equus onager (Asya Yaban Eşeği): Bilim insanları tarafından ayrı bir tür sayılmasına rağmen, E.asinus africanus’un farklı bir coğrafya ve iklimde yaşayan ırkıdır. Kırmızımsı postunun sırtı boyunca uzanan siyah çizgi, karakteristiğidir. Güney Sibirya, Kuzey Hindistan, Moğolistan, Afganistan, İran ve Suriye düzlüklerine yayılmıştır (şekil-12).

Zebralar

Vahşi doğada yaşayan atların yakın akrabasıdır. Eski dünyanın birçok bölgesine yayılmıştır. Zebraların Afrika’daki türleri üç çeşittir ve bunlara ait birçok alttür bulunmaktadır.

Ova Zebraları

Kuzey Kenya’da Ewaso Nyiro bölgesindeki akarsu düzlükleri Ova Zebraları ile Grevyi Zebraları’nın yaşam alanıdır. Bir arada bulunan otlayıcı bu iki türün yaşam alanı birbirleriyle karışmıştır. Ancak, kendi aralarında çiftleştiklerine dair kesin bir kayıt da yoktur. Doğu ve Güney Afrika’nın tropik otlaklarının Ova Zebrası, vahşi atlar içinde en fazla yaygın olanıdır. Vücudu boyunca uzanan dik çizgiler, hayvanın kıç tarafına doğru yatay şekle dönüşür ve kısa bacaklarındaki toynaklara kadar da devam eder. Vücudun her iki tarafındaki çizgiler kısa ve dik bir şekilde karın altında buluşur.

Kendi grubunun daha güneyinde yaşayan alt türlerde bu çizgiler daha az belirgin hale gelmiştir. Ova Zebrası’nın kişneme sesi kendisine özgüdür. Ata ya da eşek anırmasına fazla benzemez. Ova zebralarının harem şeklinde bir organizasyonu vardır. Bütün zebraların postundaki çizgi düzeni hemen hemen birbirine benzerdir. Ancak, omuz bölgesindekiler büyük farklılıklar gösterir. Bu, araştırmacıların uzun dönemli çalışmalarında, farklılıkları izleme-açıklama ile otlayıcı sürüler arasındaki genç zebraların haremlerindeki bireylerin aralarındaki ilişkileri izleme olanağı verir. Bu zebralar birçok farklı alt türe ayrılmıştır. Bunlardan ikisi yok olmuştur.

Equus burchelli boehmi (Grant Zebra) ova zebralarının en yaygın alt türüdür. Vücudunda beyaz zemin üzerinde siyah çizgiler karakteristiktir. Ayrıca, dünya üzerinde ve hayvanat bahçelerinde bulunan en yaygın alt türdür. Sürüler, Sudan’dan Doğu Afrika’nın güneyindeki Zambesi Nehri civarına kadar yayılmıştır. Günümüzde bu alt türe ait 300.000 birey olduğu tahmin edilmektedir (şekil-13).

Equus burchelli antiquorum (Chapman Zebrası ya da Damara Zebrası) Angola ve Namibya’dan, Kuzey Afrika’nın güneyinden Transval’e kadar yaşayan ova zebralarının alt türüdür. Üzerindeki uzun koyu renkli çizgiler açık renkli dar çizgilerle ardalanmalıdır. Bu çizgiler hayvanın kalçalarında kahverengimsidir ve bacaklarda ise tümüyle yok olur.

Equus buerchelli burchelli (Burchell Zebrası) ova zebraların güneyde yaşayan yok olmuş diğer bir alt türüdır. Kalçaları geniş çizgili, vücut rengi kırmızımsı sarıdır. Vahşi sürüler 1910 yılında yok olmuştur ve bilinen son alt tür Berlin Hayvanat Bahçesi’nde 1918’de ölmüştür.

Equus burchelli quagga (Quagga Zebrası) Güney Afrika’da yaşamış ve yok olmuştur. 19. yüzyılın başlarında Orange Nehri’nin güneyinde büyük sürüler halinde görülmüştür. Bölgede yaşayanlar yüzünden sayıları azalmış ve 1878’de doğada yok olmuş ve son Quagga 1883’de hayvanat bahçesinde ölmüştür. Sarımsı kahverenkli bu alttür, baş, ense ve vücudun önüne kadar uzanan çizgileriyle karakteristiktir (şekil-14).

Dağ Zebraları

Ova zebralarının sürü özelliklerini taşımaz. Bu türün tanımlanan iki alttürü vardır.

Equus zebra hartmanni (Hartmann Zebrası), Namib Çölünün doğusundaki Afrika Platosu’nun kenarındaki engebeli arazide yayılmıştır. Günümüzde yaklaşık 7000 birey yaşamaktadır. Vücudu beyaz üzerine siyah çizgilerle kaplıdır. Çizgiler toynaklara doğru yok olurlar ve karın bölgesinde kavuşmazlar (şekil-15).

