Avcı Toplayıcı Yaşam Tarzı ve Âlet Teknolojisi


Avcı Toplayıcı Yaşam Tarzı, Âlet Teknolojisi ve Konuşma Dili

I. GİRİŞ

İnsana giden evrim çizgisinde, öteki biyolojik türlerdeki güçlü pençeler, sivri dişler, hızlı bacakların yerini, karmaşık bilişsel süreçler, gelişmeye açık iletişim becerileri, yoğun sosyal ilişkiler almıştır. Bu bir kültürel uyarlanma serüvenidir

Davranışlarımızın doğası ve kökeni, insan bilimlerinde öteden beri tartışılagelmiştir. Antropolojide yaygın destek sağlamış görünen bir yaklaşım, sorunun çözümünü avcı (ve toplayıcı) atatürlerimizin anlaşılmasına bağlamaktadır.(1) Buna göre,

İnsanın öteki iri primatlardan farklı özellikleri için genelde beş ana ölçüt üzerinde durulur: 1. Dik duruş ve yürüyüş; 2. Kesici/parçalayıcı dişlerde küçülme, ve dolayısıyla öğütücü dişlerin önplâna çıkması; 3. Beyindeki yeni-korteks gelişimi; 4. Kültürel yaşam, çevreye kültürel uyarlanma boyutu; 5. Cinsel yaşam örüntüleri; sürekli eşleşme yönünde işleyen seçilim baskıları…

Evrim süreçleri, herbir canlı türünün temel biyolojisi, psikolojisi ve davranışları arasında bütünleştirici ağlar örer. Bu bütünleşmenin dinamiği, değişmekte olan çevre özellikleri ile sözkonusu türün yaşam tarzı arasındaki etkileşmedir. Her biyolojik tür, çevreden etkilendiği ölçüde olmasa da, çevrenin oluşumuna şu ya da bu ölçüde bir katkıda bulunur. İnsanı, kökdeşleri olan öteki primat türlerinden — ve bilinen biyolojik yaşam örneklerinin tümünden — farklı kılan genel özelliği, uyarlandığı biyo-kültürel yaşam çentiğidir.(2) Bu uyarlanma çizgisinde, geçmişin insansılarının ve günümüz insanının çevreyi oluşturmadaki etkin gücü, öteki hiçbir biyolojik türle karşılaştırılamayacak düzeye ulaşmıştır.

İnsanın evrim serüvenindeki ayrıcalıklı özelliklerini kazanışını tartışırken, öncelik-sonralık, neden-sonuç gibi ardışıklık ilişkileri araştırılması hatalı bir bakış açısı olur. Ekolojik başarı, o türün çevresiyle etkileşim çerçevesindeki toplam yaşam tarzını anlatır. Avcı-toplayıcı yaşam tarzının, insan ekolojisinin hem itici gücü, hem sonucu, hem de simgesi olduğu kolaylıkla gösterilebilir. Homo sapiens’e ulaşan başarı grafiği — primat atatürlerinden geçmişin insansılarına ve geçmişin insansılarından günümüz insanına — bu genel yaşam stratejisiyle bağlaşık ve evrimde biriciklik taşıyan kendine özgü karmaşık davranış örüntülerine dayanıyor.

“Kültürel” uyarlanma yönündeki ekolojik “sıçrama”,(3) doğal kaynaklardan önceki biyolojik olanakların elvermediği ölçeklerde yararlanılması yolunu açmıştır. İri hayvanların plânlı ve sürekli avlanmasına dayalı yoğun protein beslenmesi bu yönde sağlanan başarının göstergesi sayılmak gerekir. Daha sonraları tarım ve sanayi devrimlerini gerçekleştirerek kendi ürünlerini kendisi yetiştirme yoluna da girecek olan biyo-psikolojik yapı, demografik gelişimini milyonlarca yıl süren avcı-toplayıcılık dönemi boyunca koruyabilmiştir.

Atatürlerimiz olan primat nüfuslarına(4) sonunda insana ulaşan çizgideki ekolojik başarıyı, öteki biyolojik türlerdeki güçlü pençeler, sivri dişler, hızlı bacaklar yerine, karmaşık bilişsel süreçler, gelişime açık iletişim becerileri, yoğun sosyal ilişkiler geliştirilmesine dayalı bir evrim çizgisi kazandırmıştır. Bu bir kültürel uyarlanma serüvenidir.

Böyle bir uyarlanma yönündeki seçilim baskılarının, başlangıçtaki primat genetiğiyle olan dinamik etkileşmesi sürecinde insanın bugünkü biyolojisi ortaya çıkmıştır. İnsan cinsinin (Homo) daha önce andığımız bellibaşlı ayrıcalıklı özelliklerinin bu ilişkiler zincirindeki konumu için birkaç örnek verebiliriz. Dik duruş, âlet kullanımı/yapımına giden çizgide ellerin serbest kalmasını sağlamıştır. Aynı süreci öteki yüzüyle tanımlayacak olursak, iri hayvan avcılığına yönelen sosyal/kültürel yapının geliştirimiyle bağlaşık âlet kullanma/yapma eğilimi, dik duruş yönünde bir seçilim baskısı oluşturmuştur, diyebiliriz. Öte yandan insansıların diş yapısında gözlemlediğimiz beslenmede genelcilik eğilimi, dar kapsamlı bir ekolojik çentikte özelleşerek fırsatçılıktan yana kısıtlanmak yerine, denenmemiş yönlerde atılıma açık bir yaşam stratejisine tanıklık etmektedir. Ek olarak, beyin işlevlerinin gelişimi ve çeşitlilik kazanması, sosyal etkileşmenin yoğunlaşması, yetişkinlik öncesi bakım ve eğitim döneminin uzaması ve bununla bağlaşık cinsel/töresel davranışlar ve işbölümü(5) gibi öteki özellikler de, insanların kültürel uyarlanma çizgisinde önde gelen süreçlerdendir. Böylece, insansıların geliştirdiği avcı-toplayıcı yaşam tarzı, bir yandan sosyal dayanışma ve öte yandan âlet teknolojisiyle bağlaşık bir biyo -kültürel uyarlanma niteliğini taşımaktadır.


İlkel Taş Aletler

II – ÖN-TARTIŞMA

“Yakın dönemlerde insan — biyolojik evrim açısından çok kısa sayılması gereken bir zaman aralığı içinde — tarım devrimini, endüstri devrimini, otomasyon devrimini, kitle haberleşmesi ve bilgi patlaması (enformasyon) devrimlerini yaşamıştır. Bugünkü sorunlarımızın pekçoğu, büyük olasılıkla, bir başka yaşam tarzına uyarlanmış biyo-psikolojik yapımızın, artık bu yapının geçerliğini yitirmekte olduğu günümüz kültür dünyasında doğurduğu gerilimlerden kaynaklanıyor”

Bu uyarlanma açısından alet teknolojisinin önemini ilk kez Darwin (1971) tartışmıştır. Darwin, primat atatürlerinden öninsansılara ve daha sonra da insansılara dönüşüm çizgisinde kesici-parçalayıcı dişlerin küçülmesi eğilimini, bunların işlevlerinin alet kullanımı ile yitirildiği şeklinde yorumlamıştır. Bu görüş, o günden bu güne, çoğu yazar tarafından izlenegelmiştir.(6)

Oysa, başta insana en yakın biyolojik kökdeşleri primatlar takımından olmak üzere, çeşitli memeli, kuş ve öteki sınıflardan türlerde varlığı gösterilen “alet kullanımı” davranışlarıyla, bu ölçüt antropoloji teorisindeki geçerliğini yitirmiş görünmektedir.(7) 1960’lardan bu yana özellikle şempanzelerde — gerek laboratuar koşullarında ve gerekse doğal çevrede — gözlemlenen kimi davranışların, daha sonraları başvurulan “alet yapımı” ölçütüne de gölge düşürmüş olduğunu söyleyebiliriz. Alet teknolojisinden yana en güvenilir ölçüt, belki de bu davranışın türün ekolojik uyarlanması açısından yaşamsal önem taşıyıp taşımadığının araştırılmasıdır. Şempanzelerde gözlemlenen alet yapımı davranışları bir yaşam stratejisi olarak birincil işlev taşımamakta, beslenmeye yada savunmaya olan katkısı toplam davranışlar içinde belirli bir yüzdenin üzerine çıkmamaktadır. Alet teknolojisinin insanın kültürel uyarlanması açısından ayrıcalığı, istikrarlı, yoğun ve gelişime açık bir davranış boyutu oluşturmasındadır. İnsanda alet teknolojisi, türünü sürdürmede temel katkılardan birisi olmak durumundadır.