Equus zebra zebra (Dağ Zebrası), yok olmuş zebraların en küçük olanıdır. Düz beyaz bir vücut üzerine sık aralıklarla uzanan siyah şeritler bulunmaktadır. Hartmann Zebrası’ndan daha iridir, daha uzun kulakları vardır ve daha geniş bir gıdıya sahiptir. Dağ zebrası Güney Afrika’nın bütün dağlık alanlarında yaşamıştır. 1922’de sadece 400 tanesinin yaşadığı tahmin edilmekteydi. 1950’de küçük bir kısmı yok olmuştur. 1984’te sayıları tekrar 400’e ulaşmıştır.

Evcil Atlar

Güncel at ailesinin kökeni Asya’nın sınırlı bölgelerinde yaşayan vahşi attır. Bu attan çeşitli ırklar ortaya çıkmıştır. Bunların iki tipinden de günümüz at ırklarının çoğu meydana gelmiştir. Birinci grup Kuzey Avrupa ve Asya ormanlarında yaşayan uysal, dayanıklı ve iri bir tip olan soğukkanlı atlardır. Bunlardan, zırhlı süvarileri taşıyan, daha sonra da güçlü koşum atları türemiştir. İkinci grup ise, Kuzey Hindistan kökenli, Arabistan ve Asya’nın kurak düzlüklerinde yaşayan hafif, hızlı ve sinirli sıcakkanlı atlardır. Bunlar günümüz Arap atlarının atası olarak bilinmektedir. İlk insanlar atları evcilleştirmek için değil, onları beslenmek için avlamış ve tüketmiştir. Özellikle Fransa ve İspanya’daki birçok mağarada, onların tarih öncesinde insanlar tarafından avlandığını anlatan motifler vardır. Bunlar, vahşi atlar hakkında bize bilgi veren paha biçilmez belgelerdir. İlk atın nerede ve ne zaman yakalanıp evcilleştirildiği hakkında kesin bir bilgi yoktur. Hindu efsanelerinde, atların kurban edilmesinden ve askeri amaçlar için kullanılmasından söz edilmesine dayanılarak ilk atın Hindistan’da evcilleştirildiği sanılmaktadır. Nerede evcilleştirilmiş olursa olsun atlar yakın zamana kadar savaşlarda ve birçok işte insanlara yardımcı olmuştur. Günümüzde atların çoğu koşum atları değil binek atlarıdır. Farklı atçılık okulları nedeniyle çok çeşitli at ırkları elde edilmiştir. Bu konuda bazıları saf kan İngiliz atlarını tercih ederken bazıları da sağlam Arap atlarını tercih eder.

Arap Atı: Safkan niteliğini korumayı başarmış en eski ırktır. Günümüz hafif at soylarının çoğu bu ırktan gelmektedir. Soy nasıl başlamış olursa olsun MS 600 yıllarında kendi içinde çiftleştirilen bu ırk safkanlığını korumuş ve bu çiftleştirme sonucu baskın bir hayvan soyu ortaya çıkmıştır. Birçok at soyu da bir Arap aygırının bir adi kısrak sürüsüyle çiftleştirilmesi sonucu geliştirildi. Arap atları dünyanın en güzel atlarından biridir. Küçük başlı, iri gözlü, küçük kulaklı, uzun burunlu, açlığa ve yorgunluğa dayanıklıdır. Omurgalarında bir omurun eksik olması ona büyük ağırlıkları taşıyabilecek kısa ve güçlü bir sırt kazandırmıştır (şekil-16).

Safkan İngiliz Atı: Dünyada kayıtlara geçirilmiş yazılı soygeçmişi olan en eski ırktır. Arap atı ırkının İngiliz atlarının üretilmesinde doğrudan katkısı olmuştur. 1690 ve 1730 yıllarında Doğu’dan İngiltere’ye üç aygır getirilmiştir. Arap soyundan olan bu üç at daha hızlı yarış atları elde etmek için soğukkanlı kısraklarla çiftleştirildi ve doğan yavruların kayıtları tutularak ırkın ıslahı sağlandı. Ülkede safkan at olmadığı için bu yeni ırka safkan İngiliz Atı denildi. Bu atlar sadece yarış kazanmak için eğitildiler. Bu atların koşma yeteneği muhteşemdir. Yassı kaslı gövdesine bağlanmış bacakları uzun ve incedir. Arap atının akıllı ve heyecanlı bakışlı iri parlak gözlerini taşıyan bu atlar ince derili ve ince tüylüdür. At terbiyesi alanında bu atlar son derece başarılıdır. Bu nedenle dünyada bu konuda İngiliz atları zariflikleriyle ve akıcı hareketleriyle önde gelirler. Bu at taşıdığı Arap atının kanını diğer nesillere aktararak birçok yeni ırkın doğmasına neden olmuştur (şekil-17).