Ekolojik evrimde yepyeni bir yaşam çentiği olan kültürel uyarlanma yönündeki seçilim baskıları başlangıçta birden fazla insansı grubunun evrilmesine (evrimleşmesine) yol açmıştı. Günümüzden yaklaşık 1.5 milyon yıl öncesine kadar yeryüzünde bu ekolojik çentiği paylaşan en az iki insansı grubu — Homo ve Orta Pleystosen başlarında Doğu Afrika’daki Ostralopitekus robustus — yaşıyordu. Sonraları sosyal/kültürel çentikte daha üstün uyarlanma başarısını sağlayan Homo erektüs nüfusları, kuzenleri arasından sıyrılarak, Homo sapiens’e ulaşacak çizgide tek başlarına kalmışlardır. İnsanın evrimi öyküsünün son perdesinde (günümüzden yaklaşık 150.000 – 30.000 yıl öncesi dönemde) Homo’nun Avrupa anakarası ve dolaylarında özelleşmiş bir kolu olan Neandertaller’in de büyük bir olasılıkla güney ve güneydoğudan gelen Kro-Manyon’lar karşısında yenik düşerek sahneden kısa sürede silinmelerinde, buna koşut bir sürecin rolü bulunduğu düşünülebilir. İnsansıların burada sözünü ettiğimiz son bir milyon yıllık serüveni, kültürel yaşam çentiğinin — aşağıda irdeleyeceğimiz otokataliz etkisi nedeniyle — katlanarak yoğunluk kazanması ve öteki tür yada alt-türlere bütünüyle kapatılmasının öyküsüdür.

Kültürel dünyanın oluşturulmasında ve basitten karmaşığa evriminde otokataliz ilkesinin geçerli olduğu gösterilebilir (Wilson, 1979: 222). Otokataliz, bir tepkimede ortaya çıkan ürünlerin aynı zamanda bu tepkimenin katalizörü durumunda olmalarıdır. Böylece ürün, tepkimenin giderek hız kazanmasına, kendi üretiminin geometrik katlanmalarla büyümesine yol açar. Kültür boyutuna uyarlanan nüfuslar için gitgide daha karmaşık kültürler yönündeki seçilim baskıları önemini hiçbir zaman yitirmemiştir. Dahası, kültürel uyarlanma giderek biyolojik uyarlanmanın önüne geçmiştir. Kültürel uyarlanmanın koşutu olan biyolojik ve davranışsal yapı, milyonlarca yıl süren avcı-toplayıcı dönem boyunca oluşmuştu. Oysa yakın dönemlerde insan — biyolojik evrim açısından çok kısa sayılması gereken bir zaman aralığı içinde — tarım devrimini, endüstri devrimini, otomasyon devrimini, kitle haberleşmesi ve bilgi patlaması (enformasyon) devrimlerini yaşamıştır. Bugünkü sorunlarımızın pekçoğu, büyük olasılıkla, bir başka yaşam tarzına uyarlanmış biyo-psikolojik yapımızın, artık bu yapının geçerliğini yitirmekte olduğu günümüz kültür dünyasında doğurduğu gerilimlerden kaynaklanıyor.


III – AVCI-TOPLAYICI YAŞAM TARZI

” Anne ve çocuklarından oluşan biyolojik birim, babanın da sürekli katılmasıyla kültürel bir birime dönüşmüştür.

İnsanın güçlü cinsellik dürtüsü — üremeden çok — kadın – erkek ilişkileri, eşleşmelerin sürekliliği ve duyumculuğuna yöneliktir. Kısacası, sosyalleşme yönünde bir seçilim baskısıdır.”

İnsanın avlanma tarzının ayrıcalığı sosyal, psikolojik ve teknolojik boyutlarıyla bütünleşmiş, biyolojik evrimde benzeri olmayan — biricikliği olan — bir davranışlar karmaşığı olmasındadır. İnsanın öteki biyolojik türlerin arasından sıyrılarak, yeryüzü ekolojisine egemen tür(8) konumunu kazanması, bu yaşam tarzıyla bağlaşık sosyal/kültürel evrimi boyutunda gerçekleşmiştir.

İnsanın en eski atatürleri(9) daha çok otoburluğa dayalı bir beslenme düzenini sürdürmek durumundaydılar. Etoburların kesici, parçalayıcı dişlerinden yoksundular. İnsanın evriminde etoburluk yönündeki avcılık etkinliği, biyolojik değil, kültürel bir uyarlanmayı anlatmaktadır. Kültür çizgisinde, çevreden daha yoğun yararlanma olanakları yanında, kaynakların mevsimlere göre değişiklik gösterdiği ılıman ve soğuk kuşaklara doğru genel bir yayılmanın da sağlanmış olduğu düşünülebilir (Weitz, 1979: 238).

İri hayvan avcılığına yönelinmesi, türün üyeleri arasında işbölümü ve işbirliği açısından önemli sonuçları olan bir doğal seçilim baskısı oluşturmuştur. Bilgi birikimi, plânlama, bilişsel ve iletişsel yeteneklerle bağlaşık dil becerileri ile, sosyal dayanışmanın sağlanması ve geliştirilmesiyle bağlaşık psikolojik özellikler, bu tür bir yaşam tarzının güçlendirilmesine koşut bir çizgide kazanılmıştır. Kesindir ki, en büyük sorunlardan birisi, biyolojik baskılar ve toplumsal yaşam gerekirlikleri arasındaki çelişki ve gerilimin rahatlatılması gereği olmuştur. Genetik yapıdasencillik (diğerkâmlık, özgeçicilik, altruism) yönündeki gelişme eğilimi, kültürel boyutta ensest (fücur) yasağı ve erkek-kadın arasında sürekli eşleşme eğilimlerine koşut bir çizgi izlemiştir. Ensest yasağı ile aile içinde; sürekli eşleşme uygulaması ile de grup içinde çatışma ve rekabet duygularının azaltılması sağlanmıştır.

Avcı – toplayıcı insansı grubundaki işbölümü, işbirliği ve sosyal dayanışma, öteki primat türlerinde rastladığımız sosyal yaşam tarzlarından çok farklı boyutlar içermektedir. Örnekse, yine düzlük yaşamına uyarlanmış primat türlerinden şebeklerde (Papio anubis; DeVore ve Hall, 1965) gözlemlenen ileri derecedeki sosyal hiyerarşi ve örgütlenme, avlanmadan çok savunmaya dönük bir strateji olması ve grup üyelerinin birlikte hareket halinde olmalarını öngörmesi bakımından insandaki örgütlenmeden çok farklı bir çizgide oluşmuştur. Kimi zaman başvurulan, kurtlar, çakallar yada aslanlar gibi yırtıcı hayvanların toplu avlanma davranışlarıyla karşılaştırma ölçütünün de geçersiz olduğu kolaylıkla gösterilebilir. Örnekse, kurtlarda dişiler de ava katılır ve yavrularını inlerine döndüklerinde yediklerini kusmak yoluyla beslerler. Erkek kurtlar için avın geri getirilip öteki grup üyeleriyle paylaşılması sözkonusu değildir (Schaller ve Lowther, 1969; Thompson, 1975; Wilson, 1975 : 54, 86, 137-8, 227). İnsanda dişiler ava katılmaz; yakın çevrede sürdürdükleri toplama etkinlikleriyle üretime katılır ve yavruların bakımını üstlenirler. Bu memeli türleriyle insanın toplu avlanma tercihi arasındaki koşutluk, tekbaşlarına başa çıkamayacakları iri hayvanların avlanarak tüm grup üyeleri için zengin protein beslenmesi sağlanmasındadır.

Demek ki insandaki toplu avlanma davranışının evrimde biriciklik taşıyan bellibaşlı özellikleri, yetişkin erkekler arasında ileri derecede işbirliği, âlet kullanımı, ve avın önceden kararlaştırılmış belirli bir yere taşınarak dişiler, yavrular, yaşlılar ve hastalarla paylaşılmasıdır. İnsanın avcılık tarzı, plânlı davranışlar için yeterli bilişsel yetenekler ve iletişim becerilerine, yoğun sosyal işbölümü ve işbirliğine, grup-içi dayanışmanın sağlanması ve rekabetin azaltılmasına yönelik bir biyo-kültürel yapının oluşturulmasına, geniş alanların coğrafya bilgisine, mevsim bilgisine, çevrede yaşayan türlerin özelliklerinin tanınmasına, cinsler arası sürekli eşleşme eğilimi ve rol başkalaşmasına, kültürel becerilerin kazanıldığı uzun süreli bir yetişkinlik öncesi dönemin varlığına, ve nihayet alet teknolojisine dönük nöro-anatomik özelliklerin geliştirilmiş olmasına dayanır.

Paleontolojik bulgular, bu yaşam tarzının ana çizgileriyle — bilişsel ve iletişsel olanaklar açısından konuşma dilinin belirli özellikleri de içinde olmak üzere (îzbul, 1981) — Homo erektüs öncesi dönemlerde şekillenmiş olduğu yorumunu desteklemektedir. Nitekim, Ostralopitek’lerin çene, yüz ve diş yapısı ile ayrıca Ostralopiteknüfuslarıyla ilgili oldukları gösterilen taş aletler, bu cinsin (genus) kaba ve çok yavaş gelişen bir düzeyde de olsa âlet yapımı becerisini kazanmış olduğunu ve toplu örgütlenmeyle iri hayvan avcılığına dayalı bir yaşam tarzını sürdürdüğünü göstermektedir.

İnsanın avcılık etkinliğindeki önemli gelişme yönlerinden birisi, etkinlik alanı boyutlarındaki genişlemedir. Öteki primat türlerinde hareket alanının insana kıyasla çok kısıtlı olduğu bilinmektedir. Şempanzeler için bütün ömürlerini geçirdikleri alan ortalama 20 km2 dolayındadır (Goodall, 1979). Bu alan, goriller (Gorilla gorilla beringei; Schaller, 1965) ve savan yöresi şebekleri (Papio anubis; DeVore ve Hall, 1965) için ise ortalama 40 km2 dolayındadır. Oysa Lee (1965), toplam 248 nüfuslu bir Buşman topluluğunun 1500 km2 ve 11 su kaynağını içeren bir alanda avcılık-toplayıcılık etkinliklerini sürdürdüğünü gözlemlenmiştir.

Bu etkinliklerin geniş alanlarda sürdürülmesinin önemli sonuçları vardır. Otobur bir tür için orman yaşamının kolaylıklarından vazgeçerek(10) geçimini türlü tehlikelerle dolu düzlüklerde genelci bir strateji ile sağlamağa yönelinmesi, primat atatürlerinden öninsansılara dönüşümün itici gücünü oluşturmuştur. Öteki primat türlerinde kullanım alanının küçük oluşu, çevreden sağlanabilecek besin cins ve miktarlarının kısıtlı olması anlamına geldiği kadar, düşman türlerle yada rekabet doğurabilecek biçimde kendi türdeşleriyle yüzyüze gelinmesi olasılığını da azaltmaktadır. İnsansıların geniş alanlara yayılma eğilimi, saldırgan türlerle olduğu kadar, kendi türdeşlerinden yabancı gruplarla da karşılaşılması olasılığını arttırmakta, bu karşılaşmalarda izlenecek davranış gereklerinin geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.(11)

Nitekim Neel (1970: 816), küçük, grup-içi evliliği önplâna alan, aralarında yüksek derecede rekabet olan, fakat öte yandan aralarında kimi zaman evlilik bağları da kurulabilen farklı gruplardan oluşmuş bir nüfus dinamiğinin, kültür evriminin ivmesi açısından üstünlük sağladığını göstermiştir. Konuyu bir başka açıdan ele alan Hill (1972: 313), dilin kazanılmasında belirli bir üst yaş sınırı bulunması, daha ileri yaşlarda öğrenilen dillerde “yabancı aksan” olgusunun önplâna çıkması, ve en önemlisi dil kazanımının çizdiği bu tablonun ergenlik yaşıyla koşut olmasını vurgulayarak, dilin ontogenik(12) evrim özelliklerinin sosyo-kültürel yapı açısından öneminin gözden kaçırılmaması gerektiğine işaret etmiştir.

İnsanların geniş alanları kullanıma açma eğilimi, yiyeceklerin geçici buluşma mahallerine yada sürekli kamp yerlerine taşınması için teknolojik çözümler gerektirmiştir. Teknoloji geliştirimi yönünde yeni bir seçilim baskısı oluşturan bu durum, öte yandan mevsimlik değişmelerden ileri gelen beslenme güçlüklerinin giderilmesinde de üstünlük sağlamıştır. Bu ikincisi ise, mevsim bilgisi ve geniş bir alana yayılmış bitki ve hayvan türlerinin tanınmasına prim veren bir başka seçilim baskısıyla bağlaşıktır. Beslenme olanaklarına süreklilik kazandırılmasının, gebelik ve doğumların yıl-boyu sürdürülmesine dönük cinsel etkinlik(13) ve nüfusun demografik özellikleriyle, eşleşme örüntüleri açısından önemli sonuçları olacağı açıktır.

Tüm bu biyo-kültürel özelliklerin kazanımında, başlangıçtaki primat atatürlerinden ayrımlaşarak avcı-toplayıcı bir nüfus dinamiği oluşturulmasında rol oynayan seçilim baskılarının — kuramsal plândaki beklentilerimizi doğrulayarak — tam bir etkileşme ve bütünleşme içinde gerçekleşmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu çerçevede, gelişmekte olan biyo-kültürel yapının, 1. bir yandan, yetişkinlik öncesi dönemin uzaması ve bireyin sosyal etkileşme yoluyla yoğun eğitimi (kültürlenme süreci); 2. öte yandan, konuşma dilinin ayrıcalıklı özelliklerini(14) taşıyan bir bilişsel/iletişsel dizgenin geliştirilmesine dayalı olduğu gösterilebilir.

Geniş alanlarda iri hayvan avcılığı ile karakterize olan bu yaşam tarzı, insansıların karşılaştıkları güçlüklere direnmek, onları aşmak yönünde gelişen temel psikolojik uyarlanmalarının simgesidir. Bu yöndeki evrim çizgisi, giderek geçmişin insansıları ve dolayısıyla günümüz insanının temel biyo-psikolojik doğasını oluşturmuştur. Acaba bu yöndeki seçilim baskılan nasıl bir yetişkin erkek tipini üstün nitelikli kılmıştır? Robin Fox (1972), aşağıdaki nitelikleri öneriyor:

“Sinirlerine hâkim, kurnaz, işbirliğine hazır, hanımlar için çekici, çocuklarına karşı sevecen, rahat, tatlı-sert, iyi bir konuşmacı, becerikli, bilgili, kendini savunmada ve avlanmada başarılı…”

Kısacası, bu niteliklere sahip bireyler genlerini bir sonraki kuşağa daha büyük oranda aktaracak, nüfuslar giderek bu özelliklerin yoğunlaşması yönünde gelişeceklerdir. Tevazu — yada alaycılığı — bir yana bırakarak, yukardaki hoş listenin aslında günümüz için de geçerli gerçek erkek tipini yansıtmakta olduğunu söyleyebiliriz!…

İnsan türünün demografik stratejisi, az sayıda çocuğa yoğun bakım sağlanması, kültürel becerilerin kazandırılmasına dayalıdır. Bu eğilim, primat takımı üyelerinin genel özelliklerindendir. Ancak insanda öteki türlerde benzeri görülmemiş ölçüde vurgulanmıştır. Anne ve çocuklarından oluşan biyolojik birim, babanın da sürekli katılmasıyla kültürel bir birime dönüşmüştür. Bu yolla, yetişkinlik öncesi dönemde çocukların yeterli düzeyde bakımı, beslenmeleri, korunmaları ve eğitilmeleri için çözüm getirilmiş, kültürel birikimin yeni kuşaklara aktarılması gerçekleştirilmiştir. İnsanın güçlü cinsellik dürtüsü — üremeden çok — kadın – erkek ilişkileri, eşleşmelerin sürekliliği ve duyumculuğuna yöneliktir.(15) Kısacası, sosyalleşme yönünde bir seçilim baskısıdır. Kaynakların yetersiz kalmağa başladığı ve gebelik önleyici yöntemlerin geçerlik kazandığı günümüz dünyasında doğum – ölüm oranının dengelenerek sabit bir nüfus oluşturulması yönünde kısa zamanda sağlanan başarı(16) insanın bu biyo-kültürel özelliğine tanıklık etmektedir.


IV – ALET TEKNOLOJİSİ 

“Biyolojik türlerin kültür geliştirme yetenekleri, genetik yapıdan kaynaklanan ve aynı zamanda genetik yapıyı kendi yönünde etkileyen toplu bir uyarlanma sonucudur. İnsansıların yaşam tarzında kültürel beceriler, ekolojik başarı açısından güçlü bir seçilim baskısı oluşturmuş; yaşam tarzı ve genetik yapı arasındaki sürekli etkileşme insanın öteki primat türlerine göre arayı bu yönde açmasıyla sonuçlanmıştır..”