Yarımkan İngiliz Atı: Safkan İngiliz ırkından türemiş önemli soylardan biridir. ABD’de yaratılan bu soy kısa ve tıknaz olup safkanlara göre kasları daha az gelişmiştir. İnanılmaz derecede çabuk olan bu atlar genelde konkurhipiklerde ve rodeolarda kullanılır.

Saddlebred Atı: ABD’de yetiştirilmiş bir başka soydur. Daha çok gösteri alanlarında ya da koşum atı olarak da kullanılır.

Lipizza Atları: Avusturya’da yetiştirilen bu atlar İtalyan kökenlidir. Üstün özellikleri olan bu at, genelde zarif hareketleri ve figürleriyle dikkati çeken bir gösteri atıdır.

Mezohegyez ırkı: Macar atlarının en ünlüsüdür..

Endülüs Atı: İspanya’da yaygındır. Ancak özelliklerini kaybetmiştir. Berberi atlarından gelme bir soydur.

İrlanda Atı: Ağır işler için yetiştirilen bu atlar, iri yapılı ve güçlü hayvanlardır. Safkan İngiliz atlarının çaprazlamasıyla elde edilen bir İrlanda atı olan İrlanda Hunteri özellikle engel geçmede başarılıdır (şekil-18).

Kazak Atları: Urallar civarında yaşayan bu sağlam yapılı, kaslı ve dayanıklı atlar özellikle savaşlarda Rus süvarileri tarafından kullanılmıştır.

Türkmen Atı: Eğer vurulabilecek en iyi at ırkıdır. Eski dünyada gelişmiştir. Çok kısa yelesi olan bu atlar Hazar Denizi ile Aral Gölü arasında yaşayan göçmenler tarafında kullanılmaktadır.

Berberi Atları: Arap atı ile yerli soyların çiftleşmesi sonucunda üretilmiştir. Zarif görünümlü olmamakla birlikte Arap atından çeviklik ve dayanıklılık özelliklerini almıştır.

Koşum Atları

Günümüz koşum atları binek atlarının sürekli evrim geçirmesi sonucunda oluşmuştur. Ortaçağ’da ağır zırhlı silahlarla donanmış süvarilerin sağlam ve dayanıklı atlara ihtiyaçları vardı. Daha sonra şövalyelik dönemi bitince bu hayvanlar tarlalarda ve çiftliklerde öküzlerin yerine çalıştırıldı. Birçok ülkede bu işleri rahvan atları görmektedir.

Clydesdale Atı: Güçlü İngiliz koşum atı. Adını İskoçya’daki Clyde nehrinden almıştır. Bacaklarının alt kesimindeki uzun kıllar bu atın karakteristiğidir.

Shire Atı: İngiliz atlarının en irisidir.

Percheron Atı: Anayurdu Fransa’daki Perche bölgesidir. Kökeni Arap atıdır. Önceleri binek atı olarak kullanılan bu at, geceleri çok iyi gördüğünden çiftçiler tarafından tercih edilir. Kır rengi ile karakteristik olan bu atın ağırlığı bir tonu geçebilir (şekil-19).

Flaman Atı: Bedeni ve gövdesi son derece güçlü olan bu hayvan, Roma İmparatorluğu’nda Sezar döneminden beri yetiştirilmektedir.

Danimarka Atı: Ağır yükleri kolaylıkla çekebilen bu at, koşum atları arasında en arananıdır.

Midilliler

Bu at ailesinin fertleri çoğunlukla çocukları eğlendirmek ve gösterilerde kullanılmak amacıyla oluşturulan ırktır.

Shetland Midillisi: Anayurdu İskoçya’nın Shetland Adaları’dır. Kötü iklim koşullarına son derece uyumlu olan bu atlar İngiltere’de kömür madenlerinde başarıyla çalışmıştır.

İskoç Midillisi: Daha iri boylu bu midilli, çocukların binek atı olarak kullanılır.

Dartmoor ve Exmoor Midillisi: Diğerlerine göre daha iri ve daha uysal olan bu ırkın vücudu, genelde Kuzey Avrupa dağ atlarının beden yapısına benzer. I. buzul döneminden önce bütün İngiliz adalarına yayılan bu midilliler, buzulların yayılması sonucunda buzulların ulaşamadığı bölgelerde yaşadı..

Mehmet Sakınç

Bilim ve Gelecek, Sayı 45

Kaynak linki:

http://www.bilimvegelecek.com.tr/?goster=312

İkincil Kaynak:

http://www.yaziyaz.net/Evrim/konular/55-organik-evrim/225-55-milyon-yildan-gunumuze-atin-oykusu.html

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s