1950’lerde ve 1960’larda bulunarak, geliştirilmiş radyometri teknikleriyle tarihlendirilen taş aletler, insansıların alet yapımı/kullanımına ilişkin paleontolojik zaman çizelgelerimizin önemli ölçüde yeniden gözden geçirilmesini gerektirmiştir.(17) Buna göre, Homo erektüs öncesi insansılarının, avcılık-toplayıcılık ile birlikte, alet teknolojisine dayalı yaşam tarzını, Homo döneminin en az dört katı süreyle — başarıyla — sürdürdükleri düşünülmektedir. Taş aletler milyonlarca yıl pek az değişime uğrayarak kullanıldı. Günümüz insanına ulaşan çizgideki nöro-anatomi ve davranışlar karmaşığı da bu uzun zaman aralığı içinde oluştu. Bu oluşumu en yalın çizgilerle tanımlamak istersek, bunun kültürel bir dünyanın geliştirilmesi olduğunu söyleyebiliriz.

Eldeki paleontolojik verilerin sınırlı olduğu önceki kuşak teorilerinde, insanın evriminde asıl itici gücün beyindeki evrim olduğu inancı oldukça yaygındı. Buna göre, alet teknolojisi büyük sığalı beyinlerin ardından kazanılmış bir beceri olmalıydı. Alet teknolojisi ile birlikte, hızla ve doğrudan günümüz kültürlerine girilmiş olduğu düşünülüyordu. Yeni bulgular, bu görüşlerin geçersizliğini gösteriyor.

Olduvai’de (Tanzanya), Lake Turkana’da (Kenya), Hadar’da (Cibuti) ve öteki kimi Afrika kazı mahallerinde bulunan kaba taş aletlerin günümüzden üç milyon yıl öncesi dönemlerle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Dolayısıyla alet teknolojisi tarihinin, el-baltası yapımı ve beyindeki hacim genişlemesiyle tanımlanan Homo erektüs’ten (Aşölyenve daha sonraki dönemler) birkaç milyon yıl daha geriye götürülebileceği anlaşılmaktadır. O dönem insansıları, genel çerçevede Ostralopitek adı verilen nüfuslardan oluşmakta ve tanım ölçütlerinden birisi olarak küçük hacimli beyinler üzerinde durulmaktadır.(18)

En eski taş alet kültürü, Oldovan (Oldowan) geleneği olarak biliniyor. Bu tür âletler ilk kez Olduvai Gorge’da bulunmuştu. Ancak bugüne kadar kayıtlara geçmiş en eski Oldovan taş aletleri Olduvai Gorge’da değil, Doğu Afrika Rift Valley sisteminde bulunmuşlardır. Kenya’nın kuzeydoğu uçunda Lake Turkana üzerindeki Koobi Fora yarımadasında çıkarılan taş âletler günümüzden 2.6 milyon yıl, Cibuti’nin Hadar yöresinde elde edilenler ise 2.5 – 2.7 milyon yıl geriye gitmektedirler.(19)

Öte yandan taş aletlerden önce, ya da en azından onlarla birlikte, kemik ve ağaçtan yapılmış aletlerin kullanılmış olacağı düşünülebilir.(20) Ancak ağaç genellikle kalıcı değildir; kemik âletlerin ise tanınma güçlüğü vardır (Weitz, 1979: 236). Ayrıca taş, ağaç ya da kemiklerin işlenerek alet yapımının gerçekleştirilmesinden çok önceleri, çevredeki bu tür doğal malzemeden bulunduğu biçimiyle yararlanıldığı uzun bir âlet kullanımı döneminin varlığı da akla yatkındır. Yakın zamanlarda, başta şempanzeler olmak üzere, insan-dışı primat türlerinde gerek laboratuar koşullarında gerekse doğal çevrelerinde gözlemlenen âlet kullanımı ve alet yapımı örnekleri, aynı becerilerin belki de ön-insansılardan başlayarak geçerlik kazanmış olabileceğini düşündürmektedir.(21) Tüm bu bulgular ve varsayımlar, insansıların alet teknolojisi tarihinin çok eskilere dayandığı görüşünü desteklemektedir.

Hadar yöresinde 1976 ve 1977’de Fransız arkeolog Hélene Roche ve Yeni Zelanda’lı arkeolog Jack Harris tarafından bulgulanan taş âletler konusunda uzmanların görüşlerini alan Lewin (1981: 806-7), bu aletlerin günümüzden ortalama 2.5-2.7 milyon yıl gerilere tarihlenebileceğini bildiriyor. Hadar’da âletlerle birlikte kimi fosil kemik parçaları da bulundu. Bunlardan bir fildişi parçası ve bir antilop çene kemiği kesin olarak tanımlanmıştır (Lewin, 1981: 807). Böyle bulguların iri hayvan avcılığı açısından değerlendirilebileceği açıktır.

Arkeolog Glynn Isaac’a göre Hadar’daki taş aletler, buna ilişkin teknolojinin beyin hacmindeki genişlemeden önce gerçekleştirilmiş olduğu yolunda inandırıcı kanıttır: “Eğer Hadar aletleri için yapılan tarihlendirme doğruysa, elimizdeki paleontolojik fosil kayıtlarında, beyin gelişimini tartışılmaz biçimde gösteren ilk örnekten(22) en az yarım milyon yıl daha geriye giden âlet yapımı ile karşı karşıyayız demektir” (Lewin, 1981: 807).

1960’lardan bu yana, gerek laboratuar koşullarında ve gerekse doğal çevrelerinde primat türlerinde alet kullanımı/yapımına ilişkin beklenmedik gözlemler gerçekleştirilmiştir. Bulgular arasında özellikle şempanzelerde rastlanılan beceri ve davranışlar dikkati çekiyor. Goodall (1964, 1965, 1979), alet yapımının şempanzelerin doğal bir davranış örüntüsü olduğunu şüpheye yer bırakmayacak açıklıkla gösterdi. Şempanzeler, termit yuvalarına deşmekte,(23) su içmek için gerektiğinde uygun bir “sünger” hazırlanmasında,(24) saldırgan hayvanları korkutup kaçırmak için çevrede ele geçirilen taş ya da sopa gibi nesnelerin kullanılmasında(25) dikkati çeker davranışlar geliştirmişlerdir. Bu beceriler genç şempanzeler tarafından yetişkinleri gözlemek ve taklit yoluyla kazanılmakta, dolayısıyla şempanze gruplarının kültürel becerilerini oluşturmaktadır. Burada andığımız üçüncü davranış — korunma davranışı — alet kullanımının yiyecek sağlanması dışımda, düşmana karşı silah olarak da değer taşıyacağı yorumunu desteklemektedir.

Üst primatlar dışındaki biyolojik türler için bildirilen alet kullanımı davranışlarında itici gücün çoğunlukla genetik uyarlanma olduğu gösterilebilir. Oysa şempanzelerde bunların sonradan öğrenilen, kültürel geçişliliğe dayalı uyarlanmalar oldukları kesindir. Elimizdeki veriler, kültürel davranışlar geliştirme gizilgücü açısından — çok geniş bir farkla da olsa — insanın en yakın izleyicisinin şempanze olduğu yolundadır. Bu gerçek, aradaki genetik yakınlık dolayısıyla, şaşırtıcı olmasa gerektir. Biyolojik türlerin kültür geliştirme yetenekleri, genetik yapıdan kaynaklanan ve aynı zamanda genetik yapıyı kendi yönünde etkileyen toplu bir uyarlanma sonucudur.(26) İnsansıların yaşam tarzında kültürel beceriler, ekolojik başarı açısından güçlü bir seçilim baskısı oluşturmuş; yaşam tarzı ve genetik yapı arasındaki sürekli etkileşme insanın öteki primat türlerine göre arayı bu yönde açmasıyla sonuçlanmıştır. Daha önce de dokunduğumuz gibi, bu yoğun etkileşmede geçerli olan süreç otokataliz ilkesiyle tanımlanabilir. Ekolojik çentik, genetik yapı, ve uyarlanma tarzı arasındaki dinamik bütünleşmeyi ifade etmektedir.

Dolayısıyla insan ve öteki üst primatlar arasında alet yapımı/ kullanımı açısından yapılacak karşılaştırmaların bazı güçlükleri vardır. Acaba şempanzeler bu davranışları geriye doğru hangi dönemlerde kazanmışlardır? Ortak atatürler âlet yapımı/kullanımı olarak niteleyebileceğimiz davranışlar geliştirmişler miydi, yoksa insan ve şempanze bu davranışları herbirisi kendi evrim çizgisinde birbirinden bağımsız olarak mı kazanmışlardır? Daha önce de belirttiğimiz gibi evrim, türlerin biyolojisi, ekolojisi ve davranışları arasındaki bütünleşmeyi ifade eder. Aynı ekolojik çentiği birden çok türün birlikte paylaşamayacağı, evrimin altın kuralıdır. Rakip türlerden birisi ya başka bir yaşam tarzına kaymak, ya da tükenmek durumundadır. Âlet yapımı/kullanımına dayalı yaşam çentiği yeryüzünde en az 35.000 yıldır Homo sapiens’in tekelindedir. Nüfus yoğunluğunun az, kaynakların yeterli, ve âlet teknolojisinin ilkel olduğu Homo erektüs öncesi dönemlerde, bu yaşam tarzını birden çok insansı grubunun birbirinden bağımsız sürdürmeleri mümkün olmuştur. Fakat sapiens derecesinin bütün coğrafî bölgelere yoğun biçimde yayılmış bulunduğu günümüz dünyasında bu yaşam çentiği artık farklı türlere ya da alt-türlere kapalıdır. Hatta denilebilir ki, kitle haberleşmesi ve yoğun coğrafî hareketlilik çağında, teknolojinin değiştirmekte olduğu dünyaya ayak uydurmakta güçlük çeken kültürlere de kapalıdır.(27)

O halde genel görünüm şöyledir: Miyosen çağından başlayarak, ekolojik koşulların zorlamasıyla, primat atatürlerinden, henüz oldukça küçük sığadaki beyinlerine karşın, yiyecek sağlamada ve kendilerini korumada avcı-toplayıcı yaşam tarzını ve alet yapımı/kullanımını geliştirmekte olan birden çok insansı grubu oluşmuştur. Günümüzden yarım milyon yıl öncesine gelindiğinde, gerek beyin sığası ve gerekse âlet teknolojisinde — ve belki de konuşma dilinin ayrıcalıklı evrencelerinin kazanımında yada ileri derecede geliştirilmesinde — hızlanmış bir evrilme dönemine girildiğini görüyoruz. Bu hızlanmada, otokataliz ilkesinin itici güç durumunda olması akla yatkındır. Homo erektüs’ten sapiens derecesine geçilirken, kültürel yaşam çentiği artık rakip alt-türlere kapalıdır. Bundan böyle insana giden gelişmeler tek çizgide birleşmiştir. Neandertal nüfuslarının Kro-Manyon nüfuslarıyla yüzyüze gelmeleri sonucu kısa sürede tükenmelerini de bu çerçevede düşünmek gerekir. Aslında günümüz insanının biyolojik âlemdeki özel konumu ve yalnızlığı bundan ileri gelmektedir. Belki de onbeş milyon yıla ulaşan bir ayrımlaşma çizgisinde, insan ve genetik bakımdan en yakın akrabaları olan bugünkü primat türleri arasındaki uzaklık sonunda uçurum boyutlarına ulaşmıştır.

İnsanın yaşam tarzı ve nöro-anatomik evrimi arasındaki koşutluğun bir diğer ilgi çekici yönü, tercihli elgeliştirimidir. Her iki elin aynı ustalıkla kullanılması (ambidexterity) ilk bakışta bir üstünlük gibi görünebilir. Ancak bu sözcüklerdeki bir yanılmadan öteye gitmez. İleri düzeyde âlet yapımı/kullanımı becerilerinin, biyolojik yetenek ve kültürel deneyimin tek elde yoğunlaştırılması ile bağlaşık olduğu kolaylıkla gösterilebilir.

El-tercihi olgusunun, beyin yarıküreleri arasındaki işlev uzmanlaşması ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Öte yandan, dilin nöro-anatomisi ve nöro-patolojisi üzerinde Paul Broca ve Carl Wernicke’den bu yana yüz yılı aşkın yoğun bir tarihçeye dayanan verimli bir kuram ve araştırma alanında, konuşmanın üretilmesi ve anlaşılmasıyla ilgili beyin bölgelerinin yarıkürelerden birisinde uzmanlaşması ile el-tercihi arasında anlamlı istatistiksel ilişkiler bulunduğu gösterilmiştir.(28)

Paleoantropolojik ve arkeolojik bulgular, insana giden çizgide, alet teknolojisinin daha büyük yada belki yarıküre uzmanlaşması gösteren beyinlerden önce geldiği yolundadır.(29) Âlet teknolojisi ve yetişkin erkekler tarafından toplu iri hayvan avcılığına dayalı yaşam tarzı, iri beyinli Homo erektüs’ten önce — bugünkü bilgilerimize göre –erektüs döneminin en az dört katı süreyle geçerli olmuştur. Yeni bulgularla bu dönemin daha da gerilere götürüleceği düşünülebilir.

Özetle, insansılarda sosyal yaşamın yoğunlaşması ve alet yapımı/kullanımı ile bağlaşık avcı-toplayıcı yaşam tarzı, primat atatürlerinden günümüz insanına ulaşan çizgideki ekolojik fırsatı oluşturmuştur.(30) Bu yaşam tarzının amaçlarına uygun nitelikteki bilişsel/iletişsel olanak ve boyutlarının geliştirilmesi, sözkonusu fırsatın ileri düzeyde değerlendirilmesinde kaçınılmazlık taşıyan doğal seçilim baskıları karmaşığı kimliğindedir.


V – HOLLOWAY’İN “ÇEVREYİ İSTENÇLE BİÇİMLENDİRME” HİPOTEZİ

 “Eğer türlerin sınıflaması biyolojik ölçütler yerine, kültürel ölçütler üstüne kurulacak olsa, hayvanlar âlemini şimdiki sınıflama yerine, insanlar ve insan-dışındakiler olarak öncelikle iki büyük şubeye ayırmak gerekir. Kültüründen dolayı insan, yaşam tarzı, âlet teknolojisi ve konuşma diliyle, evrimde biricikliği olan bir uyarlanmayı ifade etmektedir.

İstençle = Kendi İradesi ile…”

Öteki biyolojik türlerdeki alet yapımı/kullanımı örneklerini gözden geçiren Holloway (1969), “çevreyi istençle biçimlendirme”(31) ölçütünü geliştirerek, kültür kavramının biyolojik türler arasında yalnızca günümüz insanı ve geçmişin insansıları için sözkonusu edilebileceği görüşünü savunmuştur. Holloway, insanın alet teknolojisinin ve konuşma dilinin özellikleri arasında organik bir bütünlük görmektedir: “Âlet yapımı ve dil, …benzer, hatta belki de özdeş bilişim süreçleridir” (1969: 396). Dolayısıyla insanın psikolojik boyuttaki evrimini paleontolojik kayıtlardan izlemek mümkündür. Paleontolojik tarihin anahtarı ise, geçmişin kalıcı izleri olan taş aletlerde saklıdır…

Alet teknolojisinin bir psikolojik süreç olarak incelenebilmesi için uygun nitelikteki kavramsal çerçeveyi geliştirmeyi amaçlayan Holloway’in getirdiği sorunsal, alet yapımı ve dil becerilerinin “aynı bilişsel yapıdan” (1969: 407) kaynaklandığının gösterilmesidir. Alet yapımı bu çerçevede, 1. “çevreyi istençle biçimlendirme” açısından ele alınmış; 2. Hockett’in önerdiği dil evrenceleri(32) ile paylaştığı bilişsel/iletişsel özellikler açısından çözgülenmeğe (tahlil, analiz) çalışılmıştır.

Holloway’e göre, termit yuvalarının deşilmesi için uygun bir çubuk hazırlanması örneğinde, “ham madde ve sonuçtaki ürün arasındaki ilişki özce (33) türünden bir bağlantıdır” (1969: 401); oysa insansı gruplarının taş aletlerinde, “başlangıçtaki malzemeyle sonuçtaki ürün arasında hiçbir zorunlu ilişki sözkonusu değildir” (1969: 401). Gerçi kimi çakılların diğerlerine göre daha az yada daha çok işlenmesi gerekecektir ve buna dayanılarak malzemenin amaçlanan ürün üzerinde belli ölçülerde etkisi olacağı savunulabilir. Ancak önemli olan, “taş aletlerin, bilişsel yapıda şekillendirilen standart biçimlere göre” (1969: 407) gerçekleştirilmiş olmasıdır:

“[Bu beceriler] grubun liderlerinden ya da serüven peşinde koşan genç üyelerinden taklit yoluyla kazanılmış basit motor tepkiler değildir. Burada sözkonusu olan, belirli bir yapının daha önce mevcut bulunmadığı yerde yaratılmasıdır. Bu yeni süreçte, başlangıçtaki nesne ile sonuçtaki ürün arasında zorunlu bir bağlantı göremiyoruz. Çevrenin istençle biçimlendirilmesi olgusu, kurallara, ortaklaşa başvurulan bir kavramsal çerçeveye, ve sözkonusu yapının kültürel geçişliliği ilkesine dayalı bir üretim tarzıdır. En önemlisi, topluluğun her üyesi bu çerçevedeki sosyal kurallarla bağlanmış olmaktadır (1969: 406)”.

İkinci plânda, alet yapımında geçerli zihin süreçlerini, Hockett’in konuşma dili için önerdiği ayrıcalıklı evrenceler açısından irdeleyen Holloway, şu kanıya varılabileceğini savunuyor:

“… insan için biricikliği olduğu gösterilen dil evrenceleri ile âlet yapımı arasında özdeşlikler vardır. Temeldeki bilişim süreçlerinin aynı olduğu üzerinde ısrarla duruyorum. …Âlet yapımı ve konuşma dilinin evrimi eşzamanlıdır. Doğal seçilim sonucu önplâna çıkan bilişsel yapı, alet yapımı ve dilin birlikte evrilmesine öncelik tanımıştır (1969: 404).”

Holloway, yetersiz verilerden büyük sonuçlara sıçramaktan kaçınmakta, standart örüntülere göre yapılan taş aletlerin konuşma dilinin varlığı için kesin kanıt sayılamayacağını (1969: 404) kabul etmektedir. Ancak, üst primatlarda gözlemlenen alet yapımı davranışlarının, insanı tüm biyolojik türler arasında kültürel yaşama uyarlanmış tek yaratık olarak değerlendirmemizi engellememesi gerektiği konusunda ısrarlıdır. Buna göre, bugüne değin insanla sınırlı sandığımız pekçok becerinin öteki biyolojik türlerdeki benzerlerinden yalnızca derece farklarıyla ayrılıyor olması, insanın kültür açısından biricikliğine gölge düşürecek nitelikte değildir. Alet yapımı örneklerine kimi primat türlerinde rastlanıldığı doğrudur ve aslında “alet kullanımı ile âlet yapımı arasındaki sinır belki de pek incedir” (1969: 400). Fakat önemli olan nokta, “çevreyi istençle biçimlendirebilme” ölçütüdür:

“Uyarı ve bununla ilgili tepki ya da eylem arasında zaman ve mekân içinde başkalama becerisi, zekâ, motor yetenekler, duyumlamanın diriliği, bellek gücü (içeriğinin karmaşıklığı yahut uzun süreli saklama açısından), duyguların yoğunluğu, araştırma ve öğrenme eğilimi gibi eğilimler insanda öteki primatlardan ya da hatta tüm öteki memelilerden yalnızca derece farklarıyla ayrılıyor olabilir. Bütün bunların, insan türünde biriciklik taşıyan keyfi [arbitrary] simgeler yaratımı ve çevrenin bu simgelere göre biçimlendirilmesi yeteneğiyle bütünleştirilmesi sonucundadır ki kültürel insan kimliğindeki insan sahnede görünmüştür (1969: 399). Kendi adıma diyebilirim ki, Ostralopitek’ler — yada, Olduvai’deki taş âletleri kimler yapmışsa, onlar — insandır ve kültürleri vardır. Taş aletler bize insansıların dünyayı nasıl gördüklerini kesin çizgileriyle “anlatamayabilir”; fakat yine bu taş aletlerdir ki, sözkonusu insansıların konuşma dili için gerekli, konuşma dili ile uyumlu bilişsel bir yapıyı geliştirmiş olduklarını kesinlikle “anlatıyorlar” (1969: 407).”

Holloway’in ısrarla savunduğu “çevreyi istençle biçimlendirme” ölçütü irdelendiğinde, şu çarpıcı sonuca ulaşılması güç olmayacaktır ? Eğer türlerin sınıflaması biyolojik ölçütler yerine, kültürel ölçütler üstüne kurulacak olsa, hayvanlar âlemini şimdiki sınıflama yerine, insanlar ve insan-dışındakiler olarak öncelikle iki büyük şubeye ayırmak gerekir. Kültüründen dolayı insan, yaşam tarzı, alet teknolojisi ve konuşma diliyle, evrimde biricikliği olan bir uyarlanmayı anlatmaktadır.


VI – ÇEŞİTLİ KATKILAR, TARTIŞMA VE SONUÇ

 “Zekâ, çevreye uyarlanmanın sonsuz boyut ve olanaklarından yalnızca birisidir. Bir büyük kuşbilimcinin dediği gibi, “kuşlar kuşbeyinlidir — çünkü uçabiliyorlar”. Şöyle de diyebilirdi: Kuşlar için daha güçlü kanatlar — ve daha küçük beyinler — bir uyarlanma üstünlüğüdür.

Günümüz insanını öteki yaşayan primatlardan, yada biyolojik türlerin tümünden — ortak atatürlerden evrim kavramını zorlayacak ve özel yaradılış düşüncesi gibi bir yanılmaya düşürecek ölçeklerde büyük farklar ayırıyor.”

İnsanın evrimine ilişkin modellerin geliştirilmesinde taş aletlerden bulgulanan verilerin taşıdığı büyük önemi Binford ve Binford (1972: 156) şöyle dile getiriyorlar:

“İnsan prehistoryasının hemen tüm süresi için elimizdeki temel veriler taş âletlerden öte gitmiyor. Pleystosen çağının üç milyon yılı boyunca avcı-toplayıcı topluluklar, kabaca çatlatılmış çakıl taşlarından ince yontulmuş çakmaktaşı parçalarına kadar, ardlarında böyle milyonlarca ipuçları bırakmışlardır.”

Çok ilkel düzeyde de olsa, bugünkü insana ve uygarlığına ulaşan çizgi, o basit aletlerle başlamıştı…

Holloway’in geliştirdiği “çevreyi istençle biçimlendirme” ölçütü, insansıların öteki primat türlerinden ayrımlaşması konusuna açıklık getirebilecek bir model oluşturma ümidini vermektedir. Ancak kimi yorumcular Holloway’in şempanzelerin termit yuvalarını deşmekte kullandıkları ağaç çubuklarının özce niteliğinde olduğu yolundaki görüşünü eleştirerek, bu iş için belirli biçim ve uzunlukta bir çubuk hazırlanmasının alet yapımı ölçütünü karşıladığı görüşünü savunmuşlardır.

Konuyu bu açıdan ele alan Mann (1972), Holloway’in önerisine yeni bir boyut kazandırarak, davranışın sözkonusu biyolojik tür için uyarlanma açısından temel bir etkinlik olup olmadığı sorusunu gündeme getirmiştir. Acaba şempanzede gözlemlenen alet yapımı/kullanımı, türünü sürdürmek açısından temel bir uyarlanma etkinliği sayılabilir mi? Başka bir deyişle, vazgeçilmezlik taşımakta mıdır? Alet teknolojisinin, insansıların evriminde ise, genel uyarlanma stratejisinin vazgeçilmez bir boyutunu oluşturduğuna kesin gözüyle bakabiliriz.

Bu noktada konumuz açısından önemli bir kavram açıklamasını gerekli görüyoruz, Alet kullanımı öteden beri biyolojik türlerdeki — hatta daha büyük bir yanılmayla, günümüz insan nüfuslarındaki — zekâ derecesinin göstergesi sayılagelmiştir. Oysa Warren’in (1973.- 473) belirttiği gibi,

“… rastlanılacak alet kullanma davranışları, türün öğrenmedeki genel gücüne ilişkin fazla birşey söylemez. Doğal çevrelerinde âlet kullanımı davranışları gösteren memeliler ve kuşlar üzerine yapılan gözlemler, bu davranışların çoğu zaman belirli biyolojik türe özgü,(34) deneyimden pek az etkilenen davranış örüntüleri olduğunu göstermektedir.”

“Zekâ” kavramı, kendi içinde, fazla açıklık taşımayan bir tasarımdır. Genellikle, bireylerin karşılaştıkları yeni durumlar karşısında — genetik zorunluk taşımayan — davranış seçenekleri oluşturabilmeleri anlamında düşünülebilir. Ancak hayvanlar âlemini zekâ derecelendirmesine göre sınıflamak, hele tepeye insanı yerleştirerek bu açıdan bir hiyerarşi içinde değerlendirmek yanlıştır. Zekâ, çevreye uyarlanmanın sonsuz boyut ve olanaklarından yalnızca birisidir. Daha önce de değindiğimiz gibi, Kuşlar kuşbeyinlidir — çünkü uçabiliyorlar… Şöyle de diyebilirdik: Kuşlar için daha güçlü kanatlar — ve daha küçük beyinler — bir uyarlanma üstünlüğüdür. Bu bakımdan konumuz, niçin öteki primat türlerinin insan olmakta başarısızlığa uğramış oldukları değil, insana ulaşan evrim çizgisini öteki primatların evrim çizgisinden farklı kılan uyarlanma stratejisi ve seçilim baskılarının neler olduğunun belirlenmesidir.

Mann’a göre (1972: 382), insansıların alet yapımı/kullanımına dayalı bir yaşam tarzı geliştirmiş olduklarını gösteren elimizdeki doğrudan kanıt, yetişkinlik öncesi dönemin, yani kültürel geçişliliğe dayalı öğrenme döneminin uzamış olmasıdır. Primatlar takımının genel karakteristiği olan bu özellik, insansılarda belirgin biçimde vurgulanmıştır. Mann, bu uyarlanmanın Ostralopitek’ler için geçerli olduğunu (1972: 382); Simons ve Pilbeam ise Ramapitekus’tan başlatılarak sözkonusu edilebileceğini (1971: 24) savunuyorlar. Bu konuda genellikle üzerinde durulan ipuçları, insansılarda diş gelişimi ve değiştirimi sürecinin çağımız insanındakini andıran grafiğidir.

Doğal olarak, kültürel geçişlilik tek başına, alet yapımının varlığı için kesin, ölçüt sayılamaz. Ancak, kültürel uyarlanma yönündeki seçilim baskılarının yoğunlaştığına işaret sayılmasında sakınca yoktur. Bu seçilim baskıları insana giden çizgide özellikle vurgulanmıştır. Şempanzelerde ise, Washburn’ün (1971: 105) dediği gibi,

“… enaz düzeydeki âlet kullanımı, anlaşıldığına göre, beyinde ya da kesici-parçalayıcı dişler karmaşığı üzerindeki seçilim baskılarını önemli bir değişmeye uğratacak düzeyde etkili olmamıştır.”

Kesici-parçalayıcı dişlerde küçülme, öteden beri alet yapımı/kullanımı için dolaylı kanıt sayılagelmiştir. Bu tür belirtiler, beslenme ve korunma ile ilgili saldırı/savunma gereklerinin âlet teknolojisiyle karşılandığı bir yaşam tarzının belirtisi olarak düşünülmektedir. Washburn’ün (1975: 56) özetlediği gibi, “küçük köpek dişleri ve kesiciler, farklı bir yaşam tarzının simgesidirler”: Bunların işlevinin artık eller ve âletler tarafından karşılanmakta olduğu anlamına gelmektedir.

Washburn (1975: 47, 51), teknolojinin evrimini gözden geçirerek, insanın genel evrimi içindeki yerini şöyle özetlemiştir:

“İnsanın evrimindeki yeni görünüm için elimizdeki birincil veriler dişler, kemikler, ve aletlerdir. Fakat atalarımız fosil yaratıklar değildi: Yaşamak, egemen olmak hırsıyla dopdolu, bu yolda büyük uğraş veren yaratıklardı. Evrilmekte olan yaşam tarzı, zekî, çevreyi merakla araştıran, hayal gücü geniş, girişken bir primat grubunun toplam davranış örüntüleriydi. Bu yaratıkların fizikî yeteneklerinden, duygusal dünyasından ve zekâsından giderek o güne değin eşi görülmemiş bir sosyal sistem oluşuyor, dünya yepyeni bir türün evrimine tanık oluyordu. Doğal seçilim süreci, yetişkinlik öncesi dönemde yoğun çocuk bakımı ve yetişkinler arasında ise yepyeni cinsellik örüntüleri yönünde işlemekteydi. Beyinlerin ve dişlerin izlediği değişim çizgisi bu evrimin doğal bir parçasıdır. Aletler, avcılık, ateş, karmaşık bir sosyal etkileşme düzeni, konuşma dili ve insana özgü dünya görüşü beyinle birlikte evrilerek, günümüzden yarım milyon yıl öncesinin Homo cinsi (genus’u) insansılarının oluşumundaki temel katkılar niteliğini taşıdı. Bundan böyle gitgide daha karmaşık sosyal sistemler yönündeki seçilim baskıları altında gelişimini sürdüren beyindeki evrim, günümüzden 50.000 yıl kadar önce Homo sapiens’in sahnede görünmesine değin uzandı.”

İnsanın evrimine uzun vadede baktığımızda, evrim süreçlerinin türün ekolojisi, nöro-anatomik yapısı ve davranışları arasında bütünleştirici ağlar ördüğü tezinin doğrulandığını görürüz. İnsansı gruplarının âlet yapımı/kullanımını bir ardışıklık ilişkisi içinde beyin gelişiminden sonra elde ettikleri görüşünü kuramsal çerçevede dahi reddetmemiz için yeterli sebep vardır. Kaldı ki arkeolojik veriler, taş aletlerin tarihini daha şimdiden en az üç milyon yıl geriye, kesinlikle küçük beyinli oldukları bilinen insansıların — Ostralopitek’lerin — dönemine götürmüştür. Âlet teknolojisinin gerçek bağlaşıkları olarak dik duruş ve ellerin özgür kalması üzerinde durabiliriz. Ancak bunlar birbirinden kopuk, rastlantısal gelişmeler değildir. Tam tersine, yeni bir ekolojik fırsatın — yada, ekolojik zorunluğun — gelişimine kanıt olan bir yaşam yolunun bağlaşıklarıdır. Bu yaşam yolunda ve dolayısıyla insansıların evriminde, dik duruşun, âlet teknolojisinin, iri hayvan avcılığının, gelişmiş sosyal etkileşmeye ve kültürel geçişlilik örüntülerine aracı olan yoğun iletişim davranışlarının merkezi önemi vardır.

Elimizdeki verileri bu yönde değerlendirdiğimizde, iri primatlardan belli bir nüfusun dik duruş anatomisi, bununla bağlaşık alet yapımı/kullanımı davranışları ve iri hayvan avcılığına yönelen bir sosyal yaşam tarzını, günümüzden 15-12 milyon yıl önceleri geliştirmeğe başlamış olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönüşüm giderek günümüzden üç milyon yıl öncesinin Ostralopitek nüfuslarını oluşturmuştur. Washburn’ün (1975: 55) dediği gibi,

“Fosil kayıtlan, alet kullanımının iki – ayak üzerinde devinim davranışının hem sonucu hem nedeni olduğu yolundaki görüşümüzü desteklemektedir. …İngilizce’de bu tür bir oluşumu kestirmeden dile getirecek anlatım kalıplarından yoksunuz. Dilimizin yapısı bizi nedenleri ve sonuçları birbirinden ayrı değerlendirmeyi amaçlamak gibi yanlış bir yaklaşıma götürüyor. Oysa doğal seçilim ilkesinde neden ve sonuç aynı süreçte birleşirler.”

İnsanın evriminde dik duruş, ikiayaklıhk, ellerin serbest kalması, âlet kullanımı, alet yapımı, iri hayvan avcılığı, yetişkinlik öncesi dönemin uzaması, sosyal yaşamın yeni boyutlarda yoğunluk kazanması, cinsellik örüntülerinde tutulan yol, beyin gelişimi, konuşma dilinin ayrıcalıklı özelliklerinin kazanılması yönündeki dönüşümler, — bütün bunlar biyolojik, kültürel ve teknolojik açıdan yepyeni bir ekolojinin bağlaşık yaşam örüntülerini oluşturmuştur. Evrimde doğal seçilim sürecinin işleyişi, şu veya bu özelliğin vurgulanması ve ötekilerinin onu izlemesi anlamına gelmemekte, belirli bir ekolojik çentiğe uyarlanma yönündeki toplam yaşam tarzının seçilmesi kimliğini taşımaktadır.

Yalın teknolojik hünerler taklit yoluyla da kazanılabilir. Sosyal etkileşme ise, basit duygu aktarımı işaret davranışlarıyla (emotional language) sağlanabilir. Şempanzede gözlemlenen sosyal yaşam ve âlet yapımı/kullanımı davranışları — bildiğimiz kadarıyla — bu türden örüntülere örnektir.

Oysa konuşma dili, yalnızca sosyal ilişkilerin sağlanması ve duyguların aktarımı için sıradan bir iletişim ortamı değil, ileri derecede gelişmiş bir önerme dilidir (propositional language). Konuşma dili özellikli bilişim ve bildirişim evrencelerinden yoksun bir iletişim ortamında termit deşmek, saldırıya hazırlandığı sezilen düşman yönünde taş ya da sopa sallamak veya fırlatmak, hatta belki de ateşi evcilleştirmek, topraktan kap-kaçak yapmak gibi becerilerin öykünme ve taklit yoluyla kuşaktan kuşağa kültürel geçişimi sağlanabilirdi. Ne var ki bu yoldan gidildiğinde primatların üst kültür çizgisinin, bugünkü şempanzenin fazla ötesine geçmesi beklenemezdi. Oysa günümüz insanını öteki yaşayan primatlardan, yada biyolojik türlerin tümünden — ortak atatürlerden evrim kavramını zorlayacak ve özel yaradılış düşüncesi gibi bir yanılmaya düşürecek ölçeklerde büyük farklar ayırıyor.


Doç. Dr. Yalçın İZBUL

KAYNAKLAR VE ALINTILAR

BENDERLY, Beryl Lieff (1981), “The Multilingual Mind”, Psychology Today 15 (3) : 9 – 12.

BINFORD, Sally R. ve BINFORD, Lewis R. (1972), “Stone Tools and Human Behavior”, bknz. Jorgensen, 1972, s. 156 – 65. İlk yayınlanışı: Scientific American, Nisan 1969.

DARWIN, Charles (1871), The Descent of Man, Londra: John Murray. Türkçesi: İnsanın Türeyişi, çev. Öner Ünalan, Onur Yayınları, 1975.

DeVORE, Irven (haz.) (1965), Primate Behavior, New York: Holt, Rinehart and Winston.

DeVORE, Irven ve HALL, K.R.L. (1965), “Baboon Ecology”, bknz. DeVore, 1965.

DEWSBURY, Donald ve RETHUNGSHAFER, Dorothy A. (1973), Comparative Psychology: A Modern Survey, New York: McGraw-Hill.

DOLHINOW, Phyllis ve SARICH, Vincent M. (haz.) (1971), Background for Man: Readings in Physical Anthropology, Boston: Little and Brown.

FALK, Dean (1980), “Language, Handedness, and Primate Brains : Did the Australopithecines Sign?”, American Anthropologist 82 : 72 – 8.

FOX, Robin (1972), “Alliance and Constraint: Sexual Selection in the Evolution of Human Kinship Systems”, Sexual Selection and the Descent of Man, 1871 -1971, haz. B.G. Campbell, Chicago : Aldine, s. 282 – 331.

GESCHWIND, Norman (1979), “Specializations of the Human Brain”, Scientific American 241 (3) : 180 – 97.

GOODALL, Jane (van Lawick – Goodall) (1964), “Tool-Using and Aimed Throwing in a Community of Free-Living Chimpanzees”, Nature 201 : 1265 – 6. GOODALL,

Jane (van Lawick – Goodall) (1965), “Chimpanzees of the Gombe Stream Reserve”, bknz. DeVore, 1965.

GOODALL, Jane (1979), “Life and Death at Gombe”, National Geographic 155(5): 592-621.

HILL, Jane H. (1972), “On the Evolutionary Foundations of Language”, American Anthropologist 74: 308 – 17.

HOLLOWAY, Ralph L. (1969), “Culture : A Human Domain”, Current Anthropology 10: 395 – 412.

HOLLOWAY, Ralph L. (1974), “The Casts of Fossil Hominid Brains”, Scientific American 231: 106 – 15.

HUBEL, David H. (1979), “The Brain”, Scientific American 241(3): 45-53.

ISAAC, Glynn (1978), “The Food-Sharing Behavior of Protohuman Hominids”, Scientific American 238: 90 – 108.

İZBUL, Yalçın (1979a), “İnsan Bilinci: Doğa’nın Mükâfaatı mı, Yoksa Cezası mı?” (Julian Jaynes’in Bilincin İki-Hücreli Zihnin Yıkılışındaki Başlangıcı başlıklı kitabındaki görüşleri üzerine bir değerlendirme), Meydan 570-52 (Haziran): 29-31.

İZBUL, Yalçın (1979b) , “Şempanzelerde Gözlemlenen Dil Davranışları Üzerine Bazı Düşünceler”, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2: 38 – 56.

İZBUL, Yalçın (1980a), “Ekosistemler ve İnsan”, Meydan 585-67 (Eylül), 37-42; 586-68 (Ekim): 32-7.

İZBUL, Yalçın (1980b), “Günümüz İşaret Bilimi Teorisine Toplu Bir Bakış”, Hacettepe Üniversitesi Beşerî Bilimler Dergisi 10: (3) 52-71.

İZBUL, Yalçın (1981), “Dilin Evrenceleri ve Konuşmaya Dayalı Bildirişimin Evrimi: Hockett’in Görüşleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 4: 76 – 100.

JORGENSEN, Joseph G. (haz.) (1972), Biology and Culture in Modern Perspective, Readings from Scientific American Series, San Francisco : W.H. Freeman and Co.

KATZ, Solomon H. (haz.) (1975), Biological Anthropology, Readings from Scientific American Series, San Francisco : W.H. Freeman and Co.

LEAKEY, Richard E. ve LEWIN, Roger (1978), “Origins of the Mind”, Psychology Today 12(2): 49 – 62.

LEE, Richard B. (1965), Subsistence Ecology of Kung Bushman, Kaliforniya Üniversitesine sunulmuş Doktora Tezi. (Metinde yaptığım alıntı için kaynak : Washburn ve Lancaster, 1971 : 393.)

LEE, Richard B. ve DeVORE, Irven (haz.) (1969), Man the Hunter, Chicago: Aldine.

LEWIN, Roger (1981), “Ethiopian Stone Tools Are World’s Oldest”, Science 211: 806 – 7.

LOVEJOY, C, Owen (1981), “The Origins of Man”, Science 211: 341-50.

MANN, Alan (1972), “Hominid and Cultural Origins”, Man (N.S.) 7: 379-86.

NEEL, James V. (1970), “Lessons from a Primitive People”, Science 170: 815 – 22.

PILBEAM, D.R. (1966), “Notes on Ramapithecus, the Earliest Known Hominid, and Dryopithecus”, American Journal of Physical Anthropology 25: 1 – 5.

PILBEAM, D.R. (1972), The Ascent of Man: An Introductlon to Human Evolution, New York: MacMillan.

SCHALLER, G.B. (1965), “The Behavlor of the Mountain Gorilla”, bknz. DeVore, 1965: 324 – 67.

SCHALLER, G.B. ve LOWTHER, G.R. (1969), “The Relevance of Camivore Behavior to the Study of Early Hominids”, Southwestern Journal of Anthropology 25(4): 307-44.

SIMONS, E.L. (1972), Primate Evolution: An Introduction to Man’s Place in Nature, New York: MacMillan.

SIMONS, E.L. ve PILBEAM, D.R. (1971), “A Gorilla-Sized Ape from the

Miocene of India”, Science 173: 23-7.

THOMPSON, P.R. (1975), “A Cross-Species Analysis of Camivore, Primate, and Hominid Behavior”, Journal of Human Evolution 4(2): 112-24.

TOBIAS, Phillip V. (1971), The Brain in Hominid Evolution, New York: Columbia University Press.

WARREN, J.M. (1973), “Learning in Vertebrates”, bknz. Dewsbury and Rethlingshafer, 1973.

WASHBURN, Sherwood L. (1975), “Tools and Human Evolution”, bknz. Katz, 1975, s. 47 – 60. İlk yayınlanışı: Scientlfic American 203: 62 -75, 1960.

WASHBURN, S.L. ve LANCASTER, C.S. (1971), “The Evolution of Hunting”, bknz. Dolhinow ve Sarich, 1971. İlk yayınlanışı: Lee ve DeVore, 1969.

WASHBURN, S.L. ve LANCASTER, Jane B. (1971), “On Evolution and the Origin of Language”, Current Anthropology 12: 384 – 6.

WEITZ, Charles A. (1979), Introduction to Physical Anthropology and Archeology, Englewood Cliffs, N.J.: Prentice – Hall.

WILSON, Edward O. (1975), Sociobiology: The New Synthesis, Cambridge, Mass.: The Balknap Press of Harvard University Press.

WILSON, Edward O. (1979), On Human Nature, Cambridge, Mass.: Bantam Books. İlk yayınlanışı, Cambridge, Mass.: Harvard University Press, 1978.

ZURIF, Edgar B. (1980), “Language Mechanisms: A Neuro-psychological Perspective”, American Scientist 68(3): 305 – 11.

Kaynak:

http://www.ingilizce-ders.com/bilim-arastirma/avci-evrim/tartisma.htm

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